11 Şubat 2024

Sapere Aude; "öğrenmeye cesaret et"

Filozof Immanuel Kant aydınlanmayı "insanın doğasında olan olgunlaşmamış halinden kurtulması, aklını baskı altında kalmadan kullanabilmesi" şeklinde tanımlar. Aydınlanma, matbaanın icadından sonra insanların "baskılayıcı devlet ve dine, muhafazakar toplum yapısına, batıl inanışlara, zulüm ve adaletsizliğe karşı akıl, hoşgörü ve eşitlik gibi düşüncelerle bayrak açtığı bir akım" olarak ortaya çıkar

Alman bilim insanı Adam Mez, Orta Asya'da yaşanan erken felsefi sorgulama ve aydınlanma dönemi olmasaydı Avrupa'da Rönesans ve Hümanist düşüncenin ortaya çıkamayacağını iddia eder. Yazı dilleri Arapça olmasına rağmen Orta Asyalı Türk ve İranlı bilim insanlarınca bilimin hizmetine sunulan muhteşem eserler, yüzyıllar sonra Avrupa'da yaşanan aydınlanmanın şekillenmesinde önemli bir rol oynarlar. Bireyci ve en içten hümanist yaklaşımlarıyla, şüpheci ve dine karşı eleştirisel bir bakış içindedirler. Aristo'dan sonra felsefenin en üst noktasına "İkinci Öğretmen" ünvanını elde ederek gelen büyük üstad Farabi ve akıl, düşünsel mantık ve metafiziği "Aristo ve neo-Platonculuğu" harmanlayarak başarıyla işleyen İbn-i Sina (Batılıların deyişiyle Avicenna) döneminin en etkili isimleridir.

S. Frederick Starr'ın "Lost Enlightenment (Kayıp Aydınlanma)" kitabındaki muhteşem anlatımıyla, diğer bilimlerde olduğu gibi din bilimleri de Orta Asya'da o dönemde zirve yapmıştır. İbn-i Sina tanrının buyrukları, vahiyler ve imanın açıklanamaz olduğunu kabul etmekle birlikte, dini akılla ele alan düşünürlerden biridir. İslami düşünceye akılla yaklaşma konusunda ısrarlı olan Mutezileler başta olmak üzere, Orta Asyalı aydınlar bu konuda ateşli ve verimli tartışmalar yaparlar. Kendilerinden yaklaşık 600 yıl sonra tartışılan konuları o günlerde cesurca araştırırlar. Bilime ve insanlığın hizmetine sunarlar. Bu coğrafyada Hivi el-Belhi, Ebu Bekir el-Razi ve İbn-i Ravendi gibi dine şüphe ile bakan, ya da açıktan açığa ateist olduğunu ilan eden düşünürler de yaşamış, fikirleri özgürce tartışılmıştır.

İbn-i Sina

Avrupa'da aydınlanma

Alman Filozof Immanuel Kant aydınlanmayı, "insanın, doğasında olan olgunlaşmamış halinden kurtulması, aklını baskı altında kalmadan kullanabilmesi" şeklinde tanımlar. Aydınlanma, matbaanın icat edilmesinden sonra insanların "baskılayıcı devlet ve dine, muhafazakâr toplum yapısına, batıl inanışlara, zulüm ve adaletsizliğe karşı akıl, hoşgörü ve eşitlik gibi düşüncelerle bayrak açtığı bir akım" olarak ortaya çıkar. Voltaire'in "Özgür olmak nasıl bir şey?" ifadesi ile sorguladığı gerçeği, sonrasında diğer filozoflar cahilliğin ve tahammülsüzlüğün üzerine giderek araştırırlar, izlerler.

Bu süreçte Jacques Turgot, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau gibi aydınların katkıları, Denis Diderot ve yardımcısı Jean d'Alembert'in editörlüğü ile yayımlanan eser "Encyclopedie (Ansiklopedi)" aydınlanma değerlerinin yayılmasında en etkili kitapların başında gelir. 1751 ile 1772 yılları arasında tamamlanarak, 35 bölüm halinde yayımlanan kitap, dönemin yazarlarından biri tarafından "Dünyayı değiştiren yeni harita" olarak tanımlanır. 3.129 görsel, 71.818 bilimsel makale içeren eser, binlerce basılarak geniş çapta okunma olanağı bulur. Makaleler arasında felsefi konuların yanında "Çin'deki el yapımı üretim tekniklerinden, tarımsal sulama, bina güçlendirilmesi ve köprü yapımına" kadar kapsamlı konular yer alır. Okuyanlar, o zamana kadar Avrupadan geri kaldığını düşündükleri Çin'e ve Asya kültürüne hayran olmaya başlarlar.

Encyclopedie sonrasında benzer ve etkili düşüncelerin yayılması hiciv ya da yergi olarak tanımlayabileceğimiz bir akımla gerçekleşecektir. Montesquieu'nun 1721 yılında "Persli'nin Mektupları" başlığı altında, bir İranlının Fransız ve Avrupalıyı hicivle anlattığı kitabı Kilise, Fransız Sarayı ve toplum ile alay ederek yeni bir aydınlanma sürecini başlatır. Toplumdaki değer yargılarının değişmesine öncülük eder.

Voltaire'nin 1759 yılında yayımlanan Candide başlıklı kitabı da, naif bir genç Fransızın yaşamında karşılaştığı toplumsal olaylardaki iki yüzlülüğü ve yaklaşımları anlatarak sürece katkı yapar. Hedef çok açık olarak reformlara direnen Katolik Kilisesidir. Aydınlanmanın öncüleri bu süreçte devletin aydınlanmadaki rolünü korkusuzca hatırlatarak, siyaset ve dinin kesinlikle birbirlerinden ayrılması ve ayrışması gerektiğini dile getirirler. İçinde yaşadığımız hafta içinde, 5 Şubat günü Anayasa'ya dahil olmasının seksen yedinci yılını kutladığımız laikliği ve prensiplerini amansızca savunurlar.

Dinin toplumsal yaşamı ve düzeni sağlama gibi bir fonksiyonu olmadığını vurgulayan ve bu düşünceyi savunanların toplumları karanlığa ittiğini iddia eden aydınlanmacılar, böyle bir rolün eninde sonunda toplumsal çatışmaya yol açacağını söylerler.

Voltaire'den tam 103 yıl sonra Mustafa Fazıl Paşa'nın Sultan Abdülaziz'e yazdığı mektubun son cümlesinde olduğu gibi:

"Din işlerini dünyevi işlerden ayırmazsanız, din hem dünya işlerini hem de kendisini yok eder." düşüncesini belleklere işlerler.

Mustafa Fazıl Paşa

Fransa'da aydınlanma sürecinde diğer hedef Fransa kralı ve yönetim erkidir. Montesquieu "Spirit of Laws-Yasaların Ruhu" adlı 1748 tarihli eserinde monarşik yönetimin kısıtlanmasını önerir. Yönetimin Kral, Parlamento ve Yargı üçlüsü olarak "Güçler Ayrımıyla" şekillendirilmesinin önerildiği bu modeli, ekonomide devrim yaratan büyük iktisatçı İngiliz Adam Smith'in 1776 yılında yazdığı "Wealth of Nations - Ulusların Refahı" başlıklı eseri ile Kant'ın 1781 yılında tamamladığı "Critique of Pure Reason-Gerçek Aklın Eleştirisi" kitabı tamamlayarak, yeni bir dünya düzenine doğru yol alınmaya başlanır.

Matbaanın itici güç olarak rol oynadığı Osmanlı İmparatorluğu'nda aydınlanma kapısının çalmasına az bir süre kalmıştır.

Immanuel Kant

Osmanlı'da ilk aydınlanma: III. Selim ve II. Mahmut dönemleri 

Osmanlıda reformist hareketlerin, aydınlanmanın öncüsü olarak Padişah III. Selim ön plana çıkar. 24 Aralık 1761 günü III. Mustafa ve Mihrişah Sultan'ın çocuğu olarak dünyaya gelen Selim, dönemine göre oldukça iyi yetişmiş, sorgulayan ve araştıran bir kimliğe sahiptir. Yazıştığı, hayran olduğu 16. Louis'in Fransız devrimi sonrası idam edilmesi onda derin bir üzüntü ve korku yaratır. Kralın giyotin platformunda ölmeden önce söylediği: "Bana atfedilen tüm suçlamalar karşısında hâlâ suçsuz olduğuma inanıyor ve masum olarak ölüyorum. Ölümüme neden olanlar için tanrıdan af diliyorum. Tanrıya, beni idam ederek az sonra akıtacağınız kanın Fransa topraklarında bir daha tekrarlanmaması için dua ediyorum." sözünü hiç unutmaz. Selim'in sonu Kral XVI. Louis'den daha dramatik olur. Yeniçeriler onu vahşice katlederken namaz kılmasına bile izin vermezler.

Padişah III. Selim

Sultan Selim kültürel alanlarda gerçekleştirdiği yeniliklerin yanında diplomatik alanda da önemli bir girişimde bulunur. Yurt dışında daimi temsilciliklerin açılması gibi konulara öncülük eder. Türk bilim insanı Hoca İshak Efendi'yi Fransa'ya göndererek, idari yapısını ve yeni gelişmeleri öğrenmek ister. Selim şair ruhlu ve sanat düşkünüdür. "İlhami" mahlası ile şiirler yazar. Birçok bestesi vardır. 14 makamdan oluşan bir divan müziği ustası, hatta dehasıdır.

1793-1797 yılları arasında Londra'da görevlendirdiği elçisi Yusuf Agah Efendi'nin kendisine gönderdiği raporlara düştüğü el yazısı notlarından, devlet idaresine, ekonomi ve siyasete özel ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. Gelen raporlar içinde yer alan bir askeri teknik okul açılması fikri onu çok etkiler. Daha sonraları İstanbul Teknik Üniversitesine dönüşecek olan topçu ve istihkam okulu Mühendishane-i Berri-i Hümayun'un kurulması talimatını verir.

Osmanlıdaki bilimsel çalışmalar üzerine yazılan "İstanbul'da Askerlik Sanatı, Yeteneklerin ve Bilimlerin Üzerine Eleştiri" adlı eseri okuyan Selim, kitabın yazarı Seyyid Mustafa'ya kendisine hocalık yapmasını önerir. Bu eser Üsküdar Matbaası'nda 1803 senesinde basılmış, Fransız Oryantalist L. Langles'ın önsözüyle Paris'te 1807 ve 1810 tarihlerinde iki baskı daha yapmıştır. Seyyid Mustafa padişahın düşüncelerine hayran kalır. Yeni açılan mühendislik okulunda dersler vermeye başlayacaktır. Dersler çok heyecanlı geçer, İstanbul'da büyük yankılar uyandırır.

"Halkın huzurunda, herkese açık, isteyenin katılabildiği ortamda çalışmalara başladık" diye başlar anılarına Seyyid Mustafa. "Eğitim seviyesi oldukça düşük, cahil insanların önünde matematik dersi veriliyor, değişik teknik alanlarda tartışmalar sürüyordu. İstanbul belki de böylesiyle ile ilk defa karşılaşıyordu. Dışardan insanlar yüksek sesle bağırarak, neden bu çizimleri yapıyorsunuz, bizlere ne faydası olacak?... Savaş pusula ile kazanılmaz sesleri ile yeri göğü inletiyorlardı." ifadelerine anılarında yer veren Seyyid Mustafa, Osmanlı'nın kurtuluşunu bilime önem verilmesi ile eş değer tutmaktadır. Selim belki de onun için büyük şanstır. Bazı tarihçiler Seyyid'in yeni bilim politikasıyla yaratılan asker-mühendis Osmanlı entellektüelini temsil ettiğini ifade ederler.

Haremde doğan, yıllarca kafes arkasında korku içinde yaşayan Selim, padişahlığı döneminde yaptığı bütün reformlara rağmen eski düzenin savunucularına, softalara yenik düşer. Aydınlanmanın öncülüğünü yapmak ona pahalıya patlamıştır. 1808 yılının yağmurlu bir 29 Mayıs günü öğle namazına hazırlandığı bir sırada aniden odasına giren Yeniçeriler tarafından yakalanır. Onlarcasının hayalarına yaptığı sopalı, palalı darbeler ve saldırılar sonucunda şuurunu kaybeder, ardından boğularak katledilir. O sırada korku içinde saklanarak hayatını kurtarmaya çalışan, 27 yaşındaki kuzeni Mahmut, Osmanlı saltanatının sağ kalan tek ferdidir. II. Mahmut olarak tahta çıkarılır.

Yeni Padişah, çocukluklarında haremde varaklı odalarda hapis hayatını birlikte paylaştığı sevgili kuzeni Selim'le yaptığı konuşmalar sırasında ona "1600'lü yıllardan sonra düzensiz ve kuralsız olarak askere alınan Yeniçerilerin ülkenin en büyük belası olduğunu" defalarca söylediğini hiç unutmaz. Ama yine de onun feci sonundan edindiği tecrübe, yapılması gerekeni bir süre daha ertelemesine neden olacaktır.

Mahmut, 1826 yılının Mayıs ayında kendisine yakın din adamları ve saray erkanının desteğiyle büyük bir operasyon başlatır. 14 Haziran günü son bulan kanlı operasyonun bittiği dakikaları saraydaki penceresinden izler. Bir ay içinde 6.000 Yeniçeri öldürülür, 15.000 Yeniçeri sürgüne gönderilir. Beş yüz yıllık efsane artık sona ermiştir.

II. Mahmut

Bu olayın üzerinden tam 11 yıl geçer. 1837 yılının sonlarına doğru eski İstanbul ile şehirde Avrupalılarının yaşadığı Pera bölgesi, Haliç'e yapılan bir köprüyle birleştirilir. Yapım işi tamamlandığında saray muhteşem bir kutlama düzenler. II. Mahmut köprüden geçerken kendisinden çok emindir. İri siyah gözleri ve ihtişamlı kıyafeti ile İstanbulluların gözünü kamaştırır. Büyük bir güven ve hayranlık uyandırır. Osmanlı Padişahı olarak cübbesinden ve klasik orta çağ giysilerinden kurtulmuş, modern ceket, pantolon ve çizmeleri ile halkını selamlamaktadır. O gün onu görenler ülkede yeni bir devrin başlamakta olduğunu umutla hissederler.

Ordunun modernizasyonu Mahmut'un ilk önceliğidir. Prusya'dan Mareşal Helmuth von Moltke bu için görevlendirilir. O günlerde İstanbul'da ilk yazılı gazete yayınlanır. Silah fabrikaları, opera dinletileri derken yeni ve modern başlık "fes" topluma tanıtılır ve büyük ilgi görür.

Sultan II. Mahmut tıp bilimine çok önem verir. Hayranı olduğu, anatomi, fizyoloji ve patoloji üzerine yazılan "Vücudun Aynası" kitabının yazarı Sanizade'yi toplumda ön plana çıkarır. Kitabının saray tarafından basılmasını emreder. Kitap, din adamlarının o ana kadar yasakladığı ve hoş görmediği birçok unsuru resmeder. Tıpla ilgili açıklamalara ilaveten aşı gibi bilimsel çabalar insanların bilgisine sunulur. 1771 yılında İstanbul'da doğan Sanizade, Latince, Fransızca ve İtalyanca bilmektedir. Avrupa'nın tanınmış tıp adamları ile yakın temaslarda bulunmuş, tıp ve ilaç sanayinde ülkede öncü rol oynamıştır. Bazı yazarlar o dönemde Osmanlı'nın Batı'yla yaraşır hale geldiğini iddia ederler.

1838 yılına gelindiğinde Sultanın fermanı ile tıp fakültelerinde kadavra kullanımına ve anatomi dersinin okutulmasına izin verilir. 1831-32 yıllarında İstanbul'a gelen Amerikalı doktor James DeKay boğazda yaptığı bir gezinti sırasında açık havada yapılan bir tıp dersini izlerken duyduklarına şaşıracak, hayran kalacaktır. DeKay yakından izlemeye başladığı ders sırasında merakla sorguladığında, konferansı veren bilim insanının, Tıp Fakültesi Yönetim Kurulunca koleraya karşı hazırlanan önlemler paketini Padişahın iradesi uyarınca halka açıkladığını öğrenecektir. Bu kendi ülkesinde bile görmediği ilginç bir gelişmedir.

James DeKay

Sadece 1812 yılında on binlerce insanın ölümüne yol açan kolera o günlerde artık büyük bir tehlike olmaktan çıkmıştır. II. Mahmut salgın hastalıklarla savaşta din adamlarının da büyük desteğini görmüş, karantina istasyonları ve hastanelerle onu takip eden oğlu Abdülmecid dönemi itibariyle 1844 yılına kadar salgın hastalıkların kökü kazınmıştır.

II. Mahmut döneminde yayımlanan ve Niyazi Berkes hocanın "Türkiye'de Laikliğin Gelişimi" kitabında yer verdiği "resmi rapor" adeta laikliğin manifestosu olarak o dönemdeki aydınlanmanın fotoğrafını çekmektedir:

"Her türlü eser ve sanat bilimin ürünüdür. Dini bilgiler ahirette kurtuluşa hizmet eder, ancak bilim insanın mükemmelleşmesini sağlar. Astronomiyi dikkate alırsak, denizde navigasyonla yol bulmamıza yardımcı olduğu gibi, ticarette de bize yol gösterir. Matematik hem silah sanayiinde hem de askeri alanda bizlere yardımcı olur. Buhar gücünün kullanımında olduğu gibi gördüğümüz her yeni buluş, bilimsel amaçla yapılan çalışmaların ürünüdür. Bilimsel gelişmelerden habersiz toplumlarda ticaret ve kazanç imkanı olmadığı gibi bilime inanmayan toplumlar, insanlar devletini ve ülkesini sevmez. Bilime ve onun hünerine sahip olmak her şeyin üstündedir; ona sahip olmadan hiçbir şey yapamayız."

Sakallarını traş ettiği için "Gavur Padişah" olarak da anılan II. Mahmut 31 yıl tahtta kalır. İngiliz tarihçi Harold Temperley onu Kanuni'den bu yana Osmanlı'nın en büyük padişahı olarak değerlendirir. Tarihçi Yılmaz Öztuna da "Bugünkü Türkiye'de Atatürk ne ise, o günün Türkiye'sinde Sultan Mahmut o idi. Öyle prensipler koydu ki, öldükten sonra bile mezarından rejimini yönetiyor, kimse dokunamıyordu." ifadesini kullanır. Yeniçeri Caddesindeki türbesinde "Büyük bir padişah, adil ve bilge imparatorluğun güneşi, doğunun kapılarını yeni bir yaşama açtı." ibaresi yazılıdır.

II. Mahmut dönemi ve sonrasında bir hukuk sistemi olarak İslami şeriat düzeninin izi yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Hukuk alanında atılan adımlar sonraki padişahlar döneminde de birbirini izler.

Mahmut'tan sonra, 1840'lı yıllar Avrupa'da "Scepticism-Kuşkuculuğun" ön plana geçtiği bir dönemin başlangıcıdır. Darwin'in yayımladığı "Türlerin Orjini" kitabı Avrupa ve dünyada sadece dini inançlar üzerinde değil, siyasi hareketlenmede de tetikleme yapmıştır. Fransa'yı izleyen devrim süreci Polonya ve Macaristan'da isyanlar, devrim girişimleri şeklinde ortaya çıkar. Yüzlerce Macar ve Polonyalı bilim insanının Osmanlı'ya göç etmesine neden olur. İstanbul'daki eğitim çevreleri bu gelişmeden çok yararlanır.

O günlerin birinde, 1848 yılında İstanbul'a gelen İngiliz Charles MacFarlane Galatasaray'daki Tıp Fakültesinde yapılan eğitim çalışmalarını yerinde gözlemler:

"Anatomi dersinde, 12 öğrencinin mermer masa üzerinde bir zencinin kadavrasını nasıl parçalara böldüğünü izledik. Diğer tarafta Nubian kökenli başka bir kadavranın parçaları özenle masada düzenle sıraya konuluyordu. Öğrencilerin çalışırken birbirleriyle sohbet edip, neşeyle kahkahalar atmaları dikkatimizi çekmişti … Öğrencilerden birine ‘Bu yaptığınız sizin dininize uygun mu?' diye sordum. Bana dönüp 'Bayım kimse gelip Galatasaray Tıp Fakültesinde din var mı diye sorgulamamalı' şeklinde yanıt verdi."

Galatasaray'daki Tıp Fakültesinde anatomi dersi

MacFarlane daha sonra Üsküdar'daki başka bir hastaneyi ziyaret ettiğinde de ilginç bir olayla karşılaşır. Divanın üzerinde açık vaziyette duran kitap dikkatini çeker. "Systeme de la Nature - Doğanın Düzeni" başlıklı kitap Paris'te basılmış bir eserin kopyasıdır. Baron d'Holbach'ın Darwin'in etkisiyle Katolik düşünceye tepki olarak yazdığı bir el kitabı olduğunun farkına varır. Kitabı heyecanla gözden geçirip, yerine koyarken bir Türk doktor yanına gelerek, kitap hakkında yorum yapar: "Baron d'Holbach gerçekten büyük bir bilim adamı. Her zaman doğruyu yazdığına, yazdığı her şeyin doğru olduğuna eminim." der.

II. Mahmut kendi döneminde imparatorluğun bütün vatandaşlarını cami, kilise ve sinagoglar gibi farklı mekanlarda ibadet etseler bile birbirlerinden ayırmadığını "hepsinin babası olduğunu" 1830 yaptığı bir konuşmada vurgulamıştır. Bu beyanı, oğlu Abdülmecid döneminde ilan edilecek olan Tanzimat Fermanı'nın işaret fişeği gibidir. Mahmut 29 Haziran 1839 günü hayatını kaybeder. Yerine gelen her iki oğlu da (Abdülmecid 1839-61 ve Abdülaziz 1861-76) kesintilerle de olsa eğitim ve hukuk başta olmak üzere reformlara devam ederler. Aydınların ikazlarını dikkate alır, ülkelerinin yolunu doğru yöne çekmeye çalışırlar.

Abdülmecit tahta ilk çıktığında Mustafa Reşit Paşa'dan Auguste Comte gibi pozitivist felsefenin kurucusu filozoflar hakkında bilgiler alır. 3 Kasım 1839 günü Tanzimat Fermanı ile ülkede yepyeni bir düzen başlatır. "Meclisi Valayı Ahkamı Adliye- Adalet Yüksek Kurulu" ile İmparatorlukta ilk defa yasa tasarılarını hazırlayan bir yüksek kurulu kurarak, demokratik bir gelişmeye adım atar. Abdülmecit döneminde önce Ceza Kununu, sonra Ticaret Kanunu hazırlanarak yürürlüğe konulur. Bu dönemde, Harp Okulu, Tıbbiye ve Mülkiye gibi okullar batılı anlamda eğitim vermeye başlarlar.

İstanbul'da sanat hayatı da canlanmıştır. İtalya'dan operalar gelmeye başlar. Verdi'nin Hernani operası 1844 yılında yazıldıktan iki yıl sonra İstanbul'da sahneye konulur. Otello, Milano Scala'da sahneye konulduktan bir yıl sonra İstanbul'da gösterime girer. Franz List 1857 yazında geldiği İstanbul'da gelip beş hafta kalır. Sarayda ve Büyükdere'deki Avrupa otelinde konserler verir. İstanbul'da sanat hayatı Avrupayı aratmayacak bir çizgide devam etmeye başlamıştır.

Franz List'in İstanbul'da olduğu günlerde, Mısır Hidivi kardeşi İsmail Paşa'nın baskısıyla İstanbul'a kaçıp, yaşamaya başlayan Prens Mustafa Fazıl Paşa demokrasi yolunda çaba gösteren aydınlara destek olmaktadır. 1862 yılında Padişah Abdülaziz'e açık bir mektup yazarak, Osmanlı ülkesinin içinde bulunduğu ciddi sorunları samimi bir dille anlatır. Demokrasinin önemini vurgulayarak adeta bir anayasa dersi verir. Bu, ülkede yazılan ilk siyasi manifestodur:

"Efendim, Sizin tebanız ikiye ayrılmış durumdadır, bir grup hiçbir kısıtlama olmadan diğerlerini ezmekte, diğer grup da merhametsizce ezilmektedir… Bu sorunun çözümü için, kişi hak ve özgürlüklerinin teminat altına alındığı, yabancıların Osmanlıların işine müdahalesinin engellendiği, dinin dünyevi ilişkilerden uzaklaştırılarak sarayın kendi içinde kutsal bir anlam olarak tutulduğu bir modeli uygulamanız ve imparatorluğu korumanız için bir Anayasa hazırlamanız gerekiyor..." 

Prensin bu ifadeden sonra kullandığı dikkat çekici ikazı, ülkenin aydınlanma sürecini etkileyecek bir tondadır.

"Din işlerini dünyevi işlerden ayırmazsanız, din hem dünya işlerini hem de kendisini yok eder."

Prens Mustafa Fazıl'ın mektubu, padişaha doğrudan sunulan bir mektup olarak modern Türk siyasi tarihinin en önemli belgelerinden biridir. Doğrudan yönetimi hedef alan, hatta yöneticileri derinden etkileyen ifadeler taşımaktadır. Bu mektup, demokratik değerleri ülkede tanıtmaya çalışan aydın Türklere, rehber olur. Mektubun taş baskı 50.000 nüshası İstanbul'da ve imparatorluğun birçok şehrinde dağıtılır. Namık Kemal, Abdülhamit Ziya (Ziya Paşa) ve Ali Suavi gibi isimler, bu süreçte yönetime olan eleştiri dozlarını gittikçe artırırlar. Ancak, dini esaslara göre yönetilen geleneksel Osmanlı devlet yapısından laik, seküler yapıya geçmek için daha çok uzun bir zamana ihtiyaç vardır. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet Türkiye'si Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bu hayali gerçekleştirecektir.

Ali Suavi

KAYNAKÇA

  1. The Islamic Enlightenment, The Struggle Between Faith and Reason, 1798 to Modern Times-Christopher DE BELLAIGUE.
  2. HISTORY - From the Dawn of Civilization to the Present Day-Editorial Consultant Adam Hart DAVIS.
  3. Kayıp Aydınlanma-Arap Fetihlerinden Timur'a Orta Asya'nın Altın Çağı-S Frederic STARR - Çeviren:Yusuf Selman İNANÇ.
  4. The Faber Book of REPORTAGE-The Execution of Lous XVI, 21 January 1793. Report by a Priest of His Majesty's Household-Edited by John CAREY.
  5. Vatan yahut Silistre: Osmanlı'da ilk uyanış, yeni bir başlangıç-Enver GÜNEY, T 24 Pazar Yazıları, 17 Mayıs 2020.
  6. Islahatçı-Yenilikçi Padişah Sultan II. Mahmut Dönemi (1808-1839)-Ahmet DEMİR, Mevzuat Dergisi, Yıl:8, Sayı:88, Nisan 2005.
  7. How Europe Made the Modern World- Jonathan DALY
  8. Abdülmecit – İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl- Hıfzı TOPUZ.
  9. Nizâm-ı Cedid Düşüncesinde Batılılaşma ve İslami Modernleşme-Kahraman ŞAKUL

Enver Güney kimdir?

Enver Güney 1956 yılında Kars'ta doğdu. Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'ni 1973 yılında tamamladı. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden mezun oldu.

1978 yılı Nisan ayında çalışmaya başladığı Maliye Bakanlığı'nda 1988 yılı sonlarına kadar Maliye Müfettişi ve Maliye Başmüfettişi olarak görev yaptı.

Amerika Birleşik Devletleri Vanderbilt Üniversitesi'nde ekonomi üzerine yaptığı yüksek lisansını tamamlamasının ardından Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'in Maliye Bakanlığı döneminde Bakan Özel Danışmanı olarak atandı. 1988-1991 yılları arasında Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü'nde Daire Başkanı olarak çalıştı.

İzleyen dönemde, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nda Serbest Bölgeler Genel Müdür Yardımcılığı (1991-1993), Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü (1993-1994) görevlerini yürüttü. Bu görevi sırasında ‘Türk Serbest Bölge modeli'ni yeniden yapılandırdı.

Müsteşarlığın ikiye ayrılmasından sonra, Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'ne atanarak 1994-1997 yılları arasında üç yıl Genel Müdür olarak görev yaptı.

Kamuda çalıştığı dönemde OECD Mali İşler ve Çokuluslu Şirketler-Uluslararası Yatırımlar komitelerinde Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nı temsil etti. Bu dönemlerde, çevre ile ilgili konuların uluslararası maliye ve muhasebe literatürüne girdiği ilk kurum olan Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Muhasebe Standartları Komitesi'nde iki dönem Türkiye'yi temsilen daimi üye olarak görev yaptı.

Hazine'yi temsilen Enerji Bakanlığı Enerji Fonu Kurulu üyesi olarak da görev aldı. Özelleştirme öncesinde Sümerbank (bankacılık) Yönetim Kurulu üyeliği ve Soma Elektrik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü.

Özel sektöre geçtikten sonra 1997 ile 2001 yılları arasında Denizbank Yönetim Kurulu üyeliği ve Zorlu Holding - Vestel'de Dış İlişkiler Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu. 

Kısa bir süre yeminli mali müşavir / proje ve yatırım danışmanı olarak çalıştı; 2005-2007 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu Yönetim Kurulu üyeliği yaptı.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu "DEİK" bünyesinde yer alan Türk-ABD, Türk-Kanada, Türk-Letonya, Türk-Arjantin, Türk-İngiliz ve diğer ülkelerle kurulan iş konseylerinde yürütme kurulu üyesi ve başkanı olarak uzun yıllar çalıştı.

2005-2019 yılları arasında Uni-Mar Enerji Yatırımları A.Ş.'de Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı.

"An Empirical Study of the Ratchet Effect on Money Demand for Selected Countries" başlıklı kitabı 1993 yılında Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirmeler Genel Müdürlüğü tarafından yayımlandı.

T24'de yer alan yazılarının yer aldığı ikinci kitabı "Tarih Tesadüfleri Sever" Kasım 2022'de yayımlandı.

Enerji, vergi, dış ticaret ve yatırım politikaları, tarih ve uluslararası ilişkiler üzerine çeşitli dergi ve gazetelerde çeviri ve yazıları yayımlandı. 2020 yılından itibaren T24 Haftalık'ta yazan Enver Güney evli ve iki çocuk babası.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de yakın dönemde yaşananlar: 1 Mart Tezkeresi’nin gelişmelere etkisi ve sonrası?

2011 yılına gelindiğinde, tarım sübvansiyonlarının önemli ölçüde azaltılması ve yüksek enflasyon Suriye’de orta sınıfın ciddi ölçüde geçim derdine düşmesine neden olacaktır. 2008-2011 arasındaki dönemde küresel ısınmadan kaynaklanan büyük kuraklık felaketin ilk habercisidir

Roman Stashkov'un zoraki diplomatik görevi

Brest-Litovsk Barış Anlaşması, Lenin’in devriminin bitiş çizgisi olarak adlandırılır. Anlaşma boyunca izlediği yol ve politika, onun bireysel mücadelesinin ve gücünün göstergesidir. Lenin bu konuda hiçbir uzlaşmaya yanaşmamıştır. Onun belirlediği koşullar ve sınırlar dışında, devrim için belirlediği yoldan hiçbir fedakarlık yapılmadan yola devam edilir. Bu kararlı tutumu ve inatçılığı, Bolşeviklerin diğer devrimci partilerden ayrışmasına ve parti içinde birçok önemli görüş ayrılığına neden olur. (Orlando Figes-A People’s Tragedy)

Amerika'nın ilk koloni önderlerinden John Smith, Kızılderililerden önce Türklere esir düştü

Kaptan John Smith, henüz 21 yaşındayken Türklerle çarpışır ve esir düşer. Kaçmayı başarıp, İngiltere’ye döndükten sonra Amerika’nın ilk kolonileşme mücadelesinin tam içinde yer alır. Virginia’daki ilk keşif yürüyüşü sırasında bu defa yerlilere esir düşer ve kabile şefinin kızı Pocahantas sayesinde hayatta kalmayı başarır. Yaşamı kitap ve filmlere konu olur.

"
"