Sur, Diyarbakır
30 Mart 2016’da, Diyarbakır’ın orta yerinde, Sur’da yapılan enkaz kaldırma çalışmaları sırasında yedi ayrı ceset bulundu.
“Hendek operasyonları” adı verilen operasyonların üzerinden aylar geçmişti. 2015’in ağustos ayında yapılan operasyonlardan sonra bölgeye girmek de yasaklanmıştı.
Yedi kişinin ne zaman, nerede öldüklerini bilmek bir yana kimliklerini bile tespit etmek o aşamada mümkün değildi.
Ancak ölenlerden birinin çocuk olduğu hemen anlaşılıyordu.
* * *
Çocuğun kim olduğunun anlaşılması zaman aldı. Kayıp başvuruları vardı. Onlardan birinin verdiği tarifle çocuğun bedeni arasında uyum gözleniyordu.
DNA testi yapıldı, başka türlü anlaşılması mümkün değildi.
Çocuğun 13 yaşındaki Cihat Morgül olduğu anlaşıldı.
Sur’daki operasyonlar ve çatışmalar sürerken, ailesi, çocuklarının ortadan kaybolduğunu bildirmiş, yaşamından endişe ettiklerini emniyet güçlerine iletmişlerdi.
* * *
Cihat’ın ölüm nedeni hemen anlaşılamadı. Göğüs boşluğundan 1,5 cm uzunluğunda, 0,5 cm genişliğinde siyah, kömür görünümünde metalik bir cisim çıkartılmıştı. Cilt dokusunun çürüme nedeniyle bütünlüğünü kaybetmesi nedeniyle parmak izi ve svap örneği de alınamadı.
Zaten çocuğun göğsünden çıkartılan metalik cismin niteliği de saptanamadı. Bütün bunlar için etraflı bir soruşturma başlatılması gerekiyordu.
* * *
Ancak soruşturma, Cihat’ın nasıl öldüğüyle ilgili değil, “terör örgütüne üyelik” nedeniyle başlatıldı. Ölünün nasıl soruşturulacağı merak konusu olabilir… Yanıtı da yok üstelik. Zira bu soruşturma dosyası da bir süre sonra “ölüm” gerekçesiyle kapatıldı.
Ancak kararda ilginç bir nokta vardı.
Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda.
Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!
* * *
Ailesi bu karara itiraz etti. Ancak itiraz da sonuç vermedi. Bunun üzerine avukat Abdullah Zeytun ve Diyarbakır İHD avukatları, olayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Başvuru yapıldığında, Cihat’ın cenazesinin bulunmasının üzerinden dört yıl geçmişti.
Anayasa Mahkemesi de dosyayı 4 yıl sonra karara bağladı. Böylece olaydan 8 yıl sonra başa dönülen bir karara imza atıldı.
Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiği savunmada, yaşam hakkı ihlali konusunda inceleme yapılırken, olayların kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerektiğini belirtti.
Ne demekse, neye göre ölçülecekse?
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin kararı aslında örnek niteliğinde. Zira belki sadece Türkiye için değil, çatışma yaşanan tüm bölgeler için, tüm ülkeler için esas alınması gereken ilkeler sıralandı kararda.
Önce, güvenlik güçlerinin hangi olaylarda silah kullanabileceği anımsatıldı. Ardından yaşam hakkının “öldürmeme yükümlülüğü” ve “etkili soruşturma yükümlülüğü” boyutlarından.
Şu yorum yapıldı:
“Yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı hâllerde dahi son çare olarak öldürücü kuvvet kullanılması gerekir… Devlet, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır… Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamları, olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması, resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmelidir.”
* * *
Kararın devamı da ilginç.
Kararda, Cihat’ın cesedinin bulunmasından sonra açılan soruşturmanın örgüte üyelik suçundan yürütüldüğünün altı çizildi.
Normal şartlarda ölüm olayı araştırılır değil mi, hayır…
AYM de bu garipliğe işaret ederek, “UYAP üzerinden yapılan incelemede C.M.’nin ölümüne ilişkin yürütülen başkaca münferit bir soruşturmaya rastlanmadığı gibi Bakanlık görüşünde de bu yönde bir bilgiye yer verilmemiştir” ifadesini kullandı.
Karar gösteriyor ki Cihat’ın kesin ölüm nedeni aydınlatılmamış, nasıl öldüğü araştırılmamış, çürümüş cenazesine bile bakılmadan bulunduğu gün silahlı çatışmaya girdiği söylenmiş.
* * *
Kararda da zaten Cihat’ı öldürülmesine neyin yol açtığının araştırılması gerektiği vurgulandı. Ölüm nedenine ilişkin dosyada herhangi bir rapor bulunmadığına da dikkat çekildi.
Şöyle devam edildi:
“Sonuç olarak yaşam hakkına yönelik müdahale kabul edilmesine rağmen ölümün hangi şartlar altında gerçekleştiğinin tespitine yönelik bir soruşturma yürütülmemiş; yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan gerekli ve ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik olarak elde edilen bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız analizine dayalı bir değerlendirme de yapılmamıştır. Döneme hâkim olan şartlar altında dahi olayın aydınlatılabilmesi için imkânlar dâhilinde tüm delillerin toplanarak nesnel bir değerlendirme yapılması; hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik önemdedir.”
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin bu tespiti önemli.
AYM, döneme hâkim olan şartlarla bile kanıtların toplanarak nesnel değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini ısrarla vurguluyor.
AYM, Cihat’ın ailesine 100 bin TL maddi tazminat ödenerek, soruşturmanın yeniden yürütülmesine karar verdi.
Nasıl sonuçlanacağını göreceğiz?
Dört yanımızda çatışmalar, ölen çocuklar, cenazeleri bile bulunamayan çocuklar, ağlayan, aç kalan çocuklar var.
Bir çizgi var… Çocukların tarafında olmak ve olmamak arasında bir çizgi. Çizginin hangi tarafında durulduğunu da ancak somut adımlar ortaya koyabilir.
Ve ne yaşanırsa yaşansın, 13 yaşındaki bir çocuğun enkaz altında çürüyen bedeni, etkin bir soruşturmaya değerdir…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|