04 Ekim 2024
Ordu şehrinin ilk kuruluş yeri günümüzde Ordu-Perşembe (Vona) karayolu üzerinde, şehir merkezine yaklaşık olarak 2 kilometre mesafede konumlanan ve tarihçesi MÖ. 7. yüzyıla uzanan Kotyora (Κοτύωρα) ismiyle bilinir. Bugün burası Bozukkale olarak adlandırılıyor. Daha sonra güneydoğuda Eskipazar Köyü’nde (Bayramlı), 19. yüzyılın başında ise Ordu (Bucak) olarak bugün bulunduğu alanda konumlanmıştır. Mithridates Ktistes’in kurduğu I. Pontus Krallığı’nın (MÖ 281-266) 350 yıl hüküm sürdürdüğü coğrafya MÖ. 71 yılında Luculus, MÖ. 64 yılında da Pompeius tarafından fethedilmiştir. Ordu ve yöresi, Bizans idari sistemi içinde Khaldia theması içinde yer alıyordu. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölündüğü 395 yılına kadar Roma hâkimiyeti altında kaldıktan sonra, Doğu Roma yani Bizans topraklarına dâhil olmuştur. Bu dönemlerden sonra Orta ve Doğu Karadeniz kıyı kesiminde Hristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştır. Ordu ve yöresi; 1204 yılında gerçekleşen IV. Haçlı Seferi sırasında Gürcistan Kraliçesi Tamara’nın yardımıyla I. Andronikos'un torunları Aleksios ve David tarafından kurulan Komnenos hanedanlığı (Trabzon Rum İmparatorluğu 1207-1461) yönetiminde kalmıştır. 1461 yılında ise Fatih'in komuta ettiği kuşatma ile Komnenos Krallığı'nın başkenti Trabzon ve oraya bağlı olan Ordu (ki o tarihte bugünkü yerleşim henüz oluşmamıştı, bölgenin merkezi Bayramlı adıyla da anılan Eskipazar köyüydü) Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Doğu Karadeniz bölümünde önemli bir konuma sahip olan Ordu ve yöresi, eski çağlardan başlayarak, çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaparak günümüzde de bu önemini korumuştur. Maddi kalıntılar ve seyyahların yazdıklarından Paganist dönemde dahi birçok yerleşim ve tapınağın olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmalar, Erken Hıristiyanlık döneminde tapınakların dönüştüğünü ve yeni dini yapıların inşa edildiğini belgelemektedir.
Ordu Rum Mahallesi’nde (Taşbaşı Mahallesi) 1853'te inşa edilen Rum Ortodoks Kilisesi, hemen yanında konumlanan ve kompleksin bir parçası olan, 1878’de Konstantinos Spiridon Psomiadis tarafından yaptırılan Psomiadis Rum Okulu’nun 13 sayfalık kuruluş tüzüğünde karşılaştığım Hypapante (okunuş: İpapandi) ismi bugün Taşbaşı Mahallesi olarak geçen Rum Mahallesi’nin ve Rum Ortodoks Kilisesi’nin tarihsel ismini ve hikayesini 171 yıl sonra tekrar ortaya çıkarıyor.
Hypapante; İsa’nın Mabede Takdimi ve Kutsal Bakire Meryem'in Arınması 2 Şubat’ta kutlanan dini bir bayram. “İsa’nın Mabede Takdimi”, Luka İncili’nde (Luka 2: 21-39) detaylı olarak anlatılıyor. Aynı zamanda Kutsal Karşılaşma Bayramı olarak da adlandırılan “Candlemas” kelimesi, İsa'nın Tapınakta sunumunu onurlandıran bir Hıristiyan kutlamasıdır. Yunanca'da Mum Bayramı Günü'ne “Hypapante” deniyor ve Yunanca birisini karşılamak anlamına gelen 'hypantao' kelimesinden geliyor.
Sadece Ordu’da değil tüm Anadolu’da 100 yıldır nefes aldırılmayan yapılar, ulus devlet yapısının ve resmî ideolojinin pompaladığı “Türk Yurdu” anlatıları ile önce isimlerini sonra da hikayelerini kaybetti. Bugün Anadolu’da bağlamından koparılarak resmî kurumların ya da kişilerin kullanımına verilen dini yapılar, okullar, sivil mimari örneği evler, çeşmeler, kent belleğini ve kültürünü oluşturan kültürel varlık eseri kapsamında değerlendirebileceğimiz detayların özgürce araştırılıp ifade edilememesi, yabancılaşma hissini de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin en küçük Büyükşehir Belediyesi olan Ordu’da yaşanan “Taşra Bunalımı”nın sebeplerinden birisi de yüzyıllarca beraber yaşadığımız insanların bıraktığı kültür mirasının içine doğup bağ kuramıyor olunmasıdır. Kolektif belleğe alınamayan bu bellek travması, toplum üzerinde hiç bitmeyen, kuşaklar boyunca sürecek patolojik yası doğuruyor. Oysaki bir kentin belleğindeki zamanı kazıyıp atmamız ne mümkün! Yaşadıkça bunlar bir bir ortaya çıkıp o kentin dokusunu yeniden kuracaktır. Milli Mücadele dönemi öncesinin çok dilli, dinli ve milliyetli medeniyet yapısı Yunan’ı denize döküp, Ermeni’yi Anadolu’dan süpürdük anlatısından daha derin anlamlar taşıyor. Bizlere miras bırakılan resmî ideoloji derlemelerini yeni kuşaklara değerlendirme yolu açarak devretmek zorundayız.
Türkiye’de Hypapante ismini almış tek kilise olma özelliği taşıyan Taşbaşı Rum Ortodoks Kilisesi’nin cemaatsiz kalması süreci esasen 1916-17 ve 1921 tarihlerinde yaşanan Pontus Rumlarının içerilere tehcirleriyle ve ardından 1924’teki Mübadele ile gerçekleşti. Benzer bir süreci 1915 tehciri ile Ermeniler de tecrübe etti. Trabzon Vilayet Salnamesine göre 1870’te Ordu kazasında toplam 8 bin 108 Rum kayıtlı olup bu nüfusun yüzde 26’sı kaza merkezi olan Ordu şehrinde yaşıyordu. Kazadaki Ortodoks Rumların sayısı 1914’e kadar geçen 45 yılda yüzde 100’den fazla artarak 18 bin 505’e ulaşmıştı.
Osmanlı Türkiye’sinde Ermeni ve Rumların tehcir ve katliamlar yoluyla tasfiyesi ve kalan kısmının Cumhuriyetten itibaren bugüne kadar uzanan çeşitli baskı ve asimilasyon politikalarına maruz bırakılması süreci Anadolu’da esasen 1890’larda başlamasına rağmen, asıl belirleyici kırılma noktası Balkan Savaşları oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda Rus kuvvetleri, denizden ve karadan yürüttükleri taarruz sonucu 1916 sonuna kadar Trabzon’u işgal etmişler, Tirebolu yakınlarındaki Harşıt Suyu’na kadar uzanan Doğu Karadeniz kıyılarını fiilen ele geçirmişlerdi. Rusların bölgeden geri çekilmesi ancak 1917 Ekim Devrimi’nden sonra gerçekleşti. Rus işgalinin devam ettiği dönemde, 1916 Kasım’ında Giresun-Ordu-Samsun bölgelerinde kıyı şehir ve köylerinde yaşayan Rum nüfusun şiddet yoluyla terörize edilmesi ve iç bölgelere tehcirine yönelik bir politika izlendi. Fevzi Güvenli anılarında o günleri şöyle aktarıyor:
“1916 yılının ekim ayı başları… Ordu’da o zamanki adıyla Ermeni Mahallesi, şimdiki adıyla Zaferimilli Mahallesi’nde Ermenilerden boşalma bir eve yerleştik. O tarihlerde Ordu, Trabzon vilayetine bağlı kazalardan biriydi. Ruslar Trabzonlu alınca Ordu vilayet merkezi olmuş, Vali Cemal Azmi Bey de Ordu’ya gelmişti. İttihat ve Terakki Partisi’nin ileri gelenlerinden olan ve sonraları Berlin’de Ermeni komitacılar tarafından vurulan Cemal Azmi Bey, orta boylu, çokça esmer ve kara sakallı biriydi. Başta memurlar, herkes çekinirdi ondan, Kara Vali derlerdi.”
1916-17 yıllarında Trabzon Vilayeti ve Canik (Samsun) Sancağı dahilinde yaşanan bu süreçte Giresunlu çeteci Topal Osman Ağa ve adamları tehcir ve katliam eylemleriyle özellikle öne çıktılar. Ordu bölgesi de onların eylem alanları içindeydi.
Daha sonra, 1919 yılı baharında İstanbul hükümeti, Mustafa Kemal’i 9. Ordu Müfettişliği göreviyle bu bölgedeki Rum ve Türk çetelerin yol açtığı şiddet ortamını teftiş ve bu konuda etkin önlemler alma amacıyla Samsun’a gönderir. Böylece başlayan yeni dönem aynı zamanda Kuvâ-yi Milliye örgütlenmesi çerçevesinde Kurtuluş Savaşı ile devam edecektir. Bu süreçte yerel Kuvâ-yi Milliye kuvvetleri ve onların bölgesel bazda yürüttükleri çete savaşları Ankara merkezli olarak yönetilmeye başlanır. Bu sürecin kritik aşaması ise Ankara Hükümeti’nin Aralık 1920’de Amasya merkezli olmak üzere ve Sakallı Nurettin Paşa olarak ünlenen Nurettin İbrahim Konyar kumandasında 10,000 mevcutlu Merkez Ordusu Kumandanlığı'na atanmasıdır. Bu ordunun görevi bölgedeki Rum çetelere karşı savaşmaktır. Bu bağlamda 1921 yılı içinde Merkez Ordusu Ankara Hükümeti’nin de onayıyla bölgedeki Rum nüfusu bir kez daha iç bölgelere tehcir kararı alır. Bu arada müstakil sancak haline getirilen Ordu’ya 14 Nisan 1921’de asaleten atanan ilk Vali Ahmet Faik Günday 1960 tarihli “Hayatım ve Hatıralarım” kitabında süreci detaylı olarak anlatıyor. Söz konusu tarihsel sürecin son aşaması ise 1924-25 yıllarında gerçekleşen Mübadele olacaktır.
Yunanistan tarafında (Antalagi) olarak ifade edilen Mübadele, Lozan Anlaşması’ndan önce 30 Ocak 1923 tarihinde, iki ülke tarafından imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi ile gerçekleşen zorunlu göç, topyekûn bir nüfus transferi uygulamasıdır. Hayli kısmı öncesinde yaşanan savaş sürecinde zaten yerinden edilmiş olan 1,5 milyon civarındaki Osmanlı Rum nüfusu ulus devlet inşası sürecinin bir politikası olarak rızaları alınmadan yaşadıkları yerlerden, atalarının mezarlarından, kültürlerinden, geçmişlerinden, hikayelerinden ve hatıralarından koparılmıştır. Bu durum iki taraf için de geçerlidir. Türkçe bilmeden Türkiye’ye ya da Yunanca veya hiçbir lehçesini bilmeden Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalanlar, aslında sadece isimleri farklı olan aynı hikâyenin kahramanları olmalarına rağmen, Yunanistan’a gidenlere “Türk tohumu”, “Yoğurtla vaftiz edilmiş” gibi sıfatlar takılırken, Türkiye’ye gelenlere de “Gavur tohumu” “Yarım gavur”, “Bitli Muhacir” denildi. Türkiye’de mübadelenin 90’lı yıllara kadar resmi düzeyde fazlaca dillendirilmemiş olmasının önemli sebeplerinden birisi 1915 Ermeni Tehciri ile 1924 Nüfus Mübadelesi arasında bir paralellik ve duygu bağı kurulmasından korkulmuş olunmasıdır. Yunanistan’da 1930’larda kurulan Küçük Asya Araştırmaları Merkezi’nin Rumların Anadolu’daki tarihsel görünümünü ön plana alıp o yörenin tarihini ve kültürünü bilim ve araştırma nesnesi olarak benimsemiş ve bu amaç çerçevesinde bir dokümantasyon merkezi olarak da çalışmıştır. Anadolu’dan göç eden Rumların anlatılarına dayanan bu sözel tarih arşivi, 1922 öncesi yaşamla ilgili zengin ve eşsiz bir bilgi hâzinesidir. 300.000 yazılı sahifeyi aşan ve 1.375 beldeyi kapsayan bu arşiv için yüzü aşkın bir araştırmacı ekibi çalışmıştır. Müzikolog bayan Melpo Logotheti-Merlier ve Yunan edebiyatı profesörü Octave Merlier tarafından kurulan ve özerk bir statüye sahip olan KAAM 1980 ve 1982 yıllarında toplamı bin sayfayı geçen iki cilt halinde bu arşivin küçük bir bölümünü yayınlamıştır. (Türkiye’de Herkül Milas çevirisi ile bu iki cilt İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.) Birinci cilt Anadolu’nun Batı kesiminde gerçekleşen göç serüvenine, ikinci cilt ise Orta Anadolu’ya ayrılmıştır. Kuzeydoğu Anadolu (Pontus) Rumlarının göçünü anlatan üçüncü bir cildin hazırlamakta olduğunu biliyoruz. Mübadelenin son yıllarda sayıları görünür şekilde artan çalışmalarla bilgilerimizin hayli zenginleşmeye başladığı Türkiye ayağında ise, Nedim İpek’in Samsun ve Mübadele adlı kitabında, Ordu vilayet dahiline 1679 Rumeli mübadilinin sevk edildiğini, Ordu şehrinde de 158 erkek 169 kadın, merkez ilçe köylerinde 289 kişi ve Fatsa’da 801 kişinin yerleştirildiği istatistiği yer alıyor. Gelenlerin Selanik, Drama, Manastır, Kayalar ve Golos mübadillleri oldukları ve 1923-1933 döneminde Ordu’da 322 hanede 1.438 mübadilin iskân muamelesi görmüş olup kendilerine 389 ev, 178 dükkân, 148 arsa, 113.997 dönüm toprak tevzi edildiği anlaşılıyor.
Bu tarihsel özetin ardından Ordu’daki Rum kiliselerinin durumuna yakından bakacak olursak;
1937-1977 yılları arasında cezaevi olarak kullanılan Ordu Hypapante Rum Ortodoks Kilisesi 1983 yılında ilk kez restore edilmiştir. Mevcut bilgilerimize göre bölgede Giresun Gogora Rum Kilisesi (1948-1967) ve Ayancık Archangelos Kilisesi (1934-1954) ile 1853 tarihli Ordu Rum Ortodoks Kilisesi de 1937-1979 yılları arasında hapishane olarak kullanılan kiliselerden sadece birkaçıdır. Ordu’da Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde Müddei Umumi (Cumhuriyet Savcısı) olarak 1942-1945 yılları arasında görev yapan Mehmet Ali Sebük’ün Memleket Kriminolojisi kitabı (Ordu Gürses Basımevi- 1944) Ordu’da kiliseden cezaevine dönüştüren yapıda yatan mahkumların durumu ve kent kriminolojisi hakkında detaylı bilgi veriyor. Restorasyon esnasında Ordu Rum Kilisesi’nde o zamana kadar kısmen muhafaza edilmiş olan freskler, kabartmalar ve yapıya dair tüm özgün detaylar yok edilmiştir. Ziya Yılmaz’ın “TİP’ten THKP-C’ye Fatsa’dan Türkiye’ye” adlı anı kitabında 1970’lerin sonunda hapishane olarak kullanılan bu kilisenin durumuna dair şu bilgileri veriyor:
“Bizim bu 15 günlük kaçaklık, işleri sekteye uğratmaya başlayınca “Bir şeyler yapalım, bu böyle gitmez.” dedik. Fikri de (Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez) başka bir yerde saklanıyor bu arada. Ne olur ne olmaz diye “Ahmet kalsın burada, Fikri ve ben teslim olalım.” kararı aldık. Ordu’da bir hâkim vardı, ona haber gönderdik, sonra da teslim olduk. Biz aslında tutuklanmayacağımızı düşünüyorduk, belki biraz üstümüze gelirler ama tutuklamazlar fikrindeydik. Biz Ordu’ya gelir gelmez tutukladılar bizi, doğruca cezaevine attılar. Cezaevi de enteresan bir yerdi bu arada. Eski bir kiliseden (Taşbaşı Rum Ortodoks Kilisesi) bozma, tabii kilise filan kalmamış, eskiden kilise olduğu duvarlardaki resimlerden anlaşılıyor sadece. Mimari çok ilginçti, cezaevi alanında bir sürü irili ufaklı ahşap kulübeler vardı. Yer yetmediği için olsa gerek, duvara çakılmış merdivenlerden çıkılan kulübeler vardı, yine ahşaptan. İstif şeklinde yani. Her taraf su, rutubet. Fakat cezaevinde yatacak yer yok. Mahpuslarda da gariban eksik olmaz, onlar yerde, çamurda sağda solda yatıyor. Bize de misafir bunlar diye, kuş yuvası gibi bir kulübe verdiler. Fikri ile orada sırayla yatmıştık.”
Bugün tek duvarı ayakta duran ve sit alanı olarak koruma altında bulunan Taşbaşı Rum Ortodoks Kilisesi kompleksinin bir parçası olarak yaptırılan 1878 tarihli Psomiadis Rum Okulu’nun arazisi ise bir ticari müessesenin kullanımındadır.
19. yüzyılın sonunda sadece merkez kazada Rumlara ait 4 kilise ve 3 mektep yer almaktaydı. Hypapante Mahallesi (Taşbaşı Mahallesi), Agios Georgios Mahallesi (Rumdüzü~Düz Mahalle) ve Agios Nikolaos Mahallesi’nde (Elmalık Mahallesi) aynı isimlerle Kilise ve Okullara sahipti. Boztepe’de daha eski zamanlarda Rum ve Ermeni Kiliseleri bulunmakta idi. 1811 yılında Karadeniz’de bulunan Fransız seyyah Rotier anılarında Boztepe’ye çıkarken, dağın tepesinde, ormanın yakınında mermer parçaları gördüğünü belirtmektedir. Bu mermerlerin oldukça iyi korunduğunu belirten Rotier, bunların Antik Dönem’e ait Korint sütunu olduğunu ifade ederek bu alanda bir zamanalar muhteşem bir tapınağın olduğu kanaatine varır. Rotier’den yaklaşık 5-6 yıl sonra bölgede seyahat eden Bijikyan’da Perşembe’den Ordu yönüne giderken, gördüklerini şu şekilde aktarır: “Boztepe dört mil beridedir. Burnu ve limanı mevcuttur. Dağın üzerinde St, Georg’a ithaf edilmiş bir kilise vardır, yanından Arrianos’un Farmadenos dediği Bucakderesi akar.”
Ordulu Protestan Rumlar Ortodoks Rumların yoğun baskı ve saldırılarına rağmen 1892-1894 yılları arası Protestan Ermenilerle birlikte evden bozma küçük bir Şapel’de ibadet ediyorlardı. Pantellis Philadelphets’in önderliğinde 1896 yılının ocak ayında Protestan Okulu’nun ilk katı, Şubat 1899’da ise Protestan Rum Kilisesi resmî olarak açılmıştır. 25 Ağustos 1917’de Ruslar tarafından bombalanan Protestan Kilisesi ağır hasar gördü. Protestan Okulu ise Cumhuriyet döneminde Türkler tarafından Anaokulu olarak kullanılmıştır. Ordu şehrinde ilk ana mektebi 1926 yılında, Protestan Rum Okulu’nun üç sınıfında 2 öğretmen ve 60 öğrenci ile birinci sınıfa “Filiz” adı, ikinci sınıfa “Gonca” ve üçüncü sınıfa da “Gül” adı verilerek eğitime başlamıştır. 1939 Erzincan Depremi sonrası buraya dair hiçbir iz bugüne gelememiştir. Ordu’daki Protestanlar 1893 yılında tamamlanan nüfus sayımına göre 288, 1904 Trabzon Vilayet Salnamesi’nde 520, 1914 nüfus sayımında ise 1211 kişi olarak kaydedilmiştir.
Yason Burnu, Fatsa ve Bolaman’ın kurulu olduğu körfezin doğu ucunda Ordu ili Perşembe İlçesi, Çaytepe Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Yason Burnu’nun genişliği en uzun yerde 610 metre, en dar yerde ise 30 metredir. Bu ölçü en uç kayalıklarda 20 metreye kadar inmektedir. Yarımada’nın hemen 300 metre batısında bir de Yalancı Yason (Sülü Burnu) denilen yer çok güzel bir kıyıya sahiptir. Birinci derece arkeolojik ve ikinci derece doğal SİT alanı olan yerleşimin antik dönemdeki ismi “İasonia Akte”. Ünlü coğrafyacı Strabon’un Geographikasında Amisos’tan (Samsun) sonra kıyı boyunca gidildiğinde ilk önce Haraklia Burnu’na, ondan sonra da Iasonion denen başka bir burna geliniyor dediği yer. Yunan mitolojisinin meşhur efsanelerinden Altın Post’ta da geçiyor. Efsaneye göre Altın Post’u aramaya çıkan Jason kaptanlığındaki elli kahraman, gemileriyle İstanbul Boğazı’nı geçerek Karadeniz’e çıkar ve liman olarak Yason Burnu kullanılır. Günümüzde yarımada üzerinde 1868 tarihli bir kiliseden başka bir yapı ayakta değildir. Bu yakın dönem kilisesi de 7.30 x 14.20 m. ölçülerinde, kubbeli bazilikal tarzda inşa edilmiştir. 1960-70’li yıllarda burada araştırmalar yapan Bryer, deniz tarafında çok sayıda yerel bina kalıntısı olduğunu belirtir ve belki de bunların Theotoks (Meryem) Manastırı ile ilgili olduğunu belirtir.
Ksenephon, MÖ. 400 yılında Yason Burnu’ndan şöyle söz etmektedir: “Ertesi gün Helenler gemi ile buradan yola çıktılar ve uygun bir rüzgârla iki gün kara boyunca ilerlediler. Bu yolculuk sırasında Argo’nun yanaşmış olduğu söylenen İason Burnu’nu ve aşağıda yazılı ırmakların ağızlarını gördüler… Bütün bunların önünden geçtikten sonra Heraklia’ya vardılar.”
Yason Burnu’nda yaşanan bir tarihi olay da Trabzon Rum Krallığı’nın Saray tarihçisi Panaret’in Kroniğinde şu şekilde anlatılmaktadır: “19 Aralık, indikt 6865 (1356/”1357) tarihinde İmparator (III.Aleksios) ile Limni’ye doğru hareket ettik. Kerasunt’ta Milat Bayramı törenini ve Iason’da İsa Peygamber’in doğuşuyla ilgili töreni kaydetmeliyiz. O sırada 14 Türk idam edildi. Oradan Limni’ye geldik ve geri döndük. “Rotiers, Yason Burnu’nda katıldığı bir ayin hakkında şu bilgileri vermektedir:
“15 Ağustos’ta Assomption Bayramı (Meryem ‘in göğe yükseliş yıl dönümü) dolayısıyla etrafta oturan tüm Rumlar hatta Ünye’den dahi Yason Burnu’na gelmişlerdi. Burada eski Neptün tapınaklarının arasında Justunien tarafından inşa edilen kilisenin bir şubesi bulunuyordu ve bu bakire Meryem’e adanmıştı. Bu insanlar karaya ayak bastığımızda özellikle Rusya’dan geldiğimizi kendileri gibi Ortodoks olduğumuzu öğrendiklerinde, bizi çok iyi karşıladılar. Onlara Roma kilisesinden olduğumuzu söyleseydik bu her şeyi mahvederdi. Papaz seksenli yaşlarda uzun sakallı bir adamdı. Saf ve sakin özelliklere sahip duruşuyla bize ilham verdi. 61 yıldan beri aynı yerde bu bayramı kutluyordu. Seromoni esnasında Rusların yüce imparatoru Alexander’in vekili olarak dua ediyordu, yüksek bir sesle gökten cennetten Rumların köleliğine ve kutsal kiliselerinin köleliğine bir son verilmesini istedi. Devrimci konuşmadan daha cesur olan bu dualara herkes şaşırdı. Zira kıyılarda çoğunlukla Türkler bulunmakta ve çoğu da Rumca’yı anlamaktaydı. Ayinde sadece Rumlar vardı. Bunlar özgür olduklarını dinlerine ve Avrupa ilkelerini bağlı olduklarını iddia ediyorlardı. Hâlbuki bu insanlar halen nazik, kırılgan ve zayıf idiler, bir düzine Laz hepsini kesmeye, katletmeye kafiydi.”
Ünye merkezdeki Yalı Kilisesi, Fatsa’da Fatsa Saint George (Agios Georgios) Rum Kilisesi, (Dumlupınar Mahallesi “Sülükgölü”, Malpazarı mevkiinde bulunan kilise, dönemin Ordu Valisi Necati Çetinkaya döneminde Fatsa Kaymakamı Şehabettin Harput tarafından 1986 yılında yıktırılmıştır. Olayda İl Özel İdaresi gözcülük etmiş, Köy Hizmetlerinden sağlanan araç gereçlerle yıkım gerçekleşmiştir.) Gölköy ilçesinde de Darahta ve Yemişken kiliseleri, Mesudiye ilçesine bağlı Doğançam köyünde de eski bir Rum kilisesinin olduğu bilinmektedir. Mesudiye ilçesinde bilinen 5 kilise bulunmaktadır. Birçok bilinmeyen kilise ya yıkılmış olup ya da yıkılmak üzere ayakta durmaya devam etmektedirler. Kiliseler 1700-1900 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu kiliseler Mesudiye Yason Rum kilisesi, Mesudiye Rum Ortodoks Kilisesi, Mesudiye Samuga Ermeni kilisesi, Mesudiye Topçam Muzadere Rum Kilisesi ve Mesudiye Şaphane Kilisesi’dir. Bu kiliseler dışında da Ordu’ya bağlı kaza ve nahiyelerde pek çok kilisenin daha olduğu bilinmektedir. Bugün bazı yerler için Kilise Kıranı, Kilise Düzü gibi tabirler kullanılmaya devam etmektedir.
Nihayet, İpapandi kilisesine geri dönecek olursak, Luka İncili içerisinde İsa’nın Mabede Takdim öyküsü şöyledir:
“Doğumunun sekizinci gününde sünnet etme zamanı geldiğinde O’na ana rahmine düşmeden evvel melek tarafından söylenilen İsa adı verilmiştir. Musa Yasalarına göre; Arınma günlerinin bitiminde, Meryem ve Yusuf, Çocuk İsa’yı Rabbe takdim etmek üzere Kudüs (Yeruşalim)’e götürdüler. Musa Yasası’nda, «İlk doğan her erkek çocuk adanmış sayılacak» yazılmıştır. Musa Yasası’nda buyrulduğu gibi aile, Rabbe kurban olarak bir çift kumru veya iki güvercin yavrusu sunmaları gerekmektedir. O sırada Kudüs’te, Kutsal Ruh (Ruhülkudüs)’un üzerinde olduğu Simeon adında bir adam vardır. Dürüst ve dindar bir adam olan Simeon, İsrail’in teselli bulmasını özlemle bekliyordur. Rabbin Mesih’ini görmeden önce ölmeyeceği Simeon’a Kutsal Ruh tarafından bildirilmiştir. Simeon, Kutsal Ruh’un yönlendirmesiyle mabede gelmiştir. Çocuk İsa’nın annesi ve babası Musa Yasası’nın gereğini uygulamak üzere onu mabede getirdikleri zaman, Simeon onu kucağına alıp Rabbi yücelterek şunları söylemiştir: «Ey Rabbim verdiğin sözü tuttun; artık ben kulun huzur içinde ölebilirim. Çünkü senin sağladığın bütün halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu, Ulusları aydınlatıp Halkın İsrail’e yücelik kazandıracak ışığı, gözlerimle gördüm».
İsa’nın anne ve babası, onun hakkında söylenen bu sözleri şaşkınlıkla karşıladıkları sırada Simeon tarafından kutsanmış ve Simeon Anne Meryem’e şöyle demiştir: «Bu çocuk, İsrail’de birçok kişinin düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir. Senin kalbine de adeta bir kılıç saplanacak. Bütün bunlar, birçoklarının yüreğindeki düşüncelerin açığa çıkması için olacak». Bu sırada mabette Aşer kabilesinden Fanuel’in kızı Anna adında bir peygamber bulunmaktadır. Anna çok yaşlıdır ve kocasıyla yedi yıl evli kaldıktan sonra seksen dört yıl dul olarak yaşamıştır. Anna mabetten ayrılmaz, gece gündüz oruç tutup dua ederek Rab’be ibadet etmektedir. Rab’be şükreden Anna, tam o esnada ortaya çıkarak Kudüs’ün kurtuluşunu bekleyen herkese İsa’dan söz etmeye başlamıştır. Yusuf ile Meryem, Musa Yasalarına göre yerine getirilmesi gerekenleri tamamladıktan sonra kendi şehirleri Celile’ye bağlı Nasıra kasabasına dönmüşlerdir” Luka, İncil metninde Musa Yasalarına göre anne Meryem’in Arınmasının ne zaman gerçekleştiğini, ailenin Çocuk İsa’yı Kudüs’e Rab’be adamak için nasıl getirdiğini detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Genel olarak aynı anda gerçekleşen iki önemli olay; İsa’nın Simeon ile buluşması ve Meryem’in Arınmasını içinde barındıran tören Doğuda ve Batıda, farklı içerik ve tarihlerde kutlanmaya başlamıştır. İsa’nın Mabede Takdimi veya İsa’nın Simeon ile buluşması, Doğuda “Hipapanti (Hypapante)” adıyla bilinen bir tören ile anılmaktadır.
Aynı zamanda İsa Mesih'in Sunumu Bayramı, Kutsal Bakire Meryem'in Arınması Bayramı veya Kutsal Karşılaşma Bayramı olarak da adlandırılan Candlemas kelimesi, İsa'nın Tapınakta sunumunu onurlandıran bir Hıristiyan kutlamasıdır. Luka 2:22-40'ta İsa'nın sunumuna dayanmaktadır. Yunanca'da Mum Bayramı Günü'ne “Hypapante” denir ve Yunanca birisini karşılamak anlamına gelen 'hypantao' kelimesinden gelir. Tapınakta, Tanrı’yı alan Aziz Simeon İsa Mesih'i diğer dindar inananlarla birlikte karşıladı ve O'nu kollarına aldı. Daha sonra Kutsal Ruh tarafından aydınlandı.
5. ve 6. yüzyılda Meryem’in Arınması bayram törenlerinde vaizler, dinleyenlere şehrin kapılarının açılmasını, gerçek ışığı karşılamak için yanan lambalar veya mumlarla dışarı çıkmalarını teşvik etmektedir. Vaazları dikkate alan halk ve rahipler, tören esnasında ellerinde mumlarla ilahiler söyleyerek saraydan kiliseye doğru bir geçit töreni düzenlenmeye başlamıştır. Bu şekilde gerçekleştirildiği bilinen ilk geçit töreni, Konstantinopolis’te günümüzde Ayvansaray’da bulunan Blakhernai Bakire Meryem Kilisesi’ne yapılmıştır. 602 yılında gerçekleştirilen bu tören alayı İmparator Mavrikios (582-602) tarafından yönetilmiştir. 7. yüzyılda Meryem’in Arınması bayramı, Papa I. Sergius (687-701) tarafından Roma’ya tanıtılmıştır. Roma’ya taşınan ve tüm Roma Katolik kiliselerine yayılan Meryem’in Arınmasının kutlanıldığı törenlerde mumlarla kutlama geleneği, bugün hala “Candlemas” adıyla gerçekleştirilmektedir. Bayram töreni sırasında sunulan vaazlarda neredeyse her yerde, ışığın yansımaları vardır. Çoğu zaman vaazların genel içeriğini “ışık” kelimesi veya sadece “mumlar” oluşturmaktadır. Işığın ve mum kullanımının teolojik metaforu Luka ve Yuhanna İncil anlatılarına dayanmaktadır. Luka İncili’nde, Simeon’un kehanetinde ışık ifadesi kurtuluşa bağlanır: “Ey Rabbim verdiğin sözü tuttun, Artık ben, kulun huzur içinde ölebilirim. Çünkü senin sağladığın, bütün halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu, ulusları aydınlatıp halkın İsrail’e yücelik kazandıracak ışığı, gözlerimle gördüm” Yuhanna İncili, Rabbin varlığı ve yokluğu için aydınlık ve karanlığın zıtlıklarını kullanır: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür. Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.” Yuhanna İncili’nin başlarında İsa kendisini “dünyanın ışığı” olarak tanımlamıştır. İncillerde geçen bu ifadelerin, Hristiyan dünyasında ışık ve onun kaynağı olan muma kutsallık kazandırmıştır.
Kaynakça:
(1) 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya'daki Rum Yerleşimleri-Ari Çokona (2016)
(2) Kutsal Kitap Eski ve Yeni Ahit: Tevrat, Zebur (Mezmurlar) ve İncil, İstanbul, 1997.
(3) İsa’nın Mabede Takdimi Görsel Anlatım Biçimleri Fatmanur Key-Filiz İnanan (2020)
(4) Ortodokslar Topluluğu ( https://www.ortodokslartoplulugu.com)
(5) Tarihin Horona Durduğu Yer Karadeniz. P. Minas Bijişkyan, H. Andreasyan, (1998)
(6) Ziya Yılmaz - TİP’ten THKP-C’ye Fatsa’dan Türkiye’ye. - Barış Mutluay (2014)
(7) Osmanlı Dönemi Kiliseleri - Osman Karadeniz (2020)
(8) Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni - Dr. Georgios Nakracas
(9) Anadolu’nun Protestan Rumları ve Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Karşısındaki Durumları - Gülen Göktürk Baltas- Toplumsal Tarih (2023)
(10)Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Ordu (Editörler Sadullah Gülten, Tuğrul Özcan, Kamil Yavuz.)
Yetvart Tomasyan'ın sevgili eşi Payline Tomasyan şahsında tüm ailenin, tüm sevenlerinin ve Aras Yayıncılık’ın başı sağ olsun. Bu dünyadan, bu topraklardan, çok sevdiği İstanbul’dan, bir “Tomo Abi” geçti
Çağlar Fidan: Evimdeki bir odayı Kara Kitap odası haline getirdim. Odanın duvarları romandan kimi bölümlerle, romanı besleyen başka metinlerden alıntılarla veya bana romanın yazıldığı dönemi anımsatan görsellerle dolu. Genel hatlarıyla yapısını da oluşturdum aslında o albüm projesinin. Birkaç şarkısını da besteledim
Doktor Dikran Toraman’ın Ordu’da yıllarca ilçe ve köylere kadar gidip ücretsiz olarak baktığı hastalar, Orduspor’da 20 yıl boyunca sürdürdüğü saha doktorluğu ve Eczacı Ardem Toraman’ın raf eczacılığının olmadığı dönemde hazırladığı, herkese şifa olan ilaçlar, bu topraklara olan sevgileri, emeği, tüm kimliklerin üstünde olan var oluşları 200 yıllık baba evlerinin bulunduğu sokağa isimlerini vermek için yeterli olmuyor
© Tüm hakları saklıdır.