NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen zirveyi tarihi olarak nitelendirdi. Evet bu, birkaç yıl önce beyin ölümünün gerçekleştiği iddia edilen NATO için tarihi bir zirve oldu. Biraz daha güçlenen NATO, Ukrayna’ya “savaşmaya”, savunma sanayiine “kazanmaya devam” dedi.
Önce NATO, sonra AB
Litvanya’ya 2000’li yılların başında henüz AB müzakereleri sürerken gitmiştim. Oradan Letonya ve Estonya’ya geçtim. Birbirinden kültürel olarak çok farklı bu üç Baltık ülkesinin en önemli ortak noktasının bir an önce NATO’ya katılmak olduğuna şaşırdığımı hatırlıyorum. AB üyelik sürecinde önlerine konulan kriterleri birer birer yerine getirirken asıl amaçları AB değil, Sovyetler Birliği dağılmış olsa da NATO’ya üye olmaktı. Her üç ülkenin de Rus azınlıkla başı dertteydi. Litvanya çok ciddiye almazken, Letonya onlarla kavga ediyor, Estonya ise AB kurucu üyelerinde bile rastlanmayan özgürlükçü bir entegrasyon politikası ile sorunu çözmeye çalışıyordu. Nitekim üç ülke de bir ay farkla da olsa AB’nden önce NATO’ya üye oldu. Birliğe katılan diğer Doğu Avrupa ülkeleri için de NATO üyeliği elzemdi. Hatırlıyorum, AB içine bir Rus çizmesi gibi girmiş Kaliningrad gazete başlıklarından hiç düşmüyordu. O ve onu takip eden yıllarda İsveç ve Finlandiya’nın da Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri gibi NATO’ya bu kadar heyecanla üye olmak isteyeceği hiç aklıma gelmemişti. Çünkü iki ülke de tarafsızlık ilkelerine uzun yıllar sadık kaldılar.
Finlandiya ile NATO Rusya sınırı ikiye katlandı
Finlandiya için durum coğrafi ve siyasi olarak İsveç’ten biraz daha farklı. Rusya, 1939 yılında 1340 km sınırı bulunan Finlandiya’yı işgal girişiminde bulunmuş, işgali başaramamış ama topraklarının %10’unu sahiplenmişti. Yani Finlilerin her ne kadar 80 yıl boyunca tarafsız kalmış olsalar bile unutmadıkları bir Rusya travması var. Bu travma Rusya’nın Kırım’ı işgali ile yeniden canlandı, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırması ile de korkuya dönüştü. Askeri harcamalar konusunda her zaman cömert olup ordusunu ihmal etmeyen Finlandiya hükümetleri, ülke 1995 yılında AB’ne katıldıktan sonra NATO üyeliğini sık sık gündeme getirdiler. Finlandiya zihinsel olarak NATO üyeliğine çoktan hazırdı. Nitekim Kuzey Atlantik Paktı’na Finlandiya’nın bu yılın Nisan ayında katılmasıyla Rusya’nın NATO ülkelerine olan sınırı iki katına çıkmış oldu. Finlandiya’nın üyeliği Rusya için bir meydan okuma sayılabilir. Çünkü, Avrupa’nın kuzeybatısında Finlandiya’dan, ittifakın kuzeydoğu, doğu kanadında Estonya, Letonya Litvanya ile başlayıp, Polonya ve ardından Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Macaristan'da konuşlanan yeni muharip birliklerle Rusya çevresinde bir tür ‘istinat duvarı’ oluştu.
İsveç’in NATO’ya doğru ani U dönüşü
İsveç’in NATO’ya üyeliği, NATO için Finlandiya kadar stratejik önemde olmasa da ülke için bir dönüm noktası sayılır. İki yüz yıldan fazla bir süredir tarafsızlık politikası güden, ikinci dünya savaşından sonra kendini “dünyanın siyasi ahlak bekçisi” ilan eden İsveç, militarizme, nükleer silahlara, silahlanma yarışına tamamen karşıydı ve bu tutumuyla dünyaya yalan da olsa bir pasifizm mesajı veriyordu. Yalan da olsa diyorum çünkü İsveç, soğuk savaş sırasında silah ihraç etmekten ve GSMH’nın %3’ünü silahlara ayırmaktan da geri kalmadı. Potansiyel düşmanı hep Rusya’ydı. Belki de hiçbir ülke tarihinde Rusya ile bu kadar sık savaşmamıştır. Diğer batılı ülkeler gibi Sovyetlerin dağılmasından sonra İsveç de ordusunu küçülttü, savunma harcamalarını daralttı. 2010’da zorunlu askerliği kaldırdı ama yedi yıl sonra yeniden getirdi. Finlandiya’nın tersine İsveç’in NATO üyeliği yavaş yavaş gelmedi. 2021 yılının Kasım ayında daha dönemin Savunma Bakanı Peter Hultqvist, NATO üyeliğini reddetmişti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının hemen ardından dönemin Başbakanı Magdelena Andesson, “şimdi bocalamanın zamanı değil, tarafsızlığımızı korumalıyız” dedi. Finlandiya NATO’ya gerekirse tek başına başvurabileceğinin sinyalini verince aynı siyasetçiler çark ettiler.
NATO perspektifi ile değişen İsveç
İsveç’in NATO’ya üye olmasıyla birlikte dünya, sadece pasifizmin savunucusu bir ülkeyi değil, İsveçlilerin tabiri ile “siyasi ahlak bekçisi”ni de kaybediyor. Her ne kadar çelişkili de olsa savaş karşıtlığını ve demokrasiyi gündemde tutan bir ülkeydi İsveç. NATO’ya üyelik başvurusu yaptığından bu yana örneğin Türkiye’den demokratik bir ülke olarak bahsetmeye başladı. Sadece Türkiye’ye koyduğu silah ambargosunu değil, bir zamanlar ülkeye sığınan Kürtlere verdiği desteği de kaldırdı. İsveçli siyasetçiler ülkedeki demokrasi, düşünce ve protesto özgürlüğünün başka ülkelere kıyasla fazla geniş olup olmadığını tartışmaya başladılar. 2022 yılında göçmenlerin yaşadığı bir semtte Kuran yakıldığında Adalet Bakanı Gunnar Strömmer, Anayasa’daki düşünce özgürlüğü paragrafının değiştirilip değiştirilmeyeceğini kontrol edeceğini söyledi. Vilnius zirvesinde İsveç, Türkiye’nin vetosunu kaldırmasına karşılık, terör ile mücadele planı hazırlamak, Türkiye ile ekonomik ilişkilerini güçlendirmek, dondurulan AB üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması için Türkiye’ye destek vermek gibi sözler verdi. Gümrük Birliği’ni genişletmek ve Türk vatandaşlarına vize kolaylığı sağlanması yönünde çaba harcamak da İsveç’in verdiği sözler arasında.
Mülteci anlaşmasından sonra feminist dış politika!
İsveç’in verdiği sözler ve AB’nden gelen bazı olumlu mesajlar bana nedense, 2016’da Türkiye ile AB arasında mülteci anlaşması imzalanmasına karar verilen Brüksel’deki toplantıyı anımsattı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun zafer kazanmış siyasetçi edası hala gözümün önünde. Pazarlığa taraf Avrupalı siyasetçilerin verdikleri sözlerde sanki samimiymiş gibi davrandıklarını da hiç unutmadım. Daha sonraki aylarda Davutoğlu’nun kendini, sırf Avrupalı siyasetçiler ile aynı göz hizasında hissetsin diye ne kadar çok taviz verdiğini düşündüm hep. Hatta bu sözde başarısının O’nun siyasi kariyerini bitirmiş olabileceği bile aklıma geldi. Her ne kadar şaşırsam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini Türkiye’nin AB müzakerelerinin akıbetine bağlamış olması bana akıllıca bir davranış gibi geldi. Erdoğan’ın bu kadar kısa bir sürede inadından vazgeçeceğini Avrupalı siyasetçiler çok iyi biliyorlardı ama ben düşünemedim. Aralarında Almanya Başbakanı Olaf Scholz gibi NATO ve AB üyeliğinin birbirinden bağımsız olduğunu dürüstçe söyleyip karşı çıkanlar oldu ama az. Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası alanda boy göstermeyi öyle özlemiş olmalı ki, Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’a “feminist dış politika” sözü bile vermiş. Baerbock twitter mesajında; “bundan sonraki hedefimiz Türkiye’ye feminist dış politikayı getirmek. Erdoğan kesin söz verdi” diye yazdı. Eğer mesaj fake değilse ki, sanmıyorum Baerbock’un buna inanacak kadar bilgisiz olmasına da şaşırmamak mümkün değil. 2016’da Brüksel’de mülteci anlaşması karşılığında verilen sözler ne kadar tutulduysa Vilnius’ta verilen sözler de o kadar tutulacak. Bugün AB üyelik müzakereleri askıda, fonlar kesildi, gümrük birliğine dokunulmadı, bırakın vize kolaylığı, vize başvurusu yapmak bile güçleşti. Üstelik bütün bunların yolu Avrupa Konseyi ve AHİM kararlarını uygulamaktan geçiyor. Vilnius’ta açıkçası Türkiye değil, Erdoğan bir parmak bal ile iç siyasette ucuz bir zafer kazandı.
Vilnius’taki zirvenin en önemli konularından biri Ukrayna’ya NATO üyeliği perspektifi vermekti. Maalesef somut bir plan bekleyen Ukrayna Başbakanı Zelenski de “Ukrayna’nın geleceğini NATO’da görüyoruz” cümlesi ve bolca silah sözü ile ayrıldı Vilnius’tan. NATO’ye üye ülkeler, yıllarca pasifist ve tarafsız olmakla övünen İsveç’i de yanlarına alarak Ukrayna’ya “savaşa devam” dedi. Asıl kazanansa NATO ile savaştan nemalanan savunma sanayii oldu.