31 Ekim 2020

Mesut Yılmaz’ın ardından: "Büyüyünce Başbakan olup memleketi idare edeceğim" demişti; Başbakan oldu ama…

Kardeşi Turgut Yılmaz’ın "Ben seni tanıyorsam, siyasete girersen yüzde 90 seni asarlar. Biz bu filmi gördük. Yüzde bir ihtimalle senin heykelini dikerler ama bu iş ailemizi yaralar" sözlerini dinlemeyecek, çok kazanıp çok kaybedeceği siyasete girecekti

Gazetecilik yaşamım boyunca en zor söyleşi yaptığım insanlardan biriydi Mesut Yılmaz. Ağır konuşuyor, sorulara düşünerek uzun boşluklarla yanıt veriyordu. O yüzden "Araya reklam alıyor" esprilerine muhatap oluyordu.

İlk söyleşi sırasında Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü'ydü; son söyleşiyi yaparken de "Hanedanın Son Prensi" kitabımı hazırlıyordum. İki söyleşi arasında 16 yılı aşkın bir süre geçmişti ama Mesut Yılmaz hâlâ uzun molalarla yanıtlıyordu soruları. Sanki sözcüklerim havada asılı kalıyor, ona ulaşmıyordu. Sorumu anladığına dair bir emare göremiyordum yüzünde. Herhalde bu soruyu yanıtlamayacak, deyip bir sonrakine geçerken o ilk soruyu yanıtlamaya başlıyordu. Sıkıcı bir söyleşiydi. Bir saati aşan bir sürede çok az sorumun yanıtını alarak ayrılabilmiştim yanından.

Aslında günlük yaşamında esprili, hızlı konuşan biriydi. Turgut Özal'ın 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, 1983 seçimleri öncesinde kurduğu Anavatan Partisi'ne (ANAP) girerken siyaset ve basın dünyasının duayenlerinden Ali İhsan Göğüş öğütlemişti:

"Politikada ne kadar çok konuşursan o kadar çok hata yaparsın. Çok dikkatli konuş. Sakın her aklına geleni söyleme, söylediğini de dikkatli söyle."

O zamanlar Başbakanlık Müsteşarı olan ve Mülkiye'den tanıdığı Hasan Celal Güzel de yavaş ve düşünerek konuşmasını söyleyince, zaten risk almaktan ve yanlış yapmaktan korkan Yılmaz'ın üzerinde kalıcı bir etki yapmıştı bu öğütler.

Onları dinlemişti ama kardeşi Turgut Yılmaz'ın siyasete girmemesi tavsiyesine kulak asmamıştı. "Ben seni tanıyorsam, siyasete girersen yüzde 90 seni asarlar. Biz bu filmi daha önce gördük. Yüzde bir ihtimalle senin heykelini dikerler ama bu iş ailemizi yaralar. Çok keder verir" demişti Turgut Yılmaz.

Aile geçmişindeki travmaya dikkat çekiyordu bu sözleriyle. Amca İzzet Akçal, Demokrat Parti döneminin Devlet Bakanı'ydı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında Yassıada'da yargılanan isimlerden biriydi. Mesut Yılmaz, çok sevdiği amcasını Kayseri Cezaevi'nde ziyarete gittiğinde filizlenmişti siyaset hayalleri. Daha 14 yaşındaydı. O günden sonra "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna hep aynı cevabı vermişti:

"Ben büyüyünce Başbakan olup bu memleketi idare edeceğim."

Mülkiye mezunu Mesut Yılmaz ile Boğaziçi Üniversitesi mezunu Berna Hanım 1975 yılında evlendi

Fakat ne Mülkiye'deki öğrencilik yıllarında ne de iş yaşamı sırasında siyasetle ilgisi oldu. Mülkiyeliler'de sağ görüşlü öğrencilerin toplandığı Hür Düşünce Kulübü'ne bile girmedi.

Parlamenter siyaset takıntı halindeydi. Siyasetçiler dışındaki kişilerin politikayla ilgilenmesinden hoşlanmıyordu. Hedefi doğrudan Meclis'e girmek, amcası gibi Rize Milletvekili olmaktı. Öyle de oldu. 12 Eylül askeri darbesi sonrasında yeni partiler kurulurken Turgut Özal'ın Anavatan Partisi'nde kurucu olmakla kalmadı; önce Genel Başkan Yardımcısı, seçimlerden sonra da bakan oldu.

Erken gelen veliahtlık

Soruları molalar vererek yanıtlayan bir kişinin Hükümet Sözcülüğü, doğru bir seçim miydi? Kadrosunu yeni oluşturan Özal için mevcut isimler içerisinde en uygunu Mesut Yılmaz olabilirdi. Ama gazetecilerden kaçan, soru yanıtlamayan, mecbur kalmadıkça açıklama yapmak istemeyen bir Hükümet Sözcüsü olarak medya ile bir türlü uyum sağlayamadı.

Bakanlığı sırasında en çok dikkat çeken faaliyeti 12 Eylül'de kaçtığı yurt dışında sürgün hayatı yaşayan sanatçı Cem Karaca'nın Özal ile görüşmesine yardımcı olmasıydı. Hannover Fuarı'nı ziyaret amacıyla gittikleri Almanya'da, bir dostunun ricası üzerine, Karaca'yı Özal ile tanıştırdı. Özal, Karaca'yı samimi bir havada karşıladı, sorununu dinledi. "Ülkeme dönmek istiyorum" diyen Karaca'yı cesaretlendirdi. "Korkma gel, kendini ortaya koy, mesele biter." Bu görüşme Karaca'ya, çok özlediği Türkiye'ye dönme şansı sağladı.

Turgut Özal, ANAP'ın "dört eğilim"den oluştuğunu, bütün eğilimlerin bir yumruk gibi birleştiğini savunuyordu ama çok geçmeden parti içi çekişmeler su yüzüne çıkmıştı.

ANAP'ın 13 Nisan 1985'te yapılan 1. Büyük Kongresi, Mesut Yılmaz'ın siyasi yaşamında önemli bir dönemeçti. Yılmaz'ın gönlü, liberal gruptan yanaydı. Onlar da muhafazakârlar ve milliyetçiler arasındaki kavgaya taraf olmak istemiyorlardı. Kavgaya karışmayan Mesut Yılmaz, en çok oyu alarak kongrenin yükselen yıldızı oldu. Kongre sonrasında artık "Özal'ın prensi" ya da "Özal'ın veliahtı" olarak anılıyordu.

ANAP içinde yıldızı parladıkça Yılmaz'ın gazetecilerle problemi de büyüdü. Başlangıçta sadece muhabirlerle olan anlaşmazlığı, köşe yazarları ve genel yayın yönetmenleri düzeyine yükseldi.

Muhafazakâr kanadın baskıları sonucu müstehcen yayınlara karşı hazırlanan "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu", basında büyük tartışma yarattı. Yılmaz, Özal'a yakın isimlerden Adnan Kahveci ile birlikte karşı çıktı bu yasaya. Bu karşı çıkış yasayı engellemeye yetmedi. Basın, Yılmaz'ın bu tavrını inandırıcı bulmayıp, karşı kampanyaya destek vermemekle suçladı.

Bu gerginliğin henüz sürdüğü günlerde Yılmaz, "Hürriyet ve Cumhuriyet dışındaki gazeteleri okumak vakit kaybından başka bir şey değil. Hepsi birbirinin aynı" diye demeç verip iyiden iyiye kızdırdı basın yöneticilerini.

Evren'in desteğiyle Dışişleri Bakanlığı

1986'da seçimlerden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kaydırılması Mesut Yılmaz için sığınak işlevi gördü. Hem muhalefet ve basının hedef tahtası olmaktan kurtuldu, hem de güç toplama fırsatı kazandı.

Mesut Yılmaz'ın bu dönemdeki şansı, Özal'ın turizmle yakından ilgilenmesiydi. Turizm Bakanı olarak Başbakanlık katında ayrıcalıklı bir konuma sahipti. En küçük bir bürokratik sorunda bile doğrudan Özal'ı arayıp yardım isteyebiliyordu.

Özal'ın yanı sıra Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile de dostluğunu ilerletmek istiyordu. Aradığı fırsatı 1987'de turizm sezonu açılışı sırasında buldu. Evren ile birlikte helikopterle Göreme'ye gittiler. Kapadokya, Kayseri ve Antalya'yı kapsayan gezi iki gün sürdü. Yılmaz, gezi boyunca Evren'e yakın oldu.

Aslında Yılmaz da Evren gibi "politikanın politikacılara mahsus bir uğraş" olduğu görüşündeydi. 12 Eylül askeri döneminin hedefi kitlelerin politikadan uzak tutulmasıydı. Mesut Yılmaz da 1985 sonunda, henüz Devlet Bakanı iken "depolitizasyon"u savunmuştu: "Biz, dernek ve sendikaların siyasetle ilgilenmelerinin aslında 12 Eylül ortamına düşülmesinin önemli nedenlerinden biri olduğuna inanıyoruz."

Bu düşüncesini dile getirdiği sırada Almanya'da bulunan Türkiye vatandaşı işçi ve öğrenciler arasında "marjinal akımların yayılması"nı önlemek üzere Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu'nun talimatıyla hazırlanan projeyi askerlerle birlikte yürütüyordu.

Elbette Kenan Evren de biliyordu onun bu düşüncesini ve faaliyetlerini. O nedenle gezi sırasında gözüne girmesi zor olmadı. Bu yakınlığının ödülünü de çok geçmeden aldı!

1987'deki kabine değişikliği sırasında Özal, Kurtcebe Alptemoçin'i Dışişleri'ne kaydırmayı planlıyordu. "Akıllı, az konuşan, ağzından çıkanı bilen, olgun bir genç" olarak gördüğü Mesut Yılmaz'ı bu göreve getirmesini istedi Kenan Evren. Özal da kabul etti.

Bakanlığı sırasında hırçındı, diplomatların alışık olduğu bir dil kullanmıyordu. Brüksel'de görüştüğü Almanya'nın Dışişleri Bakanı Hans D. Genscher ile tartışması neredeyse ipleri koparıyordu. Bereket, kendisinden tam bir ay önce 95 yaşında hayatını kaybeden AB'den sorumlu Devlet Bakanı Ali Bozer araya girdi de kavga yatıştı.

Bakanlığı sırasında Turgut Özal ile de karşı karşıya geldi. Sorun, Uğur Mumcu'nun belgelerle gündeme getirdiği Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan hakkındaki zırhlı araç alımında yolsuzluk iddialarıydı. Özal'ın ısrarına rağmen Ercan Vuralhan'ı savunmadı Meclis komisyonunda.

Turgut Özal'a sormadan Viyana'da yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) kapanış belgesine imza koyması da "başına buyruk" davranmasının başka bir örneği olarak görüldü. 17 Ocak 1989'da attığı bu imza ile Türkiye, "ulusal azınlık hakları"nın yanı sıra "bölgesel kültürlerin korunması" ilkesini de kabul etmiş oluyordu ve Kürtçe de bu kapsama giriyordu.

Viyana'dan döner dönmez Turgut Özal ile görüştü. İmzaladığı belgenin içeriğini anlattı ve Kürtçenin serbest bırakılması zorunluluğundan söz etti. Özal da itiraz etmedi, "MGK'da bu meseleyi aç. Ben de seni desteklerim" güvencesi verince rahatladı.

MGK, ay sonunda İstanbul'da, Huber Köşkü'nde toplandı. Özal'dan cesaret alan Yılmaz, anlaşmayı gündeme getirdi ama Kenan Evren ve generallerin "Sen kime sordun da bu belgeyi imzaladın" tarzındaki sorgulamalarıyla karşılaştı.

Mesut Yılmaz, göz ucuyla Özal'a baktı, destek umdu. Ama Özal, havanın uygun olmadığını görüp sinmişti, hiç oralı olmadı. Yılmaz, askerden "siyasi yaşamının ilk ültimatomunu" almış oldu. Geri çekilmekten başka çaresi yoktu.

Ancak iki yıl sonra Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduğunda bu yasağın kaldırılması girişimine tüm gücüyle destek verecekti. Zira "Avrupa Birliği'ne giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine" inanıyordu.

Mesut Yılmaz, siyasi serüvenin ilk döneminde 'veliahtı' olarak görüldüğü Turgut Özal ile karşı karşıya gelecekti

Genel başkan olarak ilk seçim yenilgisi

1989 yerel seçimleri, ANAP için büyük bir hezimetti. Seçim sonuçlarının parti üzerindeki etkisini en iyi anlatan, Oltan Sungurlu'nun "Üzerimizden silindir geçti" sözleriydi. Parti darmadağın olmuş, seçimin etkisinden kurtulamıyordu ama Turgut Özal'ın niyeti Kenan Evren'den boşalacak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna geçmekti. Çankaya Köşkü'nden ülkeyi yönetirken partiyi de kontrol edebileceğine inanıyordu.

Seçim yaklaştıkça parti içinde hareketlenmeler başladı. Genel Başkan adayları, Turgut Özal'dan icazet almanın yollarını arıyordu. Mesut Yılmaz da parti içinde "Sekiz Türk büyüğü" olarak anılan genel başkan adaylarından biriydi.

Herkes gibi Kenan Evren de merak ediyordu Turgut Özal'ın yerine kimi bırakacağını. Son görüşmelerinde sormadan edemedi. Turgut Özal, henüz karar vermediğini söyleyince de "Bence Ali Bozer ya da Mesut Yılmaz'ı atamanız iyi olur" dedi. Yıllarca Bakanlar Kurulu listelerine müdahale eden Kenan Evren, gider ayak yine isim empoze ediyordu.

Turgut Özal, istediği gibi kontrol edebileceğine inandığı TBMM Bakanı Yıldırım Akbulut'u seçti. Fakat her şey planladığı gibi gitmedi. Birinci Körfez Savaşı sırasında Başbakan olarak atadığı Yıldırım Akbulut ile de sorunlar yaşadı. O zaman ibre Mesut Yılmaz'a kaydı. Ancak Yıldırım Akbulut'u destekleyen muhafazakârlar partide çok güçlüydü. Semra Özal'ın zor bela İstanbul İl Başkanı olması sayesinde güçlükle de olsa aşıldı o engel. 15 Haziran 1991'deki Kongrede Mesut Yılmaz, Yıldırım Akbulut'u yenerek ANAP'ın yeni genel başkanı ve Başbakan oldu.

Bir yandan Özal, diğer yandan olumsuz ekonomik göstergeler sıkıştırmaya başlayınca Yılmaz, zaten niyetli olduğu seçimin tarihini 20 Ekim 1991 olarak netleştirdi. Seçim kampanyasını yürütmesi için "Anneme sakın reklamcı olduğumu söylemeyin o beni genelevde piyanist sanıyor" adlı kitabın yazarı ünlü Fransız reklamcı Seguela ile anlaştı. Seguela'nın ilk önerisi, Yılmaz'ın bol bol gülmesiydi. Partinin düzenlediği telefon anketinde bile, "Hiç gülmüyor, yüzü mahkeme duvarı gibi" denilen Yılmaz, Seguela'nın önerisini uygulamaya çalıştı. Yüzüne zoraki bir gülümseme oturttu. Gençliğini vurgulamak için de bisiklete bindi, havuzda yüzüp mayoyla poz verdi.

ANAP Hükümeti'nin ilk sözcüsü Devlet Bakanı Mesut Yılmaz

Zoraki gülümsemeler ve büyük reklam kampanyası beklediği etkiyi yapmadı. Seçim yenilgiyle sonuçlandı Mesut Yılmaz için. Yine de sonuçtan memnun görünmeye çalışıyor, "Özal yükünden kurtulduk. Özal güdümünde bir parti olma görüntüsü artık kalktı" diyordu.

DYP-SHP koalisyonu kurulunca Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı da beş ay kadar sürmüş oldu. Kuruluşundan itibaren ilk kez muhalefete geçen ANAP için erime süreci hızlanmıştı.

Halef-selef başbakanlar Mesut Yılmaz ve Yıldırım Akbulut

"Hayretle izliyorum Mesut"

Partiyi yeniden yapılandırırken ilk adımlarından biri, Semra Özal'ı İstanbul İl Başkanlığı'ndan istifaya zorlamaktı. Onunla kalmayıp Turgut Özal'a yakın isimleri de birer birer yönetim kademelerinden uzaklaştırdı.

Tasfiyeleri doğal olarak Turgut Özal'ı sinirlendirdi. Okluk Koyu'ndaki Cumhurbaşkanlığı konutunda yaptıkları görüşmede Turgut Özal, bir hayli sertti. "Hayretle izliyorum Mesut, hatta inanamıyorum. Partiyi benim bıraktığım istikametten başka yere götürdünüz. Bu şekilde devam ettiğiniz takdirde parti küçülür." Görüşme başladığı gibi gergin bitti.

Turgut Özal, Mesut Yılmaz'ı eleştiren demeçler vermekten de kaçınmıyordu. Açıktan bir savaş başlatmıştı. Kasım 1992'deki kongrede de Mesut Yılmaz'ın karşısına Mehmet Keçeciler'i çıkardı. Genel Başkan seçimi engellenince de ANAP'ı defterden sildi Turgut Özal. İki gün sonra istifalar başladı. 16 milletvekilinin ardından Semra, Ahmet ve Zeynep Özal da ayrıldı partiden.

Turgut Özal, yeni parti kurup siyasete dönme hazırlıklarına girişse de ömrü yetmedi. 17 Nisan 1993 günü Türkiye, Özal'ın yaşamını yitirdiği haberiyle sarsıldı. "Hanedan ayrı, ANAP ayrı" demeçlerini bir anda unutan Mesut Yılmaz, "Özal misyonu"na sahip çıktı. Özal posterleri yeniden asıldı Genel Merkez'in duvarlarına. Ne de olsa siyaset oyununda kartlar yeniden dağıtılıyordu.

Ancak Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte karşısına yeni bir rakip çıktı; Tansu Çiller. Önceleri küçümsemişti rakibini ama o da çetin ceviz çıktı. Kesintisiz bir kavga başladı aralarında. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller'in malvarlığıyla ilgili skandalları ardı ardına gündeme getirdi. Tansu Çiller ise bu suçlamaları, TBMM'de tüm liderlerin malvarlığını araştırma komisyonu kurdurup, sulandırarak savuşturdu.

Mesut Yılmaz TBMM Genel Kurulu'na hitap ediyor. Arkadaki Bakanlar Kurulu sıralarında Başbakan Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan

Asker zoruyla Başbakanlık

Üstelik havada uçuşan bu iddialara rağmen 1995 seçimlerinde ANAP ve DYP birbirine yakın oranlarda oy aldı.

Artık Refah Partisi birinci partiydi ve Erbakan'sız koalisyon için Yılmaz'ın Çiller'e elini uzatması zorunluydu. Yılmaz adım attı ama Çiller kendisinden başlamak üzere "dönüşümlü başbakanlık" formülünü önerince anlaşamadılar. Çiller, vakit geçirmeden Erbakan'a yöneldi.

Onlar anlaşmak üzereyken Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı devreye girdi. Askerler, RP-DYP koalisyonu yerine ANAP-DYP ortaklığını istiyordu. Karadayı'nın bizzat yürüttüğü telefon trafiği Yılmaz ve Çiller'i anlaşmak zorunda bıraktı. Çiller, gözyaşları içinde razı oldu Yılmaz'ın Başbakanlığına.

Fakat asker zoruyla kurulan ve DSP'nin dışardan desteklediği "ANAYOL hükümeti"nin uzun ömürlü olması mümkün değildi. Yılmaz ile Çiller düşman kardeşler gibiydi. Asla anlaşamıyorlardı. Hatta birbirlerinin yüzünü görmeye bile tahammül edemiyorlardı.

Yılmaz, Çiller'in Başbakanlığı döneminde örtülü ödeneğin farklı amaçlarla kullanıldığı iddialarını araştırmaktan vazgeçmediği gibi bir de RP'nin Çiller'in malvarlığı ve Özer Çiller'in TEDAŞ ihalelerine müdahalesi önergelerini desteklemeye karar verdi. Çiller de buna Yılmaz'ın malvarlığı, icraatı "Civangate" olarak tarihe geçen Engin Civan'ı Emlakbank Genel Müdürlüğü'nden almaması ve Çay-Kur'un zarara uğratılması konularındaki soruşturma önergeleriyle yanıt verdi.

Koalisyon ortaklarının birbirine düştüğü bu ortamda hükümete son darbe, RP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusuyla geldi. Yüce Mahkeme, DSP’nin çekimser oyları da dahil edilip yarıdan bir fazla oyla kabul edilmediği için hükümetin güven oylamasını iptal etti. Bunun üzerine ANAYOL hükümeti düştü. Yılmaz’ın başbakanlığı sadece üç ay sürebilmişti.

Mesut Yılmaz ile siyasi kariyerinde en büyük kavgaya girdiği isim olan ve yolsuzluk dosyalarıyla suçlanan DYP Genel Başkanı ve ilk kadın Başbakan Tansu Çiller

Budapeşte'deki yumruk

Çiller'in, Erbakan ile dönüşümlü başbakanlık formülünde anlaşıp kurduğu koalisyonun ilk dönemine damga vuran olay Susurluk'taki trafik kazasıydı! 3 Kasım 1996'da bir kamyonla çarpışan araçtakilerden polis müdürü Hüseyin Kocadağ ve Mehmet Özbay sahte kimliğini taşıyan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us yaşamını yitirmiş, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralanmıştı.

"Susurluk Skandalı" olarak tarihe geçen bu kaza sayesinde devlet-siyaset-mafya üçgenindeki ilişkiler ortalığa saçıldı. Abdi İpekçi, Bedrettin Cömert ve yedi TİP'linin öldürülmesi, Mehmet Ali Ağca'nın kaçırılması ve Azerbaycan'daki darbe girişimine adı karışan bir kaçak olan Abdullah Çatlı, Türkiye'de polis şefleri ve milletvekilleriyle birlikte elini kolunu sallayarak yıllarca dolaşabilmişti. Muteber bir iş insanı olarak BOTAŞ'tan ihaleler bile almıştı!

Yılmaz, skandalın üzerine gidilmesinde öncü rolü üstlenen siyasetçilerden biriydi. Elindeki bilgi ve belgeleri Cumhurbaşkanı Demirel'e verip, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun olaya el koymasını istedi. Demirel yanaşmayınca Meclis'te Susurluk Araştırma Komisyonu kurulmasını destekledi.

Bu girişimleriyle ülkücü camianın tepkisini çekmişti. Ölüm tehditleri birbiri ardına geliyordu. Nitekim Budapeşte'de kaldığı otelde yumruklu saldırıya uğradı. Mesut Yılmaz'ı yumruklayıp burnunu kıran saldırgan Veysel Özerdem, "Abdullah Çatlı hakkındaki açıklamaları yüzünden ona gıcığım vardı. Karşımda görünce dayanamadım" dese de saldırganın arkasındaki güçler karanlıkta kaldı.

Mesut Yılmaz'ın, Berlin'deki Avrupa Forumu'ndan özel uçakla dönerken neden gizlice Budapeşte'ye uğradığı da açıklığa kavuşmadı. Eşi Berna Yılmaz'ın çok sevdiği için uğramayı önerdiği de öne sürüldü, Mesut Yılmaz'ın kumar oynamak için bir gece Budapeşte'de kalmak istediği de…

Mesut Yılmaz, annesi Güzide Yılmaz ve babası Hasan Yılmaz ile birlikle

28 Şubat dönemi

Başbakan Erbakan ise Susurluk olayına karşı bütün Türkiye'de başlayan ve daha sonra iktidara tepkiye dönüşen "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemini bile "Glu glu dansı yapıyorlar" diyerek hafife alıyordu.

Erbakan'ın tarikat liderlerini Başbakanlık konutunda ağırlaması ve Libya'da Kaddafi'nin hakaretlerine sessiz kalmasıyla ilgili tartışmalar, Sincan'daki Kudüs gecesiyle ilgili haberlerin ardından "post modern darbe" süreci başladı. 20 kadar tank ve zırhlı aracı Sincan caddelerinden geçiren askerler, koalisyona gözdağı verdi. Her ne kadar "demokrasiye balans ayarı" diye açıklasalar da tanklarla yapılan gövde gösterisi demokrasiye açık bir müdahaleydi.

Bütün bunlar olup biterken Mesut Yılmaz, muhafazakâr çevrelerle arasını iyi tutmaya çalışıyor, binlerce kadının katıldığı "Şeriata karşı kadın yürüyüşü" hakkında "Biz o yürüyüşe katılmadık. Çünkü şeriat halkın gözünde dinin bütünüdür, şeriata karşı yürünmez. Ancak saygı duyulur" açıklamaları yapıyordu.

Askerlerin, Milli Güvenlik Kurulu'nda ünlü 28 Şubat (1997) kararlarını aldırmasıyla birlikte hemen tavır değiştirdi. Temel eğitimin kesintisiz olarak 8 yıla çıkarılması için yasa önerisi hazırlanmasında aktif rol oynadığı gibi ANAP'lı muhafazakârları ikna etmek için de büyük çaba harcadı. Karşılığını da partisi TBMM'de azınlıkta olmasına rağmen yeniden Başbakan olarak aldı.

DSP ve DYP'den istifa ettirilen milletvekilleriyle kurulan bu hükümet, "Silahsız kuvvetlerin işbaşına geçmesi", Mesut Yılmaz da "askerlerin kontrolündeki siyasetçi" olarak nitelendiriliyordu.

Mesut Yılmaz önceleri böyle algılanmasına aldırmadan askerlere, 28 Şubat kararlarında öngörülen önlemlerin titizlikle uygulanacağı sözü verdi. Genelkurmay'daki "Batı Çalışma Grubu" grubu gibi Başbakanlık'ta da irticai faaliyetleri takip etmek üzere "Sivil Çalışma Grubu" kurulmasına da onay verdi. Giderek "asker vesayeti" altında Başbakanlık yapmaktan rahatsız oldu. Karadayı ile demeçler üzerinden tartışmaları da bunun göstergesiydi.

Mesut Yılmaz Fidel Castro ile birlikte

Türkbank ihalesi

Üçüncü başbakanlık döneminin en büyük ve iz bırakan olayı, Türkbank skandalıydı. Korkmaz Yiğit adlı iş insanı Milliyet gazetesini satın alarak medyaya girmekle kalmamış, Türkbank ihalesini de almak istemişti. Ama karanlık ilişkileri olduğu iddiaları vardı. Korkmaz Yiğit, İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş ile görüşmesinde Alaattin Çakıcı ile ilişkisini itiraf etti, Erol Evcil'in Nesim Malki'yi öldürttüğünü anlattı. Kutlu Aktaş, Korkmaz Yiğit ile görüşmesini gizlice kayda almıştı.

Bu görüşmeden haberdar olan Mesut Yılmaz, ihalenin iptal edilmesi talimatını verdi ama ardından Korkmaz Yiğit-Alaattin Çakıcı ilişkisini kanıtlayan kasetler saçıldı ortaya. Korkmaz Yiğit, Türkbank ihalesine katılacakları Alaattin Çakıcı'ya bildirmiş, o da tehditle geri çekilmelerini sağlamıştı. Kasetlerin yayımlanmasının ardından Aydın Doğan da Milliyet'in satışını iptal etti.

Türkbank ihalesinin yıkıcı etkisi oldu Mesut Yılmaz'ın siyasi yaşamında. Kasım 1998'deki parti kongresinde "Çetelerle boğuşan, temiz devlet adamı" anonsuyla kürsüye çıkan Mesut Yılmaz "Dürüst kalmanın bedeli gerçekten çok pahalı" diye başladı söze. "At izi it izine karıştı, dedikodular ve uyduruk kasetlerle karalandık!" dese de hakkında verilen gensoru önergesinin Meclis'te kabul edilmesini önleyemedi.

ANASOL-D koalisyonunun Başbakanı Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz

Siyasette son atak

Başbakanlık'tan bir kez daha ayrılan Mesut Yılmaz'ın siyasette yıldızı bir daha parlayamadı. Önce Bülent Ecevit'in azınlık hükümeti kurmasını destekledi, 1999 seçimleri sonrasında da yine Bülent Ecevit'in başbakanlığında kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda Başbakan Yardımcısı olarak yer aldı. Bu koalisyonun desteğiyle Süleyman Demirel'den sonra Cumhurbaşkanı olma hayallerini kuruyordu ama Bülent Ecevit buna izin vermedi.

Mesut Yılmaz, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den sonra Cumhurbaşkanlığı'na aday olmayı düşündü, ancak Ecevit'ten destek görmedi

Bülent Ecevit'in rahatsızlığı, ekonomik kriz derken MHP lideri Devlet Bahçeli'nin ısrarıyla 3 Kasım 2002'de erken seçime gidildi. 2002 seçimlerinde adeta silindi ANAP.

Seçim hezimeti sonrasında ANAP Genel Başkanlığı'ndan istifası kaçınılmaz olmuştu. Siyaset dışında kalmayı hazmedemiyordu. Yeniden siyasete dönmek için uygun bir fırsat kollamaya kararlıydı.

Köşesine çekilip beklemeye başladı ama AKP hükümeti geçmiş dönemin siyasileri ile ilgili soruşturma dosyalarını birer birer yargıya havale etti. Bu dosyalardan biri Mesut Yılmaz'ın da suçlandığı Türkbank ihalesiydi.

Yüce Divan'da yargılanan ilk Başbakan oldu. Savunmalarda dikkati çeken, yargılamanın af kapsamına alınmasına karşı çıkması ve tümüyle aklanmak istediğini söylemesiydi. Çünkü bir şekilde siyasete dönmek istiyordu ve bir mahkûmiyet kararının bu isteğine engel olmasından endişe ediyordu.

Nitekim iki yıl kadar süren davada tam anlamıyla aklanamadı. Türkbank ihalesine "fesat karıştırma" suçundan beraat ederken "görevi kötüye kullanma suçunun işlendiğine, ancak suçun 1999'dan önce işlenmesi nedeniyle şartla salıverme yasası (Rahşan affı) kapsamında olduğuna" karar verildi. Yüce Divan, davayı karara bağlamadan erteleme kapsamına sokmuştu.

Yılmaz, bu karardan pek memnun olmasa da daha mahkeme salonundan çıkmadan açıkladı niyetini: "Merkez sağda birleşme için misyon yükleniyorum." O andan itibaren hareketlenmeye başladı. Koşullar uygun görünüyordu böyle bir misyon yüklenmesine. 2002 seçimlerinden sonra merkez sağda oluşan boşluk giderilememiş, Erkan Mumcu'nun genel başkanlığı üstlendiği ANAP da toparlanamamıştı.

Büyük umutlarla giriştiği merkez sağda birleşme ve yeni parti girişimlerinden sonuç alamadı. Yaklaşan seçimleri beklerken aniden ortaya çıkan ANAP-DYP birleşme projesi Yılmaz için de bir umut oldu. İki partinin Demokrat Parti çatısı altında birleşmesini destekleyerek, bu partiden aday olmayı planladı.

Ancak Mehmet Ağar, Yılmaz'ı DP saflarına kabul ederken, Erkan Mumcu şiddetle karşı çıktı. Hatta onu eleştirirken öyle ileri gitti ki, Abdullah Öcalan ile kıyaslama hatasını bile yaptı: "Bakın bakalım kamuoyu araştırmalarında en sevilmeyen kim? Abdullah Öcalan mı yoksa bir başkası mı?" Sonunda Mumcu, ANAP delegeleri önünde özür dilemek zorunda kaldı Yılmaz'dan.

Bu tartışmalar Yılmaz'ı, memleketi Rize'den bağımsız aday olmaya yöneltti. DYP-ANAP birleşmesinin suya düşmesi de bu kararını pekiştirdi. Seçimlerde Rize'de kazanabilmek için canla başla çalıştı. Bu siyasete dönüş için son şansıydı.

Berna-Mesut Yılmaz, Atina'da Akropol'ün önünde

Şansı yaver gitti, hemşehrileri onu bir kez daha bağrına bastı. Yeniden milletvekiliydi. Dahası, Yılmaz 2007'de bağımsız milletvekili olarak yeniden meclise dönerken Mehmet Ağar liderliğindeki Demokrat Parti barajı aşamamış, ANAP ise seçime girememiş ve Erkan Mumcu da parlamento dışında kalmıştı. Yılmaz, merkez sağın Meclis'teki tek temsilcisi konumuna gelmişti.

Meclis'e girdiği günden itibaren AKP iktidarını izledi, atağa kalkabilmek için koşulların oluşmasını gözledi. "Merkez sağın doğuma ihtiyacı var" diyordu.

Ama başaramadı, dahası bağımsız milletvekilliği sırasında hiçbir siyasi etkinliği olmadı. 2011'den itibaren de siyasetten uzaklaştı. O günden sonra tamamen köşesine çekildi, sakin bir hayat sürdü.

Üç yıl önce büyük oğlu Yavuz'un intiharı nedeniyle ismi yeniden gündeme geldi. Epilepsi tedavisi gören oğullarını kaybetmek Mesut ve Berna Yılmaz için büyük bir yıkımdı. Mesut Yılmaz, kendisi de hastalanıp durumu ağırlaşana kadar her cuma oğlunun mezarına gidiyor, orada huzur buluyordu.

Mesut ve Berna Yılmaz ile üç yıl önce kaybettikleri büyük oğulları Yavuz Yılmaz

Keşke üç ayrı dönemde iki yılı aşan süreyle Başbakanlık ve Başbakan Yardımcılığı, altı yıl kadar bakanlık ve 23 yıl kadar da milletvekilliği yapan bir siyasetçi olarak anılarını yazmış olsaydı. Anılarını yazmadan hayata veda etmesi büyük eksiklik… 

Yazarın Diğer Yazıları

Kurtuluş Savaşı arşivinden çıkan büyük aşk; Emu ile Hüseyin'in öyküsü

100 yıldır sevgilinin mezarına ulaşamayan saçlar (*)

Daktilodan bilgisayara gazetecilikte teknolojik dönüşüm ve hâlâ faks kullanan gazeteler

Zaman denilen büyük çarkın benimle birlikte döndüğünü hissedebilen gazeteci kuşağındanım ben.  Gözlerini açtığında bilgisayar teknolojisini gören dijital doğan kuşaklara göre daha avantajlı sayıyorum kendimi…

Nerede o eski kongreler; parti kongreleriyle kısa Türkiye tarihi

Parti kongrelerinde günler süren tartışmalar, anahtar liste yarışları, tribün kavgaları yok artık; lider kararlarının tasdik edildiği kongre salonlarında müzikli şölenler var…