16 Mayıs 2024

İnce ayarlı Kobani kararı: AİHM yok, JİTEM yok, çözüm süreci yok, Kürt sorunu yok

DEP Milletvekilleri Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan gibi isimlerin Meclis’ten cezaevine götürülmelerine ilişkin görüntüler uzun yıllar hafızalardan çıkmadı. Kararın açıklandığı sırada TBMM’yi yöneten Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in tüm suçlamalardan beraat etmesi, Meclis’ten cezaevine götürüleceği bir görüntünün oluşturulmaması bile yapılan ince ayarı gösteriyordu

Eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ

31 Mart yerel seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in görüşme yapmalarıyla ortaya atılan “yumuşama” iddiasının, kamuoyuna yönelik bir balans ayarından ibaret olduğu Kobani davasına bakan Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla iyice netleşti. Mahkeme, neredeyse bütün kanıtların apaçık ortada olduğu JİTEM davasının beraatle sonuçlandırıldığı bir ortamda, Türkiye’yi Avrupa Konseyi nezdinde zora sokan AİHM kararını da beklendiği gibi yok sayarak, çözüm sürecinin HDP ayağını aktif yürüten dönemin siyasetçilerini ağır bir biçimde cezalandırdı. Kararda, cezaevinde tutulmaları tepki çeken bir bölüm siyasetçinin tahliye olabilecekleri bir aralıkta cezaya mahkûm edilmeleri, buna karşılık başta Erdoğan olmak üzere iktidarın bütün olarak tepki gösterdikleri Selahattin Demirtaş başta olmak üzere bir bölüm siyasetçinin çok ağır biçimde cezalandırılmaları dikkat çekiciydi. Çözüm sürecinin önemli aktörlerinden olan ve kararın açıklandığı sırada TBMM’yi yöneten TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in tüm suçlamalardan beraat etmesi, Meclis’ten cezaevine götürüleceği bir görüntünün oluşturulmaması bile yapılan ince ayarı gösteriyordu. Karar, HDP kapatma davasının sonucu konusunda da net ipuçları verdi.

Erdoğan’ın önce “buzdolabına kaldırdıklarını” söylediği sonra da “Kürt sorunu yoktur” sözleriyle orada bırakılacağını açıkladığı çözüm sürecinin izlerini bütünüyle silme çabası, Kobani davasının ilk gününden itibaren kendini gösterdi. Aslında davanın ağır cezalarla biteceği ilk günden bu yana tahmin ediliyordu. Ancak yerel seçimden sonra, AKP’nin özellikle Doğu ve Güneydoğu’da aldığı düşük oy oranının politika değişikliğine yol açabileceği de iddia ediliyordu. 31 Mart’tan sonra ortaya atılan, “yumuşama” söylemleri de küçük de olsa Kürt siyasetinde bir umut yaşanmasına neden olmuştu. Ancak Kobani kararları, tabloyu net biçimde ortaya koydu.

Dokunulmazlıkların kaldırılması

Kararı yorumlamadan önce davanın nasıl açıldığını anımsamakta yarar var. Çözüm sürecinin devam ettiği dönemde IŞİD, Suriye’de, YPG’nin kontrolündeki Kobani’ye saldırdı. Bu süreçte Kuzey Irak’tan Kobani’ye destek verilmesi için Türkiye’den koridor açması talep edildi. Hükümet, bu koridoru uzun süre açmadı. HDP Merkez Yürütme Kurulu da bu konuda çağrı yaptı. Bu süreçte, 6–8 Ekim tarihleri arasında Doğu ve Güneydoğu’daki pek çok kentte eylemler yapıldı. Çıkan olaylarda 46 kişi yaşamını yitirdi. İddianame, bu ölümlerin sadece 37’sini konu aldı ve aralarında Yasin Börü’nün de olduğu 6 kişinin ölümünden siyasetçileri sorumlu tuttu.

Diğer insanların kim tarafından, nasıl öldürüldüğüne yönelik araştırma yapılması talepleri ise ısrarla geri çevrildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem yaptığı konuşmalarda, 6-8 Ekim 2014’teki Kobani olaylarından Demirtaş’ı sorumlu tuttu. Demirtaş’ın halkı sokağa dökerek ölümlere neden olduğunu iddia etti. Ankara Başsavcılığı, çözüm sürecinin devam ettiği o dönemde, HDP MYK üyeleri hakkında soruşturma açtı ve milletvekili olan isimlerle ilgili fezleke hazırlayarak Meclis’e gönderdi. Demirtaş hakkındaki 31 nolu fezleke, Kobani olayları ile ilgiliydi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra “terör örgütü üyeliği, yöneticiliği” suçlamasıyla bu fezlekeden de işlem yapıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmaları ve Kobani olayları nedeniyle HDP'yi suçlamasının ardından dokunulmazlıkların kaldırılması tartışması başladı. CHP'nin, "anayasaya aykırı ama 'evet' diyeceğiz" açıklamasının ardından, hazırlanan düzenleme Meclis'e getirildi. 20 Mayıs 2016'da TBMM, hakkında fezleke hazırlanan isimlerin dokunulmazlıklarını kaldırdı ve siyasetçiler tutuklandı.

Diyarbakır Başsavcılığı, Ankara’dan gelen fezlekeyi diğer fezlekelerle birlikte iddianameye dönüştürdü. 2017’de yargılama başladı. AİHM ise bu davada ağır bir hak ihlali kararı verdi. Aynı dönemde Demirtaş’ın bir konuşması nedeniyle açılan dava hızla bitirildi. Demirtaş, bu dava nedeniyle hükümlü hale geldi. Cezası bittiğinde ise tahliyesi gerekirken hızla yeni bir soruşturma açıldı ve zaten yargılandığı Kobani davası, ayrı bir dosya haline getirildi. Demirtaş ve Yüksekdağ yeniden tutuklandı ve cezaevinde kalmaları sağlandı. 30 Aralık 2020’de, 108 sanık hakkında ayrı bir Kobani davası açıldı.

Bu sürecin önemi büyük. Dava açılırken siyasetin de yargının da gündeminde, davanın özellikle olaylarda yaşanan ölümler nedeniyle önemli olduğu söyleniyordu. Davanın dayanağını Yasin Börü dahil hayatını kaybedenler oluşturuyordu.

DEP Milletvekili Orhan Doğan, gözaltına alınarak Meclis'ten çıkarılarken (2 Mart 1994)

İnce ayar

Yargılama sürecinde tartışılacak onlarca başlık var. Ancak karara odaklanmak gerekirse mahkemenin nasıl bir ince ayar yaptığı net biçimde görülebilir. Karar, yargılama sürecinin anlaşılmasını da sağlayabilir.

Mahkeme, soruşturma ve dava aşamalarında verdikleri ifadelerle cezaevinden kurtuldukları iddiası sıkça dile getirilen ve siyaseten HDP çizgisinden bütünüyle kopan Altan Tan ve Ayhan Bilgen için beraat kararı verdi. Beklendiği gibi ceza almadılar.

Çözüm sürecinin önemli aktörlerinden Sırrı Süreyya Önder hakkındaki karar merakla bekleniyordu. Zira yeniden vekil seçilen Önder, TBMM Başkanvekilliği görevini de yürütüyordu ve 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsinin istendiği davada kararlar açıklanırken TBMM’yi yönetiyordu.

DEP Milletvekilleri Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan gibi isimlerin Meclis’ten cezaevine götürülmelerine ilişkin görüntüler uzun yıllar hafızalardan çıkmadı. Önder’in de ağır ceza alması halinde tutuklanması söz konusu olacaktı. Önder, tüm suçlamalardan beraat etti. Üstelik Meclis kürsüsünden defalarca bu davanın siyasi olduğunu, tüm arkadaşlarıyla aynı eylemlere imza attığını açıklamasına, hepsinin beraat etmesi gerektiği yönündeki isyanına ve yeniden vekil seçilmeden önce ağır cezaevi koşullarında yeniden yıllarca yatmış olmasına rağmen…

Gültan Kışanak başta olmak üzere bazı siyasilerin hukuki durumları uzun süredir tahliyelerini gerektiriyordu. Bu isimlere de örgüt üyeliği ile sınırlı cezalar verildi ve tahliyeleri kararlaştırıldı. Mahkeme toplamda 12 kişi için beraat kararı verirken, 5 kişinin tahliyesine hükmetti. Tahliyeler ve bazı beraat kararları, “adaletli davranıldığı görüntüsünün verilmesi amaçlandı” yorumlarına yol açtı. 108 sanıktan 72’sinin dosyası ise ayrıldı.

Ağır cezalar

Mahkeme, dönemin HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş'a 42 yıl, Figen Yüksekdağ'a 32 yıl 9 ay hapis cezası verdi. Bu cezalar aslında açılan onlarca davada verilen kararlarla oluştu. Sadece Demirtaş hakkında 47 ayrı suçlama vardı. Demirtaş ve Yüksekdağ bu davaların önemli bir bölümünden beraat etse de bu kadar yüksek bir ceza aldılar. Mardin Belediye Başkanı olan, 1982’den bu yana üç kez tutuklanarak yıllarca cezaevinde tutulan Ahmet Türk'e 10 yıl, Alp Altınörs'e 22 yıl 6 ay, Sabahat Tuncel’e 12 yıl ceza verildi. Toplamda 30 kişi onlarca yıl cezalar aldı. Bu cezalar, kararın onanması durumunda Demirtaş başta olmak üzere çözüm sürecinde HDP’de siyaset yapan etkili isimlerin onlarca yıl daha cezaevinde kalmaları anlamına geliyor.

AİHM kararı yok

Mahkemenin kararında AİHM’nin Demirtaş hakkında, bu dava nedeniyle verilen hak ihlali kararına ise tek satır olsun değinilmedi. Anayasanın 90. Maddesine göre AİHM kararlarının uygulanması zorunlu olmasına rağmen, dava sürecinde olduğu gibi AİHM yok sayıldı.

Yasin Börü ve ölümler

Davanın en ilginç yanlarından biri Demirtaş ve diğer sanıkların yaptıkları açıklamalarla aralarında Yasin Börü’nün de olduğu 6 kişinin ölümüne yol açtıkları, bu nedenle de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmeleri gerektiği yönündeki savcılık iddiasıydı. Toplumsal meşruiyet de önemli ölçüde bu isimlerin ölümüne dayandırıldı. Ancak mahkeme, ölümlerle ilgili suçlamalardan tüm sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Zira bu suçlardan mahkumiyet kararı verilebilmesini sağlayacak tek bir kanıt da yoktu.

Kapatma davası

Kobani davası, HDP aleyhine açılan kapatma davasının da çekirdeğini oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi için mahkeme kararları kapatma davalarında bağlayıcı değil ancak önemli bir kanıt niteliğinde. Bugüne kadar davayı bitirmeyen AYM’nin, Kobani davasını beklediği söyleniyordu. Ağır cezalar içeren karar, kapatma davasının akıbeti konusunda da net ipuçları taşıyor. Sanıkların devletin birliğini bozmaya yardım gibi ağır bir suçtan ceza almaları, kapatma davası açısından doğrudan, önemli bir kanıt niteliğinde…

İstinaf ve Yargıtay

Savcının, ağır cezalara rağmen, karara itiraz etmesi, daha ağır cezalar talep etmesi bekleniyor. HDP’li siyasetçilerin de itiraz edecekleri karar, önce istinaf mahkemesine, ardından Yargıtay’a gelecek.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

615 bin “işkencesever”le yeni bir yıl…

Ağır işkence yöntemleriyle Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül döneminde tarihe geçen komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın canlandırıldığı bir filmin görüntüleri ve bu tip insanlara ne kadar ihtiyaç olduğunu belirten, özlem dolu bir ileti sosyal medyada paylaşıldı; birkaç saat içerisinde 615 bin beğeni aldı… Esat Oktay Yıldıran yaşıyor elbette, binlerce kişide yaşatılıyor üstelik…

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

“İnsan insan derler idi…”

İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan olmak, o tanımın içine kenar süsleriyle olabildiğince süslenerek konulmalıdır Hüsnü Öndül’ün ismi şimdi…

"
"