30 Ocak 2025

Tutuklamalar, menajer Ayşe Barım soruşturmasının anatomisi ve büyük “Çarşı” çelişkisi

Gezi davasında Osman Kavala hakkındaki tapeler, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “yasak delil” sayılmıştı. Ardından bu karar bozulmuş ve tapelerin delil niteliğinde olduğu görüşüne varılmıştı. Şimdi Çarşı davasında tapelerin bir bölümü “yasak-usule aykırı delil” sayılıyor. Ayşe Barım dosyasında da yine o dönemde yapılan dinlemeler kanıt sayılıyor

İstanbul Başsavcılığı merkezli soruşturmalar gündemde.

Menajer Ayşe Barım hakkında sektörde tekel oluşturma iddiasıyla başlatılan soruşturmanın, “Gezi eylemlerinin organizasyonuna, hükümeti devirmeye teşebbüs eylemlerine yardım” boyutuna evrilmesi, oyuncular hakkında “yalan tanıklık” soruşturmanın başlatılması önemli başlıklardan.

Barım soruşturmasının detaylarını sevk yazısında görmek mümkün. Ancak mesele Gezi’yse, önce mahkemelerin Gezi kararlarına bakmakta fayda var. Yakın zamanlı bir karara, Beşiktaş Çarşı grubu hakkında açılan, bir anda Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen iş insanı Osman Kavala’nın bir numaralı sanığı olduğu Gezi davası ile birleştirilen, sonra tekrar ayırma kararı verilen dava yakın zamanda beraat kararıyla sonuçlandı. Haklı ve gecikmiş bir beraat kararıyla…

Üstelik beraat kararını, Gezi davasında Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıkları 18’er yıl hapisle cezalandıran İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi verdi. Dava, Beşiktaş’taki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne yürüyüş başlatılması ve bu yolla hükümeti devirmeye teşebbüs suçlaması gibi ağır bir suçlamayla açılmıştı. Bunu aklımızda tutalım.

* * *

Mahkeme, gerekçeli kararını kısa bir süre önce açıkladı. 41 sayfalık kararın değerlendirme bölümü, “Bu beraat kararları verilebiliyorsa bu soruşturmalar nasıl açılıyor?” sorusunu akla getiriyor.

Mahkemenin yorumlarına teker teker bakalım:

- Kendilerini Çarşı Taraftar Grubu olarak isimlendiren sanıklar arasında, takım taraftarlığından, sosyal paylaşımlardan kaynaklanan arkadaşlık ve dostluk ilişkisi dışında hiyerarşik yapı, görev dağılımı, organizasyon şeması, silah mühimmatı, gizlilik esasları bulunmadığı, illegal faaliyet içinde de bulunmadıkları, Taksim Gezi protestolarını düzenleyen yapı içinde bulunmadıkları, anayasal bir hak olan ve demokratik ifade özgürlüğü içinde kalan anlamda protestolara katıldıkları, zaman içinde farklı kişi veya grupların provokasyonu ve/veya kolluk güçlerinin orantısız güç kullanmaları sonucunda oluşan olumsuz durumlara ve suç teşkil eden eylemlere bireysel veya topluluk halinde katıldıkları hususunun her sanık için gün, zaman ve eylem belirtilerek somutlaştırılmadığı…

Bu bölümden, Gezi’ye katılanların eylemlerinin suç teşkil edecek bir şiddet söz konusu değilse demokratik hak olarak nitelendirildiği anlaşılıyor. Aşağıda göreceğiz, bu yönüyle savcılığın tutumuyla uyumlu… Ancak sıkıntı Gezi’yi organize etmek bölümünde başlıyor. Yargı, Kavala’nın Gezi’yi organize ettiğini kabul etse de AİHM ve muhalefet böyle düşünmüyor. Gerekçeli karardan devam edelim.

- Dosyada dava açılması için yeterli delil olarak gösterilen baz istasyonu tespitlerinin, tek başına bir anlam ifade etmediği gibi yan delillerle de desteklenmediği, bu dosya açısından usulüne uygun olarak alınmayan telefon görüşme tapelerinin yasak delil niteliğinde olduğu…

En can alıcı kısımlardan biri burası… Her ne kadar görüşme tapelerinin bu dosyayla ilgili kısmı “yasak delil” sayılmışsa da Gezi dönemindeki dinlemeler arasındaki ayrımın neye göre yapıldığı belirsiz. Gezi davasında Kavala hakkındaki tapeler, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “yasak delil” sayılmıştı. Ardından bu karar bozulmuş ve tapelerin delil niteliğinde olduğu görüşüne varılmıştı. Şimdi Çarşı davasında tapelerin bir bölümü “yasak-usule aykırı delil” sayılıyor. Ayşe Barım dosyasında da yine o dönemde yapılan dinlemeler kanıt sayılıyor.

* * *

- Gerekçeli kararda, sanıkların silahlı terör örgütü kurduklarına yönelik kanıt olmadığı, hiyerarşik yapının, görev dağılımının, araçların, kaynakların, mühimmatın gösterilemediği belirtiliyor. Bu suçtan da beraat kararı verildiği vurgulanıyor.

- Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye tesebbüs suçundan dava açıldığı, sanıkların Taksim Gezi Parkı projesine karşı düzenlenen gösterilere katılarak, İstanbul ve Ankara’daki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ni işgal etmek isteyerek bunu yapmaya çalıştıkları iddia edilse de sanıkların atılı suçu uygun vasıtalarla işleyerek amaca ulaşmaya yetecek plan ve organizasyon dahilinde, maddi ve manevi alt yapısı oluşturulmuş, görev paylaşımlı, hiyerarşik yapıda bir eylem şeması ile ve birbirleriyle önceden tasarlanan şekilde hareket ettiklerine ve suçun maddi ve manevi unsurları ile sanıkların kastlarının, bu suça yöneldiğine dair, her türlü şüpheden uzak, yeterli, kesin ve somut olgular bulunmadığından, "şüpheden sanık yararlanır" genel ilkesi de göz önüne alınarak, beraatlerine…

Mahkeme, bu kısımda, bu suçun oluşması için aradığı kriterleri net biçimde sayıyor. Plan ve organizasyon, maddi ve manevi altyapı oluşturmak, görev paylaşımlı, hiyerarşik yapı, eylem şeması, tasarlanarak hareket edilmesi… Hem Kavala hem Barım için sormak lazım, patron kimliği bunu açıklamaya yeter mi? Bütün bu unsurlar diğer dosyalarda söz konusu mu?

Osman Kavala

* * *

Tam bu noktada, savcılığın Ayşe Barım hakkında açtığı soruşturmaya dönelim. Ayşe Barım hakkındaki tutuklamaya sevk yazısı çok tartışıldı. Ancak detaylarına indikçe soruşturmanın hangi mantık üzerinden yürütüldüğünü anlamak da mümkün hale gelebiliyor.

- Dosyanın omurgasını firari ya da hükümlü Gülen cemaati mensubu hâkim ve savcıların yazılarıyla yapılan dinlemeler oluşturuyor. Oysa İstanbul Başsavcılığı, Gezi davasının iddianamesinde bu hâkim ve savcılar tarafından oluşturulan dosyanın ayıklandığını, o döneme ait kanıtların dosyadan çıkartıldığını belirtmişti.

- Dinlemeler denilince akla yüzlerce sayfa tape geliyor. Elbette böyle bir durum yok. İki üç cümleden ibaret konuşmalar. Kanıt sayılan tapeler Osman Kavala’nın konuşmasıyla başlıyor. Kavala, “Avrupalılar her gördüğüm şeyi soruyor. İyi tamam da hani bu siyasi durumu nasıl değiştirecek diye sorup duruyor” ifadelerini kullanıyor. Bu konuşmanın ardına oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın, “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?” şeklindeki sosyal medya mesajı eklenmiş. Ve bu iki ifade, “etki ajanlığı” sayılmış. Yasalarda olmayan suçun kanunlaştırılması halinde savcıların nasıl uygulayacağını şimdiden görüyoruz. Ancak bununla sınırlı değil. Etki ajanlığının nasıl uygulandığını daha vahim bir ifadeyle de görmek mümkün…

- Sevk yazısında Kavala’nın Taksim Dayanışması ve Taksim Platformu’nu yönlendirdiği, sanatçılarla ve siyasetçilerle toplantılar yaptığı belirtildikten sonra, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, AİHM gibi yerlerde görevli şahıslarla görüşmeler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Savcılığa göre, Türkiye’nin üye olmak istediği AB, zaten imzasının bulunduğu AİHM ve Avrupa Komisyonu gibi yapılarla temas suç… Etki ajanlığı bu kadar basit…

- Etki ajanlığı kısmı bununla da sınırlı değil. Ayşe Barım hakkında, orman yangınları ve deprem sırasında sosyal medyada başlatılan #HelpTurkey kampanyasına eş zamanlı olarak katıldıkları tespiti nedeniyle yine “etki ajanlığı” suçlaması yöneltiliyor. Depremde, yangında uluslararası çağrı kampanyalarına katılmanın da etki ajanlığı sayılacağını buradan anlıyoruz.

Ayşe Barım

* * *

- Bununla bitmiyor. Savcılığa göre tüm bu faaliyetler 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde yaşananlara benziyor. O dönemde de sokak hareketleriyle hükümetin devrilmek istendiği vurgulanıyor. Gezi, 27 Mayıs darbesiyle eşitleniyor.

- Gezi davasında kullanılan Otpor, Soros, ajanlık, darbecilik suçlamaları yineleniyor.

- Çok tartışılan kanıtlardan biri, Ayşe Barım’ın Alabora ile yaptığı konuşma. Basına sıkça yansıdı. Oyuncular Sendikası ve kimi oyuncular bir bildiri hazırlamışlar ve bu Barım’a da ulaşmış. Barım, buradaki ifadeleri ağır bulduğunu söylüyor ve yayımlanırsa zarar görüleceğini Alabora’ya iletiyor. Alabora da bildirinin yayımlanmasından vazgeçileceğini anlatıyor. Hatta Barım, korsan biçimde sosyal medyada bildirinin yayılmasından duyduğu endişeyi aktarıyor. Savcılık, bu durumu Barım’ın bildiriyi engellemesi değil, uygun zamanda açıklanması konusunda erteletmesi olarak yorumluyor. İkna cümleleri olarak yorumlanabilecek cümleler aksi yönde yorumlanmış… Sevk yazısında büyük harflerle, “EYLEMLERİN DAHA AKTİF BİR ŞEKİLDE GERÇEKLEŞTİĞİ ZAMAN YAYINLANMASI GEREKTİĞİ KANAATİ OLUŞTURULARAK NETİCELENDİRİLDİĞİ, BU ŞEKİLDE ŞİDDETE EVRİLEN EYLEMLER SÜRECİNDE DAHA FAZLA KİTLESELLLİK ARAYIŞI İÇERİSİNDE OLDUKLARI AÇIKÇA ANLAŞILMIŞTIR” deniliyor.

- Barım’ın oyuncularla ve Alabora, Çiğdem Mater gibi isimlerle yaptığı görüşme sayıları da kanıtlar arasında sayılıyor.

- Bütün bu kanıtlara göre, Barım’ın, Alabora ve Çiğdem Mater’le doğrudan irtibatlı olduğunun anlaşıldığı, onayı alınan kişi konumunda olduğu belirtiliyor. Şöyle deniyor: “…bu şekilde olayları planlayan, örgütleyen ve yönlendiren, iradesi sorularak bu yönde kendisinin karar bildirerek yön verici ve belirleyici olduğu açıkça anlaşıldığı, kendi şirketine bağlı toplumda tanınan oyuncuların toplumda tanınırlığını ve etki gücünü de kullanarak daha fazla kitleselleşmesini amaçladığı ve bunda da kısmen başarılı olduğu…”

- Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında, “irademizle eylemlere katıldık” demeleri nedeniyle “yalan tanıklık” suçundan soruşturma başlatıldığı kamuoyuna yansıdı. Bu soruşturma da “kendi iradeleriyle eylemlere katıldıklarını beyan etseler de şüpheli ile eylemlerin başladığı döneme dair yoğun irtibatlarının içeriğini hayatın olağan akışına uygun olarak açıklayamadıkları, iç ve dış kamuoyu tarafından günlerce takip edilen ve gündemde tutulan olayların kitleselleşmeye başladığı bir dönemde görüşme içeriklerine yönelik ile şüphelinin eylemlerin olduğu dönemde Gezi Parkında kendileriyle bulunmasına rağmen kaçamaklı cevaplarının şüpheliyi kayırma saikiyle yapıldığının açıkça anlaşıldığı…” deniliyor.

- Bütün bunlardan sonra Barım, birinci derece planlayıcılar olarak gösterilen Kavala, Çiğdem Mater ve Mehmet Ali Alabora’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmelerine yardım etmekle suçlanıyor.

* * *

Sevk yazısında atlanmaması gereken bir detay var. Savcılık, Gezi’ye katılanlarla organize edenler arasına bir çizgi çekmek zorunluluğu duymuş… Şöyle deniyor:

“Ayrıca şu hususu da önemle vurgulamak gerekirse; soruşturmamızın konusu ve amacının Gezi Parkı eylemlerine katılanlar değil sivil toplum hareketlerini yönlendirip kullanarak ve şiddete evirerek mevcut hükumetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan organizasyonunun tüm yönleriyle açığa çıkartılmasıdır.”

* * *

Çarşı davasında haklı biçimde verilen beraat kararı ile Ayşe Barım hakkındaki soruşturmayı yan yana koyduğunuzda Gezi dava ve soruşturmaları konusunda, “planlayıcılık” başlığının odak noktası olduğunu görüyoruz.

Peki bu kadar ciddi bir suçlamanın içi, yorum yoluyla sonuç elde edilen iki üç konuşmayla, eşzamanlı Gezi Parkı’na gitmekle doldurulabilir mi?

O dönem yapılan dinlemelerin bir bölümü “yasak delil” niteliğindeyse neden bir bölümü yasal. Kriter kime ve neye göre belirleniyor?

Barım dosyasında menajer-oyuncu bağı dışında bir organizasyon şeması, çıkara dayalı birliktelik, mühimmat, planlama var mı? “Hep beraber gidelim” dediği varsayılsa bile aranan kriterleri karşılar mı?

Sadece Ayşe Barım dosyası açısından değil, Kavala ve Gezi ana dosyası ile diğer soruşturmalar açısından da kritik sorular bunlar. Yanıt verilmesi gereken sorular.

Günlerdir televizyonda yapılan diğer yayınların çok da önemi yok. Milliyetçi bir yönetmen oyuncu verilmemesinden yakınmış, suçmuş gibi sunuluyor. Bir başkası sektörde tekelden bahsetmiş, ağır suç olarak nitelendiriliyor. Kapitalizm zaten tam da böyle bir şey ancak olsa olsa sektörel kurallara göre soruşturma yürütürsünüz değil mi?

İnsanın itibarını da sarsan ajanlık, darbecilik gibi suçlamalar için bundan çok daha fazlası gerekiyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Beyaz Toros ve Yeşil’i şefkatle kucaklamak!

İtirafları ile davaların açılmasını sağlayan Abdülkadir Aygan ile JİTEM’ci Fethi Çetin’in kayıtları uzun süre bulunamamıştı dosyalar oluşturulurken. Sistemde öldü görünüyorlardı... Emniyet Genel Müdürlüğü, Aygan’ın isminin Aziz Turan olarak değiştirildiğini açıkladı. Bir ülke düşünün… PKK itirafçılarından bir cinayet birliği kurulmuş… İtirafçılar yakalanmasın diye “şehit” gösterilmiş…

Isparta’daki uçak kazasından Kartalkaya’ya zırvalar, gerçekler ve dört kadın: “Yanıyoruz, neredesiniz?

Isparta’da 57 kişinin yaşamını yitirdiği uçak kazasında, uçağın kiralandığı Atlas Jet Havacılık A.Ş.’nin sahibi de 78 kişinin yangında hayatını kaybettiği Grand Kartal Otel’i pazarlayan da ETS… Açık mevzuata rağmen yanan otelle ilgili olarak bakanlığın yetkisi bulunmadığını savunan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un sahibi olduğu firma…

Çok ölen, çok az anımsayan ülkenin 23 yıllık kısa tarihi: O otelin belgesi neden iptal edilmedi?

Grand Kartal Otel, Aralık 2024’e kadar yangına uygunluk belgesi almamış. Daha sonra almak için başvurmuş ve Bolu İtfaiyesi uygunluk belgesi vermemiş. Bunun üzerine talep geri çekilmiş. Bu otelin turizm işletme belgesi, yönetmelikteki açık kurala rağmen, bu belgeyi almayan tesislerin ruhsatının iptal edileceğinin açık ve seçik belirtilmesine rağmen neden iptal edilmedi?

"
"