Yumruğunuzu sıkın, sıkabildiğiniz kadar. En çok sıktığınız an, artık gevşetmek zorunda kalmaya en yakın olduğunuz andır.
Bu yüzden, baskı arttıkça, sürdürülebilirliği azalır. Dövüle ezile diş macunu kıvamına bile gelmiş olsa, bir toplum, sıkıldıkça fışkırır, yine, diş macunu gibi. Evvelce sıkılmışlığı çoksa, bir süre sıkmalar etki yaratmaz. Etki yaratmadıkça, sıkanın sıktıkça sıkası gelir. Ancak, bir noktada, daha da sıkma gayreti, fışkırtır, mutlaka. Doğası böyledir insan topluluklarının. Sıkarsan fışkırır.
Bireyleri düşünceleriyle beraber rahat bırakıp belli kritik konularda çerçeve çizerek düzenleyenin, ilham veren prensipler koyup o yönde liderlik eden olağanüstü liderlerin elinde, uzun zaman verimli biçimde topluma yön verilebilir. Oysa, şeffaflık yoksunu bir sahnede her an başroldeysen ve gece gündüz aktif olarak itip kakarak soluksuz bırakırsan, toplum orta vadede silkeler baskıyı.
Elbette bu bir kuşakta yahut bir ömürde olmayabilir. Bir seferde de olmayabilir. Ama, sonuçta, özgürlük kazanır. Hep kazanmıştır. Hep kazanacaktır. Dünya toplumları, daima özgürleşmeye doğru gitmektedirler. Çağlar geçtikçe, insan soyları daha özgür hale gelmektedir. Dünyanın türlü derdi artmaktadır belki, ama bu dertlerin masaya yatırıldığı ortamın daima daha özgür hal almakta olduğu, bir gerçektir, global düzeyde, tarih sahnesinde. Öte yandan, bu durum, belli bir toplumda bir kuşağın yahut hatta daha fazlasının tamamının heba olup gidebileceği, bireysel olarak korkunç haksızlıkların ve adaletsizliklerin tarihe geçebileceği, hatta tarihe bile geçemeyebileceği gerçeğini değiştirmez.
Baskılandıklarını düşünüp hisseden insan topluluklarına en çok gereken ikili, iyimserlik ve cesarettir. İyimserlik, beraber olup doğru bildikleri yolda emek vermeye devam etme arzusunu, cesaret ise bu arzuyu sahaya yansıtacak dayanıklılığı verir. Bunların ikisi bir arada yoğunlaşmadıkça, bu dinamikleri değiştirmek için ne kadar korkunç bireysel haksızlıkların ve kaç kuşağın heba olmasının gerekeceğinin taksimetresi yazmaya devam eder.
Karamsarlık yabancılaşmayı, yabancılaşma da daha fazla karamsarlığı çağırır. Cesareti işlevsiz ve hatta bölücü kılar. Cesur insan, korkana korkma hakkı tanıdığı ve onu yargılayacak yerde ona ilham verdiği ölçüde değişim yaratabilir. Cesur insanın işi korkanı korkak diye etiketleyip yargılamaya dönüşmeye başladıkça, potansiyel yandaşları yönünden yaşadığı yabancılaşma ve dışlama gittikçe yalnızlaşmasına, o yalnızlık da gittikçe karamsar olmasına, uzun vadeli görüntü yönünden dahi karamsar olmak için bir sebep varmış zannetmesine ve hareketsizleşmesine yol açar. Bu durum, korkanı ise zaten tamamen sahadan siler.
Cesur oldukları halde karamsarlık sebebiyle inandıklarını söylememeyi seçenler, sessizlikleriyle korkana umut ışığı veremeyecekleri ve korkanın sessizliğiyle de karamsarlıklarını besleyecekleri için, bataklığa saplanırlar. Önce cesur karamsarların tehlikelere gözlerini kapatıp inandıklarını söylemeleri, sonra iyimserliği beraberce çoğaltabilecekleri başkalarını, cesur veya korkak, o ışıkta aramaları gerekir.
Nitekim, baskının yoğun olduğu toplumlarda, toplumun genel olarak eksikliğini çekmesi muhtemel olan unsur, cesaretten ziyade iyimserliktir. Olumlu düşüncedir. İlhamdır. Espridir. Tebessümdür. Kol kolalıktır. Yoldaşlıktır.
Zira, güvenli mağarasından çıkıp bugünlere gelebilmiş, toplayıcılıkla yetineceğine göğüs göğüse çarpışarak besin zincirinde kendisine yer kurmuş olan insan, özünde cesurdur, ama bunu tek başına yapmamış olduğu için, yalnız hissettiği ölçüde karamsarlığa ve sessizce arazi olmaya da yatkındır. Baskı ortamı insanları birbirlerinden koparır. İnsanları birbirinden kopmuş toplumlarda, hak ve özgürlüklerin yerini alan kontrollü serbestlik de, mutluluk ve huzur gibi, anlık ve geçicidir.
O mutsuzluk ve huzursuzluk sarmalı içinde, bir bütün toplum katmanı kolaylıkla kendisini başarısız ve depresif hissetmeye başlayabilir. Hele elde ettiklerini zannettikleri hak ve özgürlük kazanımları aslında hiç var olmadılarsa. Sökülüp alınmamış, örneğin, olağanüstü bir lider tarafından öylece topluma verilmiş, her hak ve özgürlük, gerçekten sahiplenilmeyi bekler. Eğer bu hak ve özgürlükler talep edilip üzerine titrenerek zaman içinde gerçekten var edilmezlerse, hukuk metinlerinde yazılı ama aslında kolayca geri alınmayı bekler vaziyette, vitrinden ibaret içi boş dünyalarda hukukun üstünlüğü dekoru sağlarlar.
Olağanüstü bir lider, ancak bir topluma ana prensipleri ve daha iyiyi hedefleme ilhamını takdim edebilir. Bunları sonradan dogmatik kurallara dönüştürerek baskı kapısı açanlar, baskının sonunu görürler. O baskıyı sonlandıranlar da kendi baskılarını takdim etmeye karar verirlerse, elbet bunun da sonu görülür. Öte yandan, baskının baskıyı takip ettiği ve anlamlı bir zaman diliminde sürdürülebilir özgürlüğün kenetlenmiş halde beraberce yaşanamadığı bir toplum düzeninde, daima sallanan bir sarkacın bu sefer ne yöne gideceğini sessizce gözlerle takip etmek, kader değil tercihtir. En başta, cesaret eksikliğinden ve iyimserlik eksikliğinden kaynaklanan bir tercih.
Kendi düşünceleriyle birbirleri için refah yaratacak olan toplumun, bunu yapabilmek için beraberce özgürleşmesi, el ele bilgiye uzanabilir hale gelmesi gerekir. Olağanüstü bir lider, onlara hayatta en hakiki mürşitin ilim olduğunu bildirip bu yönde ilk adımları attırmaya gayret edebilir. Hatta bu adımların kol kola atılması için onlara ilham verip vatanlarını beraber savunmuş olmalarının enerjisiyle onları cephede ve hemen savaş sonrasında kol kola sokabilir. Öte yandan, o lider bile, ortak düşmanı taş atımı mesafedeki karşı cephede göremedikleri karışık zamanlarda da birbirlerine ortak sevgi bağı ile kenetlenmeyi toplumun farklı unsurlarına öğretemez. Toplumun, gerekli ilham cesur ve iyimser insanların elinde verildikten sonra, kendi tecrübeleriyle bunu kendi kendine zaman içinde öğrenmesi gerekir. O toplumun durmadan farklı odaklarda baskı üreten dinamiklerinden edineceği dersleri ekşime yönünde değil kucaklaşma yönünde tecrübe olarak kullanabilmesi için, kendi doğru bildiğini cesaretle ifade edip iyimserlik aşılayan insanların tercihleri önemlidir.
Nitekim, zekisin, çalışkansın, diyenin yolculuğu da, çok daha kahramanca ve olağanüstü olsa da, kendi doğru bildiğini cesaretle ifade edip iyimserlik aşılamaya dayalı bir yolculuk olmuştur. Artık, herhalde, muhtaç olunan kudretin damardaki kanda olduğunu söyleyenin aslında bizi birbirimize bağlayan damarlardaki ortak yaşantıların tecrübesini de kastettiğini ve cesur olanı kendi inanmış iyimserliği ve enerjisiyle diğerlerini uyandırmaya çağırdığını görme zamanıdır. O damarları hep beraber kol kola yol yürümenin cesaret ve iyimserliği basana dek, toplumun bir kudreti olmayacak, baskıdan baskıya savrulan yolculuğu, çaresiz, sürecektir.