18 Kasım 2024

Trump’ın düşünce dünyasını şekillendiren “şeytani” karakter: Roy Cohn

Yeni ABD Başkanı’nın yaşam felsefesini oluştururken örnek aldığı bir isim var: Uzun süre avukatlığını da yapan Roy Cohn. Narsisist, yalancı, vicdansız ve olduğu kişiden utanarak yaşayan bu karakter ABD’nin 50 yılına damga vurmakla kalmamış, “çırağı” genç Trump’a acımasız felsefesini bir “usta” olarak aktarmış.

Size bugün yakın zamanda izlediğim üç film üzerinden ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın düşünce dünyasını şekillendiren bir ismi anlatmak istiyorum.

Filmlerden biri “The Apprentice”. Yani “Çırak”. “Trump’ın Hikayesi” adıyla yakın zamanda Türkiye’de vizyona girdi.

The Apprentice bir kurmaca değil. Gerçek olaylara dayanıyor ama içinde kurmaca öğeler de var tabii. Aslında tüm film boyunca genç Trump’ın avukatıyla olan ilişkisini izliyoruz.

Donald Trump filmi “ucuz”, “iftiralarla dolu” ve “siyasi olarak kendisini baltalamak için yapılmış bir film” olarak tanımladı ve yapıma dahil olanları da “pislik” diyerek aşağıladı.

Sadece bunlar bile filmi dikkate almak için bir sebep kanımca.

Filmde Trump’ın gençlik yıllarında mentorluğunu yapan, ona kurtlar sofrasında nasıl davranması gerektiğini öğreten avukatın ismi Roy Cohn.

Tabii ben böyle bir karakteri görünce sadece bu filmle yetinemedim. Başladım Roy Cohn’u araştırmaya…

Araştırırken iki de belgesele denk geldim. İlki “Where’s My Roy Cohn”, yani “Nerede benim Roy Cohn’um”. Trump’ın her başı sıkıştığında bu acayip figürü etrafında istemesinden dolayı bu ismi vermişler belgesele.

Diğeri ise HBO’nun “Bully. Coward. Victim. The Story of Roy Cohn” ismindeki belgeseliydi. Yani "Zorba. Korkak. Kurban. Roy Cohn'un Hikayesi".

Belgesellerle The Apprentice’in anlattıkları birbirini tutuyordu. Yani film de gerçeğe olabildiğince sadık kalarak kaleme alınmıştı.

Bu arada Roy Cohn’u Hollywood’da bir de meşhur “Angels in America” dizisinde görmüştük ve Al Pacino canlandırmıştı.

Neyse… Hem bu üç film hem de üzerine yaptığım Roy Cohn araştırması sonrası Trump’ın fikriyatını bu kadar etkileyen bir karakteri sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Başlayalım.

Zengin ailenin şımarık çocuğu

Roy 1927’de Yahudi bir ailenin tek çocuğu olarak Bronx’ta dünyaya geliyor. Aile epey varlıklı. Düşünün Büyük Buhran’da batan “Bank of United States” ismindeki bankayı dedesi kuruyor, sonradan banka iflasa kadar dayısı tarafından yönetiliyor.

Büyük dayısı da oyuncak trenler üreten meşhur “Lionel Corporation” şirketinin sahibi.

Babası hukukçu. Kendi de babası gibi hukuk okuyor, Columbia’yı bitiriyor ama hayattaki asıl önemli figür annesi.

Annesi Roy’un tüm yaşamındaki en önemli insan. Oğluna kelimenin tam anlamıyla “aşık” bir anne. Bir dediğini iki etmiyor, sürekli arkasında, sürekli fikir veriyor, özel hayatı dahil her şeyine karışıyor.

En önemlisi Roy’u sürekli onaylıyor. Anne Dora’ya göre her konuda Roy haklı. Roy’la fikir ayrılığında düşen herkes kötü, düşman. Roy hayattaki en büyük onayını annesinden koşulsuz alıyor.

Rosenberg davası savcısı ve sonrasında McCarthy’nin ikinci adamı

Çok zeki bir adam Roy. Hukuku bitiriyor, zaten aile New York sosyetesinde hatırı sayılan bir aile, çok genç yaşlarda kariyerinde hızla yükseliyor.

O kadar ki, daha 21 yaşında baroya kaydoluyor ve savcı yardımcısı olarak göreve başlıyor. Bu arada New York’taki “Komünizmle Mücadele Komitesi”nin yönetimine giriyor.

24 yaşında Amerikan tarihine geçen davaların birinde, Julius ve Ethel Rosenberg çiftinin Sovyetler Birliği’ne nükleer sırları aktardığı suçlamasıyla yargılandıkları davada kilit bir rol üstleniyor ve Rosenberg çiftinin idam edilmesini sağlıyor.

Bu “başarısı” sayesinde yine Amerikan tarihinin en karanlık figürlerinden, filmlere de konu olan FBI direktörü J. Edgar Hoover’ın dikkatini çekiyor. Komünist avcısı Hoover’ın referansıyla devlette komünist temizliği yapmayı görev edinen bir başka meşhur ismin; Joseph McCarthy’nin baş danışmanlığına yükseliyor.

Bu “müthiş” ikili başlıyorlar birlikte komünist avlamaya…

Federal hükümetin tüm yetkililerine büyük bir korku salıyorlar. Herkes bu ikilinin “avı” olmaktan korkar hale geliyor.

Yetmiyor, sıra geliyor eşcinsellere. Roy Cohn ve McCarthy eşcinsel olduğunu düşündükleri herkese dava açıyorlar, şantaj yapıyorlar.

Fakat şöyle bir durum var: Roy Cohn bir eşcinsel!

Ölene dek bunu kabullenmese de aslında etrafındaki herkes bu durumu gayet iyi biliyor. Belgeselde akrabaları dahil tüm tanıklar Roy’un bir eşcinsel olduğunu, bunun da bilindiğini dile getiriyor.

Nasıl bilinmesin ki. Roy âşık olduğu adam olan G. David Schine isminde yakışıklı ve zengin bir figürü yanına, yani McCarthy’nin ekibine dahil ediyor.

McCarthy’nin sonunu Roy’un aşkı getiriyor

Schine’e o kadar aşık ki, hem kendi başını hem de McCarthy’nin başını bu aşk yakıyor. Roy askere giden sevgilisine askerde özel muamele yapılmasını bizzat görevli askerlerden talep ediyor. Bu talebi yerine gelmeyince Amerikan ordusunu karşısına alıyor ve McCarthy’nin de “gazı almasıyla” ordunun içinde komünistler olduğu suçlamasıyla Savunma Bakanlığı ve orduyla mahkemelik oluyorlar.

McCarthy’nin komünist avının sonu bu dava yüzünden geliyor.

Roy istifa ediyor ve New York’ta özel avukatlık yapmaya başlıyor. Acımasızlığını ve şantajcılığını avukatlık yaşamında da sürdürüyor.

Savcılıktan mafya avukatlığına…

“Ben dava dosyasına bakmam, hâkimin kim olduğuna bakarım” diyerek sürdürüyor mesleğini. Hâkimin zayıf noktasını, tehdide müsait bir açığını yakalamayagörsün. Affetmiyor. Bu sayede davaları kaybetmiyor da…

Müşterileri arasında kimler yok ki… New York mafyasının en önde gelen aileleri: Salerno’lar, Galante’ler, Gigante’ler…

Ve nihayet 70’lerin ortasında yolu Trump’la kesişiyor. Trump’a ve babasına karşı o sıralarda siyahilere evlerini kiralamadıkları için açılmış bir kamu davası var. (Düşünün, bu adam şu anda ABD Başkanı.) Başta o dava olmak üzere, Trump Towers’la ilgili vergi affı dahil Trump’ın pek çok davasına Roy bakıyor.

“Asla hatanı kabul etme, asla güçsüz görünme”

Roy muhtemelen o esnada süklüm püklüm kendisine gelerek davasına bakmasına ricacı olan genç Trump’ta ne gördü de onun gibi isimsiz birinin avukatı olmayı kabul etti bilmiyoruz.

Lakin hayatı başta kendine yalan söylemekle geçen, eşcinselliğini ömrü boyunca kabul etmediği gibi tüm eşcinsellere savaş açan böyle bir figürün Trump’ın bugününü anlamakta çok önemli olduğunu düşünüyorum.

“Hayatta hiçbir yanlışını kabul etmeyeceksin. Suçlandığında her şey ayan beyan olsa da sonuna kadar reddedeceksin. Asla güçsüz görünmeyeceksin. Asla duygularınla hareket etmeyeceksin. Asla acımayacaksın. Asla yaptıklarından pişman olmayacaksın…”

Bunlar Roy’un hayattaki olmazsa olmaz prensipleri. Bir de Trump’a bakın bakalım, bir benzerlik görecek misiniz?

Amerikan kültürünün ve vahşi kapitalizmin yarattığı bir karakter Roy Cohn.

Her koşulda kazanmayı, asla kaybetmemeyi, dünyada en önemli şeyin galip ve güçlü olmak olduğunu öğütleyen bir sistemin ürünü olarak yaşamış ve ölmüş.

Önce kendine, sonra çevresindeki herkese bir ömür boyunca yalan söylemiş, bu nedenle zerre vicdan azabı çekmediği gibi en doğru şeyi yaptığına inanarak sürdürmüş hayatını.

Narsisizmin her şeyiyle bir insanda vücut bulmuş hâli diyebiliriz.

Roy bile Trump’ı kendinden daha acımasız buluyor

Düşünün, böyle bir insan bile Trump’ı anlatırken “söz konusu insanlara karşı duyguları olduğunda Trump’ın yanında kendinin esamisinin okunmayacağını” söylüyor ölmeden bir süre önce.

Ve 1986’da AIDS’ten ölüyor Roy.

Bir “eşcinsel hastalığı” olarak gördüğü hastalığını bile son güne kadar inkâr ediyor. “Karaciğer kanseriyim” diyor karşısındakinin gözlerinin içine bakarak.

Trump pek tabii ki en kötü günlerinde yanında olmuyor. Ustasını ölüme terk ediyor, sırtını çeviriyor, belki de tiksiniyor ondan.

Ne derler: Kurtlukta düşeni yemek kanundur.

Bir kurt gibi sürdürdüğünü sandığı yaşamının son günlerinde bir çakal gibi kuytularda yalnız başına sürünüyor Roy.

Kendine ve güce aşık herkes gibi ölümünden sonra lanetle, kahırla, küfürle anılıyor.

Kendine ve güce aşık herkes için kıssadan hisse…

İyi haftalar.

Eray Özer kimdir?

Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi.

Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti.

Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı.

Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin “âşık olduğu” bir katil ve toplumsal patlama ihtimâli

ABD’de yaşanan UnitedHealthcare suikastı gibi bir olay yaşam şartlarının tetiklediği bir deliliğin, şuur kaybının ve şiddet ihtiyacının alt sınıflardan orta sınıflara doğru kaydığını göstermesi açısından görmek isteyen için pek çok ders taşıyor. Zira orta sınıfta yaşanacak bir toplumsal patlama öncekilere benzemeyecektir

Sayın Serdar Adalı ve Sayın Hüseyin Yücel… Çarşı’nın dediği gibi: Tarih her şeyin şahididir, yapmayın!

Zamanın ruhu bizi ne kadar değiştirmiş olursa olsun Beşiktaş taraftarı hâlâ Karadeniz’e kanser araştırma hastanesi talep eden taraftardır. İşte o yüzden memleketin herhangi bir karışında biten çiçeği kopararak gelecek şampiyonluklar yerine, kesile kesile avuç içi kadar kalan Çamlık’ta bir öğle sonrası kümede kalma hayalleri kurmayı yeğler bu taraftar

Kuantum çipler, patlayan scooter’lar, “ananı babanı öldür” diyen yapay zekâlar…

Sürekli “Acaba şifrem çalınır, hesaplarım hack’lenir mi,” “Acaba evladım sosyal medyada, yapay zekâdan olumsuz etkilenir mi,” “Acaba güvende miyim, hayatım tehlikede mi” gibi korkularla yaşamak zorunda olduğumuz bir hayat bizi nasıl yormasın! Yoruyor elbet… Lakin bu bir gerçeklik

"
"