24 Kasım 2024

25 Kasım: Yaşamak için direnmek

Dedé, hayatını kız kardeşlerinin hikâyelerini anlatmaya adadı. Çünkü kadın katillerinden hesap sormak kadar öldürülen kadınların anılarını yaşatmak ve onların sadece birer rakamdan ibaret olmasına izin vermemek de mücadelenin bir parçasıydı

Ni Una Menos: Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz

Cynthia Enloe, uluslararası siyaseti feminist bir bakış açısından incelediği 1989 tarihli eseri Muzlar, Plajlar ve Askeri Üsler’de, feministlerin “Kişisel olan politiktir” sloganına yeni bir boyut eklemişti:

“Kişisel olan uluslararasıdır.”

Bu açılım, özel alan ile kamusal alan arasındaki cinsiyetçi ayrımı yıkmakla kalmıyor, devlet merkezli uluslararası İlişkiler disiplinine de meydan okuyordu.

Enloe’nun eklediği uluslararasılık boyutu, kadına yönelik şiddet meselesinin yapısal ve sistematik bir şiddet sorunu olarak anlaşılması açısından da önemliydi.

Bugün nasıl “Kadın cinayetleri politiktir” diyorsak “Kadın cinayetleri uluslararasıdır” demenin önemini de açıkça görebiliyoruz.

UN Women (Birleşmiş Milletler Kadın Birimi) verilerine göre, 2022’de dünyada 89 bin kadın cinayeti kayda geçti. Bu cinayetlerin 48 bin 800’ü duygusal eş veya aile içi bireyler tarafından işlendi. 2023 verileri, yarın (25 Kasım 2024’te) açıklanacak ancak UN Women şimdiden “2023’te dünya genelinde her on dakikada bir kadının öldürüldüğünü” duyurdu.

Yine UN Women tarafından yayımlanan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği 2023 Durum Raporu”, “dünyadaki hiçbir ülkenin, yakın partner şiddetini tamamen ortadan kaldıramadığını” açıkça ortaya koyuyor.

Kadınlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bir kişi daha eksilmemek için, nefes almaya devam edebilmek için mücadele etmek zorundalar. İşte bu yüzden kadına yönelik şiddetle mücadele de şiddetin kendisi gibi uluslararası bir olgu.

Her yıl “Kadına Yönelik Şiddete karşı Uluslararası Mücadele Günü” olan 25 Kasımlarda, kadınlar yaşama haklarını savunmak için seslerini bir kez daha yükseltiyorlar:

“Yaşamak istiyoruz!”, “Susma haykır, kadınlar vardır!”, “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!”, “Yasta değil isyandayız!”, “Kadın, yaşam, özgürlük!”, “Dikkat! Bu ülkede kadın katliamı var!”, “Balkondan düşersem inanma, ben yaşamayı seviyorum!”, “Regl kanından değil elindeki kandan utan!”, “Eğer sıradaki bensem anneme sarıl, bu şehri yak!”, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır!”, “6284’ü uygula!”, “Susma haykır, yaşamak haktır!” …

Cezasızlık, kadına yönelik şiddetle mücadelede en çok öne çıkan meselelerin başında geliyor. Kadınların sadece kadın cinayetlerini önlemeye yönelik gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için değil yasaların uygulanması için de mücadele etmeleri gerekiyor.

Kadınların toplumsal muhalefeti örgütleme ve toplumsal baskı oluşturma kapasitesi, çoğu durumda kadın katillerinin yasaların gerektirdiği cezayı almalarında belirleyici bir unsur oluyor. Bu da kadınların omzuna çok ağır bir sorumluluk yüklüyor: Kız kardeşlerinin katillerinden ve kadın cinayetlerinin tüm sorumlularından hesap sormak.

No Más Femicidios: Kadın Cinayetlerine Son

Latin Amerika’dan iki simge dava

Kadın cinayeti oranlarının çok yüksek olduğu Latin Amerika, aynı zamanda örgütlü kadın mücadelesinin de çok güçlü olduğu bir bölge.  

Kadın hareketlerinin kazanımları sonucunda, 18 Latin Amerika ülkesi kadın cinayetlerini ve toplumsal cinsiyete dayalı cinayetleri suç sayan yasalar çıkardı. Bu ülkeler:

Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Ekvador, El Salvador, Guatemala, Honduras, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Peru, Uruguay ve Venezuela.

Bu ülkelerden beşi (Brezilya, Şili, Kosta Rika, Honduras ve Küba) hariç diğerleri kadına yönelik şiddeti ele alan kapsamlı yasalara sahip ve bu yasaların tamamı kadınlara ve kız çocuklarına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet hakkında bilgi, kayıt, istatistik, gözlemevi, bilgi sistemi veya rapor üretilmesine ilişkin özel hükümler içeriyor.

Şiddete ilişkin kapsamlı yasaları olmayan diğer beş ülke, ceza kanunlarını bu suçu tanıyacak şekilde değiştirdiyse de kayıt tutma veya bu konuda veri üretme yükümlülüğü getirmedi.  

Kadına yönelik şiddeti önlemede devletin yükümlülüklerini vurgulayan yasal süreçlerin arka planında gün geçtikçe daha da büyüyen bir kadın mücadelesi var. Bu mücadeleleri, Latin Amerika’da kadına yönelik şiddetin simgesi haline gelmiş davaları anlatan Netflix belgesellerinde de izlemek mümkün.    

Sessiz Kalma: María Soledad Vakası

Sessiz Kalma: María Soledad Vakası (2024) adlı belgesel, Ni Una Menos (Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz) hareketinin doğduğu Arjantin’de, mücadelenin simgeleşmiş davalarından birini tanıklarıyla anlatıyor.

1990’da Arjantin’in Catamarca eyaletinde yaşayan 17 yaşındaki lise öğrencisi María Soledad Morales’in birden fazla kişi tarafından tecavüze uğraması ve vahşice öldürülmesi bütün ülkeyi dehşete düşürmüştü. Faillerin siyasi bağlantılarını kullanarak cinayeti ört bas etmeye çalışmaları, tüm ülkeye yayılan bir toplumsal adalet mücadelesini tetikledi.  

María Soledad (kısaca Sole), cinayetin gerçekleştiği 7 Eylül 1990 Cuma akşamı, sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir etkinliğe katılmıştı. Mezuniyet gezisi için bağış toplamak üzere bir diskotekte parti düzenlemişlerdi. Çıkışta eve gitmek için otobüs beklediği durak, Sole’nin görüldüğü son yer oldu.  

Sole, kendisinden on yaş büyük olan Luis Tula adlı birine âşıktı. Tula, onu duraktan aldı ve başka birine teslim etti. Bu kişi, dönemin milletvekili Ángel Luque’nin oğlu Guillermo Luque’ydi. Luque, onu bir partiye götürdü.

Bu partide dönemin belediye başkanının yeğenleri Pablo ve Diego Jalil, Vali Ramón Saadi’nin kuzeni Arnoldito Saadi ve emniyet müdürünün oğlu Miguel Ferreyra vardı.

Sole, burada kokainle uyuşturuldu, birkaç erkek tarafından cinsel istismara uğradı ve ardından vahşice öldürüldü.

Hem Vali Saadi hem de Milletvekili Luque’nin dönemin Devlet Başkanı Carlos Menem’e yakınlığı, cinayetin örtbas edilmesinde önemli rol oynadı. Tanıklar tehdit edildi, ilk başta verilen ifadeler geri alındı, cesedin bulunduğu alan bile taranmadı.

Cinayetin aydınlatılmasını sağlayan ise Sole’nin sınıf arkadaşlarının düzenlediği “sessiz yürüyüş” ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protestolar oldu. Sessiz yürüyüşler, zamanla sembolik bir eylem biçimine dönüştü. Binlerce kişinin “sessiz çığlığı” sayesinde tehdit edilmelerine rağmen tanıklar konuşmaya başladılar.

Tanıkların verdikleri isimler, büyük bir siyasi krize yol açtı. “Oğlum katil olsaydı ceset bulunamazdı” diyen Milletvekili Luque, Senato’dan ihraç edildi. Üzerinde baskı hisseden Menem, çok yakın dostu olan Vali Saadi’yi görevden aldı.

Cinayetten sekiz yıl sonra, 1998’de Guillermo Luque, suçun faili olarak 21 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Luis Tula ise tecavüz ve cinayete ikinci derecede iştirak etmekten dokuz yıl hapis cezası aldı. İkisi de iyi hal indiriminden yararlanarak bu süreleri tamamlamadan beraat etti.  

Adalet yerini bulmamış, sorumlular büyük ölçüde cezasız kalmıştı. Yine de toplumsal mücadele sayesinde “dokunulmaz” olanlara dokunmak mümkün oldu. Kız kardeşleri (adı yalnızlık anlamına gelen) Sole’yi yalnız bırakmamışlardı.

Marisela Escobedo: Üç Ölüm

Bir diğer belgesel, Meksika’dan. Marisela Escobedo: Üç Ölüm (2020), kadın cinayetlerinde cezasızlık olgusunun boyutlarını ve adalet sisteminin yapamadığını yapıp kızının katilini hapse attırmaya çalışan bir annenin sonsuz çabasını aktarıyor.  

Kadın cinayeti oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Meksika’da günde ortalama 12 kadın öldürülüyor. Chihuahua eyaletinin Juárez kentinde ailesiyle yaşayan hemşire Marisela Escobedo da o kadınlardan biriydi. Ne ki Marisela Escobedo bir kez değil tam üç kez öldürüldü.

Birinci ölümü, Ağustos 2008’de 16 yaşındaki kızı Rubí Frayre Escobedo’nun kaybolduğu zamandı. Polisin yapması gerekeni Marisela yaptı ve kızının erkek arkadaşı Sergio Rafael Barraza’nın peşine düştü. Kayıplara karışan Barraza, esas şüpheliydi. Bazı tanıkların ifadelerine göre, kız arkadaşını öldürdüğünü itiraf etmişti.

Marisela ve ailesinin çabalarının sonucunda Haziran 2009’da Barraza’nın yeri tespit edildi. Zacatecas’ta tutuklanan ve Juárez’e götürülen Barraza, cinayeti kendisinin işlediğini itiraf etti ve polisleri Rubí’nin yanmış ve parçalara ayrılmış cesedinin parçalarının bulunduğu çöp bidonuna götürdü. 

Ancak Barraza, Nisan 2010’da mahkemede verdiği ifadede, suçu işkence altında üstlendiğini söyledi ve masum olduğunu iddia etti. Mahkeme delil yetersizliğinden Barraza’nın serbest bırakılmasına karar verdi. Bu skandal karar, Marisela Escobedo’nun ikinci ölümü oldu.  

Marisela yine pes etmedi. Barraza’yı demir parmaklıklar arkasında görmeye kararlıydı. Bunun için ülke çapında bir kampanya başlattı, protesto gösterileri düzenledi, birçok eyleme imza attı. Karşı karşıya kaldığı adaletsizlik, onu gözü pek bir aktiviste dönüştürmüştü. 

Chihuahua eyaleti yetkililerine karşı bir dizi protesto eylemi başlatan ve Barraza’nın tutuklanmasını ve yeniden yargılanmasını isteyen Marisela, valilik binasının önünde sabahlıyordu. Bu süreçte Barraza’nın ailesinden ölüm tehditleri aldığını da söylemişti.

16 Aralık 2010 gecesi herkes Noel hazırlığı yaparken Marisela yine valiliğin önünde oturma eylemi yapıyordu. Sokak ortasında kimliği belirsiz bir saldırgan tarafından başına tek el ateş edilene kadar. Silahlı saldırganlar tarafından sokak ortasında öldürüldüğü an güvenlik kameraları tarafından kaydedilmişti. Bu onun son ölümü oldu.   

Ağır yaralanan ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden Marisela Escobedo, 52 yaşındaydı. Hayatının son iki yılını vahşice öldürülen kızının katilini yakalamaya adamıştı.

Marisela Escobedo’nun öldürülmesi emrini verdiğinden de şüphelenilen Barraza, 2012’de üyesi olduğu uyuşturucu çetesinin Meksika ordusuyla girdiği bir çatışma sırasında öldürüldü.  İşlediği suçlardan ötürü hiç hesap vermemişti.

Marisela Escobedo, kızının katilini parmaklıklar ardında göremedi. Ancak onun üç ölümü, Meksika’da toplumsal adalet mücadelesinin sembolü oldu.

Mirabal Kardeşler

Bu mücadelenin dünya genelindeki sembolü olan Mirabal Kardeşler’in öldürüldükleri günün üzerinden tam 64 yıl geçti. Onlar, çocuklarının özgür bir ülkede büyümesini isteyen ve bunun için ölümü göze alan kadınlardı.

Her ne kadar diğerleri gibi korku içinde yaşasalar da Dominik Cumhuriyeti Diktatörü “Generaller Generali” Rafael Trujillo’ya karşı seslerini yükseltmekten ve 20. yüzyılın en baskıcı rejimlerinden birine karşı örgütlenmekten çekinmediler.  

25 Kasım 1960’ta üç kız kardeş, Patria, Minerva ve María Teresa, Trujillo’nun emriyle öldürülmüş, geriye sadece dördüncü kız kardeş Dedé kalmıştı. 

Dedé, hayatını kız kardeşlerinin hikâyelerini anlatmaya adadı. Bu, “geçmişe saplanıp kalmak” demek değildi, “geçmişi bugüne beraberinde getirmekti.” Çünkü bunu yapan çok az insan vardı.[1] Çünkü yarım kalan hikâyelerin anlatılması gerekiyordu. Çünkü kadın katillerinden hesap sormak kadar öldürülen kadınların anılarını yaşatmak ve onların sadece birer rakamdan ibaret olmasına izin vermemek de mücadelenin bir parçasıydı.

Kitap önerisi: Toprakyiyen

Arjantinli yazar Dolores Reyes’in romanı Toprakyiyen, “kadın cinayeti kurbanlarına ve kurtulmayı başaranlara” adanmış. Roman, Spinoza’nın “Bir bedenin nelere kadir olduğunu kimse bilemez” alıntısıyla başlıyor. Daha en başından bu ithaf ve alıntı bile bize kitaba dair çok şey söylüyor. Zira kadın cinayeti davalarında en önemli tanık, maktulün bedeni oluyor.

Arjantin’de 1998’deki María Soledad Morales davasında, maktulün avukatı en önemli tanığın María Soledad’ın kendisi olduğunu, onun bedeni aracılığıyla bizimle konuştuğunu söylemişti. Onun bir fotoğrafını mahkeme salonuna asan avukat, “Ben María Soledad, bana zorla uyuşturucu verildi. Bunu istememiştim. Birden fazla kişi bana tecavüz etti. Bunu istememiştim. Katillerimi cezalandırın” sözleriyle maktulü konuşturmuştu. Bu sembolik savunma, öldürülen kadınların sesini duyurması açısından çok önemliydi.

Dolores Reyes’in romanı Toprakyiyen de öldürülen ve şiddete uğrayan kadınların seslerini duyurmaya yönelik bir çabanın ürünü. Romanda dürtülerine uyarak toprak yemeye başlayan isimsiz bir kız, toprakla temas etmiş kişilere dair görüntüler görüyor ve toprağı okumayı öğreniyor. Toprağın gizlediği sırları çözdükçe de şiddete uğrayan kadınların hikâyelerini duymaya başlıyor. Toprakyiyen, Latin Amerika’nın “büyülü” ama “gerçekçi” hikâye anlatıcılığı geleneğini izleyerek kadına yönelik şiddete dikkat çekiyor. 

 


[1] Julia Alvarez, Kelebekler Zamanında, Çev. Seynan Levent, Doğan Kitap, 2004, s. 317.

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazarın sağa dönüşü: Vargas Llosa ve “Zor Zamanlar”

“İktidar yapılarını ve bunlara karşı direnişi” bu kadar ustalıkla anlatan bir yazar nasıl bu kadar radikal bir sağ kutba savrulabilir? Bir sanat eserini, onu yaratan sanatçıdan bağımsız olarak düşünebilir miyiz?

Pedro Páramo: Toprak ağaları ve hayaletler

Pedro Paramo, bir çürüme hikâyesi. Yaşayanların da tıpkı ölüler gibi çürüdüğü, ölülerden pek de farklarının kalmadığı bir toplumun hikâyesi bu. Toprak ağaları ve hayaletler birbirinden çok da uzak değiller

Meksika’da Sheinbaum dönemi ve tartışmalı yargı reformu

Sheinbaum, gerçekten zorlu bir süreçte zorlu bir görevi devraldı. Yeni başkan hem omzundaki ağır yükleri taşımak hem de Meksika tarihinin en etkili başkanlarından biri olan AMLO’nun gölgesinden çıkmak zorunda. İktidara gelene kadar çok yol kat eden ve birçok başarıya imza atan Sheinbaum, asıl sınavını şimdi verecek

"
"