20 Ekim 2024

Meksika’da Sheinbaum dönemi ve tartışmalı yargı reformu

Sheinbaum, gerçekten zorlu bir süreçte zorlu bir görevi devraldı. Yeni başkan hem omzundaki ağır yükleri taşımak hem de Meksika tarihinin en etkili başkanlarından biri olan AMLO’nun gölgesinden çıkmak zorunda. İktidara gelene kadar çok yol kat eden ve birçok başarıya imza atan Sheinbaum, asıl sınavını şimdi verecek

Yemin töreninde Claudia Sheinbaum

Meksika’nın ilk kadın devlet başkanı Claudia Sheinbaum, 1 Ekim’deki yemin töreninin ardından görevine başladı.  Meksika’da devlet başkanı sadece bir defalığına seçilebildiği için yeni başkanın yemin töreni, eskisi için de bir veda töreni haline geliyor.

2 Haziran seçimlerinde oyların yüzde 61’ini alarak rakibine yüzde 33’lük bir fark atan ve tarihi bir zafer kazanan Sheinbaum, Meksika’nın ilk kadın başkanına yakışır şekilde feminist sembollerle dolu bir tören düzenledi.

“Ben bir anneyim, bir büyükanne, bir bilim insanı ve inançlı bir kadınım. Ve bugünden itibaren de devlet başkanıyım” diyen Sheinbaum, bunun önemini şu sözlerle vurguladı:  

“503 yıllık tarihimizde ilk kez biz kadınlar başkanlık makamına ulaştık. Ve buradayız diyorum, çünkü yalnız değilim, hepimiz buradayız.”

Yemin töreninde AMLO ve Sheinbaum

Diğer yandan, 1 Ekim’deki tören, 2018’de iktidara gelen ve Meksika’nın ilk solcu devlet başkanı olan Andrés Manuel López Obrador (AMLO) için de tarihi bir vedaya sahne oldu. Yüzde 80’e yakın popülarite oranıyla başkanlık dönemini tamamlayan AMLO’ya veda etmek için gelen “pembe dalga” liderlerinin destek ve dayanışma ziyareti, Latin Amerika solunun hâlâ güçlü olduğu mesajını verdi.

Pembe dalganın tarihi pozu

“Pembe dalga” olarak anılan Latin Amerika solu, 2000’lerin başlarından bu yana iniş çıkışlarla da olsa bölge siyasetindeki etkisini sürdürüyor. Bugün, Latin Amerika nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i solcu/ilerici liderler tarafından yönetiliyor. Bu liderlerin hepsini tek bir “sol” potası altında toplamak elbette mümkün değil. Dahası Venezuela ve Nikaragua gibi örneklerde öne çıkan otoriterleşme eğilimi, solun niteliğini de tartışmalı hale getiriyor. Yine de Latin Amerika, günümüzde sol siyasetin imkân ve sınırları üzerine yeniden düşünmek için hâlâ önemli bir çalışma alanı.

Soldan sağa: üst sırada Guatemala Devlet Başkanı Bernardo Arévalo, Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric, Belize Başbakanı John Briceño; alt sırada Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, AMLO, Honduras Devlet Başkanı Xiomara Castro, Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro ve Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel (1 Ekim 2024)

AMLO, altı yıllık iktidarı boyunca oluşturduğu bölgesel iş birliği olanakları ile Latin Amerika solu için önemli bir alan açtı. Tam da bölge genelinde solun ivme kaybettiği ve sağcıların seçim kazanmaya başladığı bir dönemde iktidara gelen AMLO, rüzgârın tekrar soldan esmeye başlaması için de güçlü bir akım yarattı.

AMLO’nun Meksika solu ile ilişkisi ise başından beri tartışmalıydı. “Dördüncü Dönüşüm” (4T) dönemi, katılımcı mekanizmalarla post-neoliberal bir geçiş süreci inşa etmeye yönelikti. Ancak bu dönemde AMLO ile toplumsal hareketler arasında ironik bir şekilde gerilimli bir ilişki gelişti. “Maya Treni” gibi yerlilerin yerleşim alanlarını ve ekosistemi tehdit eden mega kalkınma projeleri, Zapatista hareketinin tepkisini çekti.

AMLO’nun kadın cinayetlerini ciddiye almaması ve şiddet mağduru kadınlar için sığınma evlerine verilen sübvansiyonları askıya alması ise feminist hareket tarafından sert bir şekilde eleştirildi.

Ne kadar feminist?

AMLO hükümetinin en önemli girişimlerinden biri de 2020’de Meksika’nın Küresel Güney ülkeleri içinde feminist dış politikayı benimseyen ilk ülke olmasıydı. Ancak AMLO’nun kadın hareketlerinin taleplerine karşılık vermemesi, feministleri hükümetine karşı komplo kurmakla ve muhafazakâr gruplarla gizlice anlaşmakla suçlaması, hükümetin feminist dış politikası ile ilgili olarak da bazı soru işaretleri doğurdu.

Ne var ki geçen sene, iktidarının son yılında, görevini bir kadın devlet başkanına devretmeye hazırlanan AMLO, 8 Mart’ta yaptığı şu açıklama ile altı yıllık döneminin baskın anlatısının gidişatını değiştirmeye yönelik bir adım attı:

“Dördüncü Dönüşüm zaten feministtir, bu çoktan başarılmıştır. Bu, kadınların ve demokratik hareketin uzun yıllar süren bir mücadelesiydi ve şimdi hedefimiz ülkenin dönüşümünü pekiştirmektir.” 

Aynı gün, dönemin Dışişleri Bakanı olan Marcelo Ebrard, “Her ilerici insan feminist olmak zorundadır. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplum inşa etmenin yolu cinsiyet eşitliğine sahip olmaktan geçer ve bu nedenle hepimiz feminist olmak zorundayız” sözleriyle Dördüncü Dönüşüm sürecinin başlattığı ulus inşası projesini feminist dış politika ile ilişkilendirdi.

Bu söylemin uygulamada ne kadar karşılık bulacağını, ilk kadın Başkan Sheinbaum’un fark yaratıp yaratamayacağını göreceğiz.

Yemin töreninde Sheinbaum

“Şimdi kadınların zamanı!”

Sheinbaum’un yemin törenindeki konuşması bu açıdan ümit vericiydi. “Şimdi kadınların zamanı! Uzun bir süre biz kadınlar yok sayıldık, birçoğumuza çocukken insanlığın gidişatının sadece erkekler tarafından yönlendirildiğine inanmamızı sağlayan bir tarih vizyonu anlatıldı.” diyen Sheinbaum, bunun bugün değişmeye başladığını söyledi.

Meksika’da şu an kadın devlet başkanının yanı sıra yasama, yürütme ve yargı organlarının başında da üç kadın yer alıyor. Kongrede de kadınlar erkeklerle eşit temsile sahip. Bu tablo, elbette 1990’lardan itibaren sadece Meksika’da değil Latin Amerika genelinde uygulanan toplumsal cinsiyet kotalarının ürünü. Bugün, Latin Amerika, kadın hareketlerinin siyasal kazanımlarının en görünür olduğu ve kadınların siyasette temsil oranının görece yüksek olduğu bölgelerden biri olarak öne çıkıyor.

Sheinbaum, konuşmasında İspanyolcada “başkan” (presidente) kelimesinin sadece eril versiyonunun olduğuna dikkat çekerek “Biz kadınlar başkan olabiliriz. İşte bu yüzden herkesi kelimenin sonuna “a” harfi eklemeye ve “presidenta” demeye davet ediyorum” diye konuştu. “Çünkü” diye ekledi, “sadece adı konmuş olan vardır.”

Sheinbaum’un başkan olarak ilk resmi pozu

Yargı reformu tartışmaları

Kendisini feminist olarak tanımlayan bir hükümet için en önemli meselenin, ülkedeki eşitsizlik ve adaletsizliklerle mücadelede olması beklenir. Sheinbaum’un partisi MORENA gerek parlamento ve kongrede gerekse eyalet düzeyinde sahip olduğu çoğunlukla bu yönde güçlü bir imkâna sahip. Bu imkân, AMLO döneminde söz konusu değildi. Dolayısıyla MORENA’nın kongrede sahip olduğu çoğunluğun en önemli sonucu, AMLO döneminde hayata geçirilemeyen yargı reformu oldu. 

Geçen ay senatoda kabul edilen ve hâkimlerin halk oylamasıyla seçilmesini öngören yargı reformu, Sheinbaum iktidarında Dördüncü Dönüşüm sürecinin en tartışmalı meselelerinden biri olacak gibi görünüyor. Gerek yüksek yargı organlarının üyelerinin gerekse ağustos ayında süresiz grev başlatan hâkimlerin tepkileriyle büyüyen gerilim yemin törenine de yansıdı.

Törende AMLO’nun reforma karşı olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Norma Lucía Piña’ya selam vermemesi dikkat çekti. Yeni Başkan Sheinbaum, Piña’yı selamladıysa da konuşmasında yargı reformunu koruyacağı yönünde mesaj vermeyi ihmal etmedi.

Kademeli bir geçiş süreci ile hayata geçecek olan yargı reformunda en çok tepki çeken düzenleme, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, hâkimlerin ve savcıların doğrudan halk tarafından seçilecek olması. Bu düzenlemenin yol açtığı başlıca endişeleri şöyle sıralayabiliriz:

Mahkemelerin az tecrübeli ve siyasi olarak önyargılı yargıçlarla dolması, yargının siyasi iktidara bağımlı hale gelmesi ve tarafsızlığını kaybetmesi, başkanlık sisteminin ve anayasanın temelini oluşturan kuvvetler ayrılığı ilkesinin sarsılması, mevcut kurumların aşınması ve hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşılması.

Reformun gerekçesinde yargıçların halk tarafından seçildiği Bolivya ve ABD örnekleri verilse de hukukçu ve akademisyen Işıl Kurnaz’ın belirttiği gibi, bu iki ülkede de yargıçların tamamı halk tarafından seçilmiyor. Bununla birlikte, Bolivya’daki yargıç seçimlerinde liyakatin değil yeniden seçilmeye yönelik popülist stratejilerin öne çıktığını belirten Kurnaz, ABD’de de benzer şekilde yeniden seçilmek için siyasi partilerin güdümüne giren yargıçların olduğuna dikkat çekiyor.

Meksika, özellikle son yirmi yılda şiddet oranlarının giderek arttığı, insan hakları ihlallerinde yaygın bir cezasızlığın söz konusu olduğu ve yolsuzlukların büyük ölçüde kanıksandığı bir ülke haline geldi. AMLO, son büyük reformu olan ve halkın katılımına dayanan bu düzenlemenin yargıya güveni tazeleyeceğine inanıyor.

Her ne kadar yeni Başkan Sheinbaum büyük bir halk desteğiyle iktidara gelmiş olsa da yargı reformuyla ilgili tartışmalar ülkeyi ikiye bölmüş gibi görünüyor. Yargı reformunun demokrasiyi ilerleteceğini savunanlarla ülkenin hukuk sistemine yönelik büyük bir risk oluşturduğu uyarısında bulunlar arasındaki gerilim sürüyor. Yargıdaki iş bırakma eylemleri, öğrenci gösterileri ve farklı kesimlerden gelen protestolar, reforma karşı geniş bir muhalefet kesiminin oluştuğunu ve pek çok kişinin yargının yeniden yapılandırılmasına ikna olmadığını gösteriyor.

AMLO’nun siyasi hareketinin destekçileri ise reform söylemini kayırmacılık, yolsuzluk ve verimsizlikle suçlanan Meksika yargısının “temizlenmesi” üzerine kuruyor. Ülke için “yeni bir hukuk devleti” vaat eden modelin yargıyı demokratikleştireceği öne sürülüyor.

Diğer yandan, AMLO’nun destekçileri arasında da yargı reformuna karşı çıkanlar var. AMLO ve Sheinbaum hükümetlerine danışmanlık yapan siyaset bilimci Hernán Gómez Bruera da bunlardan biri. AMLO’nun ülkenin geleceğini düşünmediğini söyleyen Gómez Bruera, “Ya ileride aşırı-sağcı bir lider iktidara gelirse ve onunla birlikte toplumsal seferberlik kapasitesine ve kendi yargıçlarını terfi ettirme gücüne sahip muhafazakâr bir hareket ülkeyi yönetirse ne olacak?” diye soruyor.

Gómez Bruera, endişelerini şöyle sürdürüyor: “Bu muhafazakâr yargıçlar, insan haklarını kısıtlamaya, laik devleti geriletmeye ya da kadın ve LGBTİ hareketlerinin siyasal kazanımlarını ihlal etmeye başlarsa ne olacak? Solun savunucuları yargının özerkliğini ve bağımsızlığını talep etmek için ortaya çıkmayacak mı?”

Buradaki temel eleştiri, AMLO’nun kendi siyasal hareketinin sonsuza kadar iktidarda kalacakmış gibi karar almış ve Sheinbaum’un da bunu desteklemiş olması. Gómez Bruera, bu karar yüzünden Meksika’yı zor zamanların beklediğini dile getiriyor.

Sheinbaum, gerçekten zorlu bir süreçte zorlu bir görevi devraldı. Yeni başkan hem omzundaki ağır yükleri taşımak hem de Meksika tarihinin en etkili başkanlarından biri olan AMLO’nun gölgesinden çıkmak zorunda. İktidara gelene kadar çok yol kat eden ve birçok başarıya imza atan Sheinbaum, asıl sınavını şimdi verecek.

Aktivistlikten başkanlığa Sheinbaum

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazarın sağa dönüşü: Vargas Llosa ve “Zor Zamanlar”

“İktidar yapılarını ve bunlara karşı direnişi” bu kadar ustalıkla anlatan bir yazar nasıl bu kadar radikal bir sağ kutba savrulabilir? Bir sanat eserini, onu yaratan sanatçıdan bağımsız olarak düşünebilir miyiz?

25 Kasım: Yaşamak için direnmek

Dedé, hayatını kız kardeşlerinin hikâyelerini anlatmaya adadı. Çünkü kadın katillerinden hesap sormak kadar öldürülen kadınların anılarını yaşatmak ve onların sadece birer rakamdan ibaret olmasına izin vermemek de mücadelenin bir parçasıydı

Pedro Páramo: Toprak ağaları ve hayaletler

Pedro Paramo, bir çürüme hikâyesi. Yaşayanların da tıpkı ölüler gibi çürüdüğü, ölülerden pek de farklarının kalmadığı bir toplumun hikâyesi bu. Toprak ağaları ve hayaletler birbirinden çok da uzak değiller

"
"