10 Mart 2024

Üç kadın

Ninem kadar açık sözlü, annem kadar dirençli ve inatçıyım. Tam bir asır boyunca zamanı aralarında yuvarlayan üç kadın

Başlangıçların heyecanı ile bitişlerin hüznü arasında,
Durup kalmakla, geçip gitmek arasında
Kavuşmanın sevincine karışan özlemin yakıcılığında,
Gölgelerin izinde, gölgeler ülkesinde bir yolcu

(Esin Şenol, Ocak 2020, Malta Mdina)

Rüyamda ninemi gördüm.

Kına turuncusuna karışmış beyaz saçları, kınanın kızarttığı avuçları ve başında oyalı yemenisi ile geldi.

Ben bir ıhlamur ağacının altında oturmuş ıhlamur kokusunu içime çekiyordum.

Annemin iyileşmesini, biraz da olsa sakinleşmesini bekliyordum.

Ninem, enfiye kokan buruşuk elleriyle, çocukluğumdaki gibi başımı okşadı.

Gitmesin, irkilmesin diye konuşmadım, kıpırdamadım.

Sabah koşarak anneme gittim.

Kırk beş gündür hiç çıkamadığı bir yatakta zihni iyiden iyiye dökülüp saçılmaya başlayan annemi yeniden toplamayı ya da bir az olsun toparlamayı umut ediyordum.

Yakamdan bir türlü düşmeyen şu hekimlik yüzünden her şeyi onarabileceğim sanrısıyla çırpınır dururum.

Annem bundan iki ay önce, evin içinde yatağının hemen yanında düştü ve kalçasını çatlattı.

Son iki yıldır bunun olacağından korkuyor, evin uygun şekilde düzenlenmesi, bir yardımcı ile ev düzenin yürütülmesi için adeta yalvarıyordum.

Neredeyse bu zamana dek yazılmış tüm kitapları okumuş, hatta evi kesif bir kağıt kokusuna boğacak kadar kitap biriktirmiş babam "Bizi kendi halimize bırak" diye itiraz ve inat ediyordu.

Ve o an geldi, korktuklarım ama yine de olmamasını umduklarım sökün etti.

Annem hastanede rehabilitasyon süresini tamamlayamadan da yorulmuş, unutmuş zihni arıza verdi.

Evi apar topar adeta hastaneye çevirdik.

Onu yeniden şimdiki zamana getirmek için bakımını evde sürdürmeye çalışıyoruz.

Ama o bir türlü dinginleşip yeniden zaman ve mekan uyumunu sağlayamıyor.

Yanına girmek, bedenine bakım vermek isteyen herkesi püskürtüyor.

Yalnızca babamın verdiği bakımı kabul ediyor.

Babamsa ondan da yaşlı ve o da olup biteni kavrayamıyor. 

Can havliyle kucaklayıp tuvalete filan götürmeye kalkışıyor.

Odaya girdiğimde annem çarşafın kenarını iki elinin arasına almış oynuyordu.

"Anne" dedim "Ninem geldi rüyama".

"Beni böyle görmesin çıldırır o" dedi.

"Yok seni değil, beni merak etmiş daha çok. İnat edip seni üzenler mi var diye sordu" dedim gülerek.

Gözüme bakıp "Zavallı Esin" dedi.

Hayatta başımıza gelenler beklenmedik karşılaşmalar, rastlantılar değil de sanki başımızın üzerinde taşıdığımız, umduklarımız ile korkularımızdan oluşan bir düşünce balonundakilerden ibaret.

Sanki artık çok tanıdık bir yabancı annem.

Ve acı çekiyor.

Ayakta ölmek en büyük dileğiyken, dağılan zihni artık kaslarına hükmedemiyor.

Haneke'nin Amour filmini seyrederken sulu sepken misali ağlamıştım.

İçerdeki odadan oğlum kafasını uzatıp, "Seninle film seyretmek istemeyişim bundan" deyivermişti.

Korktuğu şeyler başına geldiğinde insan, aslında o şeylerle ne kadar mesafeli olduğunu hiçbir zaman başına gelmeyeceğinden neredeyse emin olduğunu anlıyor.

Tıpkı ölümlü olduğunu bilirken öleceğine inanmamak gibi...

Öyle kırılgan varlıklar ve öyle emanet canlılarız ki, bu yaşamda acıyı da kaçınılmaz kılıyor.

Ama bu acıklı bir acı..

Ninem 77 yaşında kendi istediği gibi iki hastalık gününden hemen sonra ölmüştü.

Ben 13 yaşındaydım ve böyle apansız gidişine çok içerlemiştim.

Genç bir hekim olarak fakülteyi bitirdiğimde; biri verem, diğeri ishalden ölen iki ninemi düşünüp, keşke bugünü görebilseler diye düşünmüştüm.

Sonra orta yaştaki kalp ameliyatından on yıl sonra kalbi bu kez aile sofrasında duran anneme müdahale ettim ve ameliyata yetiştirdim.

Yakama yapışan hekimliğime, ninemden öğrendiğim direngenlikle annemden öğrendiğim inatçılığa minnet duydum.

Pandemi döneminde annemle çocukluk evimdeki balkonun altından konuşurdum.

Acımasızca "Kilo aldın dikkat et", "Yüzün çok kırıştı nivea sür" diye öğütler verirdi.

İnatçı, huysuz annemle aram çok iyiydi.

 Hiçbir şeyden korkmazdı ama bana musallat olan saplantılı kişi onu çok korkutmuştu.

Şimdi psikiyatrinin desteği için "Neyi sever, neyi sevmez" diye sorduklarında kardeşimle göz göze gelip sevdiklerini bir çırpıda sıralarken; "Çocuklarını, çiçekleri, CHP'yi"...

Sevmediği şeyleri hemen kolayca sayamadık. "Yalanı, haksızlığı" dedik ama işe yarayacak somut bir şey söylemediğimizi fark edip durduk.

Sevdiği şeyleri anlamış, sevmediği şeyleri yeterince kavrayamamıştık belli ki.

Zaten onlar duygulara dokunmaktan imtina eden bir kuşaktı

Annem ninemin öldüğü yaştan on yıl sonra bu tuhaf fırtınayla sarsılıyor.

Hastalanıp yatağa düşmeden hemen önce nasıl olduğunu sorduğum bir telefon konuşmamızda "Titreyen bir yaprak gibiyim" demiş ben de "anneee " diye kıkırdamıştım.

Hekim yüzü görmeyen ninelerimin aksine tüm hekim arkadaşlarım büyük bir ihtimamla destek veriyorlar.

Hiç istemediği şekilde girdiği bu tünele benim elim ise erişemiyor.

Akılla yürütülmesi gereken bir süreçteyim, ama sıklıkla yüreğim tutuşuyor.

"Yürek soğutan bu" derdi benim için ninem. Kendi yüreğimi soğutmakta zorlanıyorum.

Kederiyle ağırlaşmış acısını sık sık tütünle harmanlayan ninemin doğmuş olan tüm erkek çocukları öldüğü için kocası; yani benim hiç tanışamadığım dedem, onun izniyle onun seçtiği başka bir kadınla daha evlenmişti.

Annemle teyzem, şehrin en çirkin kadınını bulmuş diye kıskıs gülerlerdi.

Okuma yazması yoktu.

Dedem ölünce parasına, tapusuna erişmemiş, hukukçu olan babam sonradan her şeyi toparlamıştı.

Ama o kocaman konağı en kalabalık aile olan teyzeme bırakıp elinde küçük bir valizle kalakalmıştı.

Bize geldiğinde valizini açarken arkasında durur bakardım.

Kenarı dantelli yemeniler, ölürse kimseye yük olmasın diye hazır bir kefen kumaşı, bir mendile sarılı para, kutu kutu tütün, sabun, kolonya, renkli kocaman boncuklu tespihler...

Sırasıyla çocuklarının evlerinde kalır, kendi başınalığın özlemini çekerdi.

Ninem, annem ve ben bir ıhlamur ağacının altındayız.

Ninem kadar açık sözlü, annem kadar dirençli ve inatçıyım.

Tam bir asır boyunca zamanı aralarında yuvarlayan üç kadın.

Hava kararıp el ayak çekilene dek durmaksızın çalışan üç kadın.

Ninemi ve rüyamı anlatırken annem beni kendine doğru çekip "Göz makyajını çıkarmadan uyuma sakın zararlı" dedi.

"Ahh anne, ahh n'olur bize yardım etsen" dedim.

Önüne bakıp güldü..

Her odasının dört duvarı babamın kitaplarıyla çevrili odalardan birinde bir yatakta yatarken zihninden dağılanlar arasında en tutarlı olan babama sitem ve ondan talepleri.

Evlendikleri zamanı ve bugüne dek yaşadıkları şehirleri soruyor terapist.

Aşkı bildiler mi, neyi özlediler, düşleri neydi, neden bu kadar çok çekişirlerdi hiç bilmiyorum.

Upuzun bir zaman önce başlamış yorgun bir hikâyenin hüzünlü sonuna yaklaştılar.

Gülerek, "Necla Hanım, canım annem, yorma yıpratma artık zihnini diyorum".

Ihlamur kokusunu içime çekiyorum.

Güzel uykularda güzel düşler görüp ona anlatayım diye ıhlamur kaynatıp içine limon sıkan nineme gülümserken onu gözden kaybediyorum.

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

Ağaçların gözyaşları

Artık uğruna çabalamaktan vazgeçmeye durduğum sevinçli zamanları düşlemeye dahi mecalim yokken sevinç, geçmiş zamanın küllerinden boy veriyor

"
"