23 Kasım 2024

Muazzez İlmiye Çığ'a yönelik 'kobay' iddialarında suçlanan isimlerden Prof. Nevzat Tarhan: Cezaevlerinde araştırma insanlığa aykırıdır

12 Eylül döneminde, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere ilaçlı deneyler yapıldığı anlaşılıyor. İtil ve Songar’ın, HZİ Vakfı’nın deneylerinin ilaçla yapılıp yapılmadığı konusunda netlik yok zira bir soruşturma yürütülmemiş… Hükümlü ve tutuklular, İtil’in bu çalışmalara katıldığını söylüyor. Devlet yetkililerinin göstermelik açıklamalarının bu iddiaları yalanlamak için yeterli olmadığı ortada

Türkiye, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümünün ardından çok ciddi bir konuyu, çok yüzeysel biçimde tartışmaya başladı.

Konu ciddi zira ortada bir insanlık suçu iddiası var.

Çığ’ın bir dönem başkanlığını yaptığı, kardeşi Prof. Dr. Turan İtil’in deney ve çalışmalarını yürüttüğü HZİ Vakfı’nın, Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı, Adalet Bakanlığı’nın izniyle 12 Eylül sonrasında cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler üzerinde ilaç deneyleri yaptığı iddia ediliyor.

Kimi çevreler, “Bunları söylemek için neden Çığ’ın ölümünü beklediniz?” diye sorsa da konu yeni değil.

Nokta Dergisi’nin 1980’li yıllardaki sayılarından itibaren, çok defa basında haber yapılmış bir konudan söz ediyoruz. Çığ’a da bu sorular farklı tarihlerde bir biçimde sorulmuş.

* * *

Konu yüzeysel biçimde ele alınıyor zira iddiaların tam ortasına, “Atatürkçülük, AKP muhalifliği” gibi başlıklar yerleştiriliyor.

Çığ’ın üzerinden Atatürkçü kimliği ile bilinen farklı isimlere “yapıldığı gibi” bilinçli bir karalama kampanyası yapıldığını söyleyenlerin sayısı az değil.

Bu tezi savunanların iddiaları şöyle özetlenebilir:

- Çığ’ın vakıf başkanlığı sembolikti. Uzmanlığı olmayan bir alanda sembolik olarak başkanlık görevini yürütüyordu.

- İtil’in deneyleri Helsinki kriterlerine uygundu ve ilaç içermiyordu. Kimi çalışmaları sadece anketlerden ibaretti. Gönüllülük ve deneklerin rızasının alınması esastı.

- İddialar daha önce soruşturma konusu oldu ve dava açılmasına gerek görülmedi.

- Ortada bu nedenle hastalanmış, bir kayıp yaşamış kimse yok.

- Darbe koşullarında askerler böyle bir çalışma yapılmasını istemişse mecbur kalmış olabilirler.

- Çığ, bu iddiaları sağlığında şiddetle reddetti.

* * *

Çığ’ın, insanlık dışı deneylerin yapıldığı bir vakfın başkanı olduğunu ve yapılan uygulamaları söyleşilerinde savunduğunu söyleyenlerin tezlerini de sıralayalım.

- Onlarca hükümlü ve tutuklu o dönemde rızaları dışında kendilerine ilaç verildiği iddiasında bulundu.

- Çığ, o dönem yaptığı açıklamalarda bilimin böyle ilerlediğini, uzaya çıkan astronotların da geri dönüp dönemeyeceğini bilmediğini söyleyerek çalışmaları doğruladı.

- Cezaevinde yapılan çalışmalar sır gibi saklandı, sonuçlarıyla ilgili olarak İtil, sadece sağ ve sol teröristlerde zekâ geriliği olduğu açıklamasını yaptı. Bazı “teröristlere” sosyopat teşhisi koydu.

- Yapılan çalışmaları CIA bağlantılı isimler de takip etti.

- HZİ Vakfı’nın bu çalışmaları yaptığı biliniyordu ve darbe koşullarında kimse bu çalışmalara tepki gösteremedi. Haberleştirilmesinden sonra da çalışmaların muhtevası gizlendi. İddialar Çığ ölmeden önce de defalarca gündemleştirildi ve kendisine soruldu.

* * *

Garip biçimde bu görüşlerin tarafları Çığ’ın kardeşi Prof. Dr. Turan İtil’le yapılan nehir söyleşi kitabına işaret ediyor. İtil’in bu kitaptaki sözleri gerçekten mühim. Ancak soruları yine bir akrabası sorduğu için derinlemesine bir mülakat yapıldığını söylemek zor. Yine de bazı sözlerine işaret edelim:

- Genelkurmay'da olanlar ve daha önce böyle bir araştırmaya başlamış olanlar. Bunlar benim fikrimi makul buldular.

- Araştırma esnasında uyulması gereken uluslararası kuralları, Helsinki kararlarını anlattım. Tabii, hapisteki çocukların izin verip vermeyecekleri meselesi çıktı. "İzin verenleri alırız, vermeyenler katılmaz" dedim.

- Genelkurmay’da farklı bir proje yürütülüyordu.

- Sağlık Bakanlığı'na danışıldı. O zaman buradaki en ünlü psikiyatrlardan birisi Ayhan Songar'dı. Songar ismi üzerinde anlaştık. Bir de o sırada Genelkurmay'ın bir araştırma merkezi vardı, o merkezin başındaki kişi bu işle çok ilgiliydi.

- Onların o sırada yürüttükleri 150'den fazla araştırma vardı, bu sadece bir tanesiydi.

- İlk öğrenmek istediğimiz şunlardı. Fiziksel bir rahatsızlıkları var mı, eskiden kalma bir fiziksel rahatsızlıkları var mı, aşikâr psikiyatrik hastalıkları olanlar var mı? İlk olarak bunlara baktık. Ondan sonra şahsiyet testleri, beyin performans testleri devreye girdi, böylelikle büyük bir profil çizilmesi amaçlanıyordu.

- Sonuçlar çıkınca Ankara'da birinci toplantı yapıldı. Ankara Üniversitesi düzenledi.

Prof. Dr. Turan İtil

İkinci toplantı

- Aradan biraz zaman geçtikten sonra, "bir ikinci toplantı daha yapalım" dediler. Çünkü bu arada hakikaten bazı şeyler yapıyorlar, buluyorlardı. Adalet Bakanlığı ayrı çalışma yürütüyordu. Yayımlanmamış bir çalışma var. Akıllının birisi bu toplantıyı basına kapattı. Sadece kapatmakla da kalmadı, "bir de basın gelmeyecek" diye bunu ilan etti. O zaman herkes ileri geri konuşmaya başladı tabii.

- Ankara'daki ilk toplantı düzenlenirken kimler gelsin diye araştırıyorduk, o toplantıya Paul Hense adında biri geldi. Ben, Hense'nin kim olduğunu bilmiyordum o zaman, zaten bilsem de ne olacak? Paul Hense CIA namına çalışan biriymiş.

- Benim yaptığım hata, bu ilaçlar Türkiye'de de tetkik edilsin demek oldu. Tahmin ediyorum hâlâ da tetkik edilmiyor. Terör araştırmasını da "hapistekilere bir faydamız olur" diye yaptık.

* * *

İtil’in ABD’de uyuşturucu ile deney yapmanın yasaklanmasından sonra çalışmalarını Türkiye’ye taşıdığı, Türkiye’deki bazı çalışmalarının ABD’de soruşturma konusu olduğuna yönelik iddiaları da anımsatalım. Bu konuda gazete haberleri var ancak bu iddialar da teyide muhtaç…

* * *

İtil’e bu açıklamaları konusunda derinlemesine sorular yöneltmek mümkünmüş ancak bu fırsat kullanılmamış. Ancak söylediği bazı cümleler, Çığ’ın HZİ Vakfı’ndaki rolü ve kimliği üzerindeki tartışmalardan çok daha önemli.

1977’den itibaren Genelkurmay’ın cezaevlerinde başlattığı çalışmaların muhtevası belirsiz. İtil, ısrarla Helsinki kriterlerine vurgu yaptığına göre bunun dışına çıkıldığı kuşkusu da var.

Genelkurmay’ın cezaevlerinde yürüttüğü, içeriği belirsiz 150 çalışmanın bulunduğu açıklaması da vahim. Bu çalışmalar neydi, neler yapıldı, ne sonuçlar alınmak istenildi, bunlar da bilinmiyor.

Ancak net olarak bildiğimiz bir gerçek var. 12 Eylül darbecilerinin cezaevi ıslah planları. Haklarında açılan, “göstermelik” davanın dosyalarında bu ıslah planlarının belgeleri çıktı ve ne derecede vahim oldukları görüldü. Bu çalışmaların da bu planların parçası olduğuna kuşku yok.

* * *

İtil’in açıklamaları bize bir gerçeği daha sunuyor.

İtil, bir yakını aracılığıyla Genelkurmay’a ulaştığını, onların da “yap bakalım çalışmalarını” dediklerini söylüyor.

Cunta yönetiminin en kudretli yıllarında, 1982 yılında işlerin böyle yürümeyeceği net. Biliniyor ki Genelkurmay, birlikte çalışacağı isimleri, devletin kurumlarını ve belgelerini açacağı kişileri özenle seçiyor.

Diyarbakır, Mamak başta olmak üzere askerlerin cezaevinde hâkim olduğu ve akıl almaz işkenceleri yaptıkları yıllardan söz ediyoruz. Sıkıyönetimle yönetilen bir ülkeden ve cunta rejiminden…

Düşünün bir bilim insanının aklına bir fikir gelmiş, 4 bin “teröristle” anket çalışması yapacağım demiş ve hemen beğenip izin vermişler!

Elbette mümkün değil… Belli ki özel bir çalışma ve çerçeve söz konusu…

* * *

İkincisi devlet meseleyi öylesine sahiplenmiş ki cunta rejimi seçimle işbaşından ayrıldıktan sonra 1985’te iki ayrı toplantı düzenlenmiş sivil iktidar tarafından.

İkincisi Adalet Bakanlığı tarafından tamamen kapalı yapılmış…

Ve bu kapalı toplantıya İtil, Paul Henze’nin de katıldığını söylüyor.

Henze kim, CIA Orta Doğu İstasyon Şefi… Yaşamının büyük bölümünde CIA ve CIA destekli vakıflar üzerinden Türkiye ile ilgili çalışmış bir istihbaratçı.

İtil, kendisini tanımadığını söylüyor ama belli ki devlet kendisini kapalı “terör” toplantısına davet edecek kadar tanıyor.

* * *

Ortada “hükümlü ve tutuklulara dağıtılmış, sonra toplanılmış basit anket formları” diye küçümsenemeyecek kadar büyük bir çalışma ve buna paralel Genelkurmay’ın yürüttüğü çalışmalar var.

O dönem “bana bilmediğim ilaçlar uygulandı” diye dilekçe veren hükümlü ve tutuklulardan bazıları İtil’i cezaevine gelmesinden dolayı tanıdıklarını, çalışmayı onun yürüttüğünü söylüyorlar.

Hükümlü ve tutukluların yalan söylemesi için bir neden yok. Akıl almaz işkence yöntemlerini de biliyoruz artık. Ancak İtil gerçekten bu çalışmayı bizzat yürüttü mü, ilaçlar bu kapsamda mı uygulandı yoksa Genelkurmay’ın başka bir çalışmasını mı izledi, belirsiz. Kesin olan Genelkurmay’ın sırlarını saklamayacak kadar İtil’i ve HZİ Vakfı’nı önemsediği…

* * *

Muazzez İlmiye Çığ’la ilgili iddialardan biri de aslında Sümerolog olmadığı, bilimsel eser yazmadığı yönünde. Bunu değerlendirmesi gerekenler elbette uzman akademisyenler. Konuyla ilgisi yok.

Ancak çağdaş bir bilim insanı olduğu söylenen Çığ’ın, sadece sembolik biçimde vakıf başkanı unvanını taşıdığını söylemek de herhalde bu iddianın kendisine saygısızlık olur. Çığ’a sanırım yolsuzluk yapılmak üzere kurulmuş bir yapının başına sembolik olarak oturtulmuş alakasız, parayla çalışan insan muamelesi yapılamaz. Elbette vakfın çalışmalarını bilmemesi mümkün değil.

HZİ Vakfı’nın çalışma alanına bakılınca, “Çığ, cuntacılardan hoşlanmazdı, melek gibiydi” demek de anlamlı değil. Belli ki cuntacılar HZİ Vakfı’nı partner olarak benimsemiş, burada çalışan isimleri uygun bulmuş. Tanıyanlar Kenan Evren’in de ne kadar babacan olduğunu söylüyorlar!

* * *

Helsinki ve “rıza” kriterlerine, devletin soruşturacak konu bulamadığı iddialarına gelince…

Cunta rejimi sırasında insanlara marş ezberleyemedikleri için dışkı dahi yedirildiğini biliyoruz. Hangi rızadan söz ediyoruz?

Söz hakkı varmış gibi…

Ve 12 Eylül’ün hangi eylemi, hangi işkencesi, hangi uygulaması yargılama konusu yapılabilmiş ki bunlar yapılsın, üstelik hükümlü ve tutuklu şikayetiyle… Bunlar komik düzeyde savunmalar.

Bu ülke, bizzat cuntayı yapanları göstermelik yargılarken, anayasal “yargılama” yasağının aslında olmadığını iddia edip, davayı zamanaşımına soktu ve kapattı.

* * *

Çığ’ın yapılan çalışmaların içeriğine İtil ya da Songar kadar hâkim olmadığı ancak bilgi sahibi olduğu belli.

Ancak buna itiraz etmemeyi de azımsamamak gerekir. “İşkenceci” sıfatı ağır gelebilir ve ağır. Bir insan kardeşinin, hatta birlikte çalıştığı insanların eylemlerinden de sorumlu tutulamaz. İşkenceci denildiğinde elde sopa birisine vurulması anlaşılıyor. Elbette böyle değil.

12 Eylül gibi bir faşist rejimle ortaklaşıp, cezaevlerinde bizzat araştırma yapmak en hafifinden suç ortaklığıdır. O vakfın başındaki isim için de en azından “Neden?” diye sormak, o ismi eleştirmek hatta suçlamak hakkı herkes için vardır…

Muazzez İlmiye Çığ ve Turan İtil

* * *

O dönem yaşananlarla ilgili ismi sürekli haberlere konu edilen bir kişi daha var. Prof. Dr. Nevzat Tarhan… Tarhan’ın da HZİ Vakfı ile çalışmalar yaptığı iddia edildi.

Tarhan’a, HZİ Vakfı ile bağlantısını, bu çalışmalara katılıp katılmadığını ve bu çalışmaların etik olup olmadığını sordum… Yanıtlarını aynen iletiyorum…

- "HZİ vakfı ile herhangi bir ortak çalışmam ve bağım hiç olmadı. Araştırmanın yapıldığı iddia olunan dönemde Ankara’da 1979-1982 yılları arasında uzmanlık öğrencisiydim ve böyle bir araştırmanın parçası değildim. Zaten 1982-1987 tarihleri arasında da Erzincan ve Çorlu’da hekimlik yaptım. Hiçbir cezaevinde ya da hiçbir mahkûmla doğrudan veya dolaylı hiçbir tıbbi çalışmada bulunmadım.

- Ayhan Songar hocanın asistanlığını yapmadım, bu konu ile yaptığı bir sunuma da rastlamadım. Yıllar sonra bir tıbbi kongredeki bir tartışmada ve basından bu konuyu duydum. Benim için sadece duyumdan ibarettir.

- Konu ve iddia çok ciddidir. Silahlı kuvvetlerini zan altında tutmaktadır, açıklığa kavuşması kamu vicdanı açısından önemlidir.

- Bu konuda böyle bir çalışma varsa ayrıntılar askeri arşivlerde vardır.

- Cezaevinde tutuklu ve hükümlüler üzerinde araştırma yapmak bilimsel etiğe ve insanlığa aykırıdır. Bunu desteklemek mümkün değildir.

- Bana isnad edilen bilgiler niyet okumadan ibarettir, ben hiçbir zaman despot, şoven ve feodal bir zihniyeti desteklemedim ve karşıyım.

- Dr. Turan İtil ile tanışıklığım 1998 yılından sonra beyin haritaları çalışmaları kapsamında bilimsel platformlarda olmuştur, başka bir bilgim yoktur.

- Tekrar söylüyorum, hiç kimse mahkumlar üzerinde böyle bir uygulama yapamaz, yapmamalıdır."

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

* * *

12 Eylül döneminde, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere ilaçlı deneyler yapıldığı ve konunun soruşturulmadığı anlaşılıyor. İtil ve Songar’ın, HZİ Vakfı’nın deneylerinin ilaçla yapılıp yapılmadığı konusunda netlik yok zira bir soruşturma yürütülmemiş… Hükümlü ve tutuklular, İtil’in bu çalışmalara katıldığını söylüyor. Devlet yetkililerinin göstermelik açıklamalarının bu iddiaları yalanlamak için yeterli olmadığı ortada.

Ancak kesin ve Çığ ile ilgili tartışmalardan da önemli olan, cunta döneminde, cunta rejimiyle iş birliği yapılarak işkence, baskı, zulüm altındaki insanlar üzerinde sözde bilimsel çalışmalar yapıldığı…

Bu az bir suç mudur, suç ortaklığı azımsanacak bir eylem midir? Varsın, bu sorular yanıtsız kalsın.

Açık ki asıl üzerinde durmamız gereken Genelkurmay’ın o dönem yürüttüğü 150’yi aşkın projenin ne olduğu, bunları kimin, kime uyguladığı, hükümlü ve tutuklulara neler yapıldığıdır?

Arşivler açılmalı ve zamanaşımına bakılmaksızın soruşturulmalıdır.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

“İnsan insan derler idi…”

İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan olmak, o tanımın içine kenar süsleriyle olabildiğince süslenerek konulmalıdır Hüsnü Öndül’ün ismi şimdi…

Ömrümüzden çalan “suçlar” ve kapanmayan yaralar

Bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan Nimet Tanrıkulu, dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından yeniden tutuklandı. Ne soruldu peki? Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…

"
"