28 Mart 2024

Dink ailesinin isyanı, DEM Parti’deki derin çatlak ve Erdoğan’ın kapattığı kapılar

Uzun bir zamandır kulislerde, DEM Parti’ye yakın kimi isimlerle AKP’de aktif görevi olmayan ancak AKP içinde etkili kimi isimlerin görüşmeler yaptıkları konuşuluyor. Öncelikle iktidarın havasının bu olmadığının, dahası MHP’nin iktidar ortağı olduğu müddetçe böyle bir sürecin başlayamayacağının altını çizmekte fayda var. Ancak buna rağmen DEM Parti’nin içerisinde, yürütülen en küçük temastan “çözüm süreci” çıkabileceğini düşünen bir kesim de mevcut

Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada yaptığı açıklamalara, çarpıcı hayat hikayesi ile başlamıştı. Şöyle diyordu sözlerinin başında:

“Benim hikayem 1915’in artıklarından olan Ermeni Varto Aşireti’nde baslar. 1959'da Mardin'de, şimdi Şırnak'a bağlı olan Ermeni Varto Aşireti’nde doğdum. Şimdi buraya Yolağzı Köyü denilmekte. Varto, babamın büyükbabasının adı Vartan’dan geliyor. Aşiretten kalanların tümü 1978'de İstanbul'a geldiler. O güne kadar köy yaşamları boyunca ve o günden sonra da yan köylerin ağalarının çıkardıkları sahte tapularla açılan mahkemelere git gelle uğraştılar. Yan köyler ki onlar da bizim toprakların üzerinde kurulmuştur. Haklarını aradıkları için dayaklar, yaralanmalar, bir iki de mucizevi bir şekilde ölümden kurtulma olayları yaşadılar. Babam, aslını ve dinini inkar etmeden onurlu bir yaşam sürdürdü. Halen davası süren topraklarda yüreği ve aklı kalarak, üç sene önce Brüksel'de, çocuklarından 'ilgileneceğiz' sözünü alarak gözlerini bu hayata kapadı. Asla korkak davranmadı, tembel olmadı, kimsenin emeğine gözünü dikmedi ve bizi asla kinle büyütmedi.”

Hrant Dink, Rakel Dink

Rakel Dink’in ailesi için bu topraklar, maddiyattan çok daha fazla anlama geliyor. Rakel Dink’in sözünü ettiği topraklarla ilgili dava, aslında 1962’den bu yana sürüyor. Sorun, Ermeni bir ailenin yıllarca kullandığı, tapusuna sahip oldukları topraklarda Kürt ve Türk ailelerin de hak iddia etmeleri. Kimisi tapusu olduğunu savunuyor, kimisi bu topraklardı yıllarca işlediğini.

Geriye kalan, elde kalan toprakları aile, ellerindeki tapu sayesinde bütün ailenin güvenlik riskleri nedeniyle köyden ayrıldığı 1978’e kadar kullandı.

Onlar gittikten sonra yerel mahkemede yargılama süreci tersine döndü. Ancak Yargıtay, bu yerel mahkeme kararını da bozdu.

Ne gariptir, yörede bu kadar bilinen, bu kadar konuşulan bir mesele olmasına rağmen DEM Parti, Yolağzı köyünün bağlı olduğu Silopi’de, Rakel Dink’in ailesinin yıllardır mahkemelik olduğu aileden bir ismi aday gösterdi.

Resmi kanallarla olmasa da gayrı resmi biçimde partiye rahatsızlık iletildi ancak bir değişiklik olmadı. Her zaman olduğu gibi buradan da geriye kalp kırıklığı kaldı.

***

Erdoğan’ın kapattığı kapı ve DEM Parti’deki çatlak

Uzun bir zamandır kulislerde, DEM Parti’ye yakın kimi isimlerle AKP’de aktif görevi olmayan ancak AKP içinde etkili kimi isimlerin görüşmeler yaptıkları konuşuluyor.

Birkaç tanıklık üzerinden büyük çıkarımlar yapılıyor.

Öncelikle iktidarın havasının bu olmadığının, dahası MHP’nin iktidar ortağı olduğu müddetçe böyle bir sürecin başlayamayacağının altını çizmekte fayda var.

Ancak buna rağmen DEM Parti’nin içerisinde, yürütülen en küçük temastan “çözüm süreci” çıkabileceğini düşünen bir kesim de mevcut. Özellikle AKP’nin bunu yapabileceğini düşünenlerin partideki etkisi, geçen yılki seçimlere kadar fazla değildi. Seçimde yaşanan hüsran, bu isimlerin sesinin daha gür çıkmasına yol açtı.

Elbette iktidarda bulunan parti AKP olduğu için, Erdoğan ve AKP’ye bu çağrıların yapılması olağan. Cezaevindeki eski eş başkan Selahattin Demirtaş’ın, eleştirilmek pahasına yaptığı gibi yeni bir süreci dayatmak için politika ve söylem geliştirmesi de öyle.

Muhalefetin altılı masaya bile alamadığı bir siyasi partiyle çözüm süreci inşa edebileceğini düşünmek, muhalefetteyken bu projeyi geliştirip, iktidara böyle yürümek mümkün değil.

Ancak DEM Parti’nin içerisindeki bir kesimin bakış açısı, “iktidar olan AKP, çağrı onlara yapılmalı” kadar basit değil. Bakış açıları çağrı yapılmasıyla sınırlı değil. Bunun örneklerini de yakın zamanda gördük. AKP ve Erdoğan’ın gerçekten de yeniden bu süreci başlatacağına ciddi ciddi inanan ve bu yönde politika geliştirilmesini isteyen bu kesimin talepleri, partinin söyleminde de ciddi bir çatlağa yol açtı.

Erdoğan’ın, Diyarbakır’da yaptığı konuşma, bu kesim için dramatik… En az Erdoğan’ın “Diyarbakır, özgürlüğü de refahı da AK Parti döneminde görmedi mi?” sözleri kadar dramatik…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyarbakır'da

Erdoğan, MHP ile yol yürümeye devam edeceği mesajını vererek, Diyarbakır’da net biçimde şunları söyledi:

“Ülkenin kazanımlarıyla gururlanacak, kayıplarıyla üzülecek herkesle oturup konuşuruz. Türkiye Yüzyılı’nda bizimle yol yürümek isteyen herkesle oturup konuşuruz. Teröre 40 yıl daha feda edemeyiz. Kapımız teröristlere de terör örgütünün güdümünde siyasetçilik oynayanlara kapalıdır. Listelerini terör örgütünün belirlediği parti, parti olmaz. Bunları belirleyecek olan emekleriyle oylarıyla yaşatan tabanıdır seçmenidir. Kürt kardeşlerimizi bu çarpık siyasetin mezesi haline getirmek için sahneledikleri oyunu ibretle takip ediyoruz. Attığımız her demokratik adımı engelleyen CHP’yi utanmadan Kürt kardeşlerimize pazarlıyorlar. CHP’yi allayıp pullayıp size dayatıyorlar. Bunların hangi görüşün temsilcisi olduğunu anlatmaya, bavulların görüntüsü yeterlidir. İstanbul'da ne kadar marjinal ideoloji mensubu varsa getirip Kürt kardeşlerimin başına patron yapanlarla artık gidilecek bir yol kalmadığına inanıyoruz."

DEM Parti’nin kararının “üçüncü yol” olduğunu partinin yetkili kurulları açıkladı. Bu görüş halen temel parti politikalarına yön veriyor.

Buna karşılık, AKP-MHP ittifakının dağıtılmasıyla yeni bir yolun üretilebileceğini düşünenler ve biraz önce sözünü ettiğim, AKP-MHP ittifakına rağmen çözümün iktidarda olduğunu savunanlar da ısrarcı. İktidarın gündeminde ise bunlar değil Suriye ve Irak operasyonları var.

Yerel seçimin sonuçlarını pazar akşamı göreceğiz. Ancak daha önemlisi, Türkiye’nin neredeyse bütünüyle sağ görüşün rüzgarına kapıldığı bir ortamda, sol partilerin, DEM Parti ile yeni bir siyaset üretme zorunluluğu. Yeni anayasanın, operasyonların, yeni düzenlemelerin konuşulduğu bir ortamda, seçim siyasetinin yerini, seçmenlerin yapısal dönüşümünü hedefleyen bir sol siyasetin alması artık zorunlu görünüyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gayrettepe 1. Şube

Gayrettepe yıkılıyormuş… Kentsel dönüşüme girmiş bina, kediyi kurtarmışlar… Hiçbir şey dönüşmeden üstelik, “kurtulamayan” insanların hesabı verilmeden, gözyaşları dinmeden, adalet sağlanmadan

Kırıkhan’daki büyük skandal açığa çıktı: Yoğun bakım hastaları boğularak öldü, “doğal ölüm” belgesi düzenlendi

Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı