14 Kasım 2024

Erdoğan’a saygıda kusur etmeyen ünlü Rus rejisör Pamuk’a ateş püskürdü

Bazı kültür insanları yazdığı, yönettiği, rol aldığı eserlerde eşsiz kahramanlık öykülerini yansıtsa da gerçek hayatta bunların çok uzağına düşebiliyor

Zaman çok değişti. İnsanlar bazen bu değişime ayak uydurmak için fırıl fırıl dönüyor.

Malı mülkü, şanı şöhreti olanlar bile.

“Aydın” denilen, “kültür insanı” sayılanlar bile (hatta bazen en çok onlar.)

Öyle günlerdeyiz ki, tanınmış bir Rus sanatçı, bir Türk siyasi liderini savunup bir Türk yazarını eleştirebiliyor.

Saflar karmakarışık.

ABD ve emperyalizm karşıtlığı, milliyetçilik (herkesinki kendine olsa da), dindarlık (o da aynı), eşcinsellik düşmanlığı gibi bir şeyler, olmadık insanları aynı hizada birleştirebiliyor.

İşte buyurun, Nikita Mihalkov Rus televizyonunda öyle bir konuşma yaptı ki, ağır sözleriyle bir sürü siyasinin, kültür insanının, gazetecinin üzerinden tank gibi geçiverdi.

Kendisi Sovyet ve Rus sinemasının çok ünlü bir ismi. Hem aktör hem rejisör. Güneş Yanığı, Sibirya Berberi ve daha pek çok ödüllü filmi var.

Sanatçı bir aileden geliyor. 79 yaşındaki rejisör, hayatının önemli bölümünde birçok filme imzasını atarak çoktan tarihe geçmişti. Ama bu ona yetmemiş olacak ki, başka alanlarda da sıkı ataklara girişti.

Mihalkov’u on yıllardır izlerim. Bir ara tanışma şerefine de nail oldum.

Siyasete karşı hep ilgiliydi. Ama zamanla onun ilgisinin bir özelliği kafamda iyice netleşti:

İktidara, iktidarda kim olursa olsun özel bir saygı ve bağlılık gösteriyordu.

Hem saygı hem de bağlılık bazı sınırlar içinde anlaşılabilir belki, ancak Mihalkov’un sınırları kısa sürede iktidar yandaşlığı tonlarına karışabiliyordu.

“Rusya’yı seviyor ve onun güçlenmesini istiyordu”, tamam ama bu yolda her bir lider ayrı yoldan gidiyordu. Söz gelimi Boris Yeltsin ve Vladimir Putin’in yolları da yoğurt yiyişleri de çok farklıydı.

Bir insan her zaman ve her türlü iktidara yakın durursa bu durum, en hafif deyişle kuşku uyandırıyor.

Ayrıca sözü edilen kişi hem kültür dünyasının önderlerinden biri hem de hali vakti yerinde olunca “buna gerek var mı?” diye bir soru akla gelebiliyor.

Bir de epeydir kayda değer bir sanat yapıtı üretemiyor Mihalkov. Onun yerine televizyonda iktidar yanlısı propaganda ve yorumlar yapıyor.

Neyse, kendi bileceği iş, günahı sevabı ve ahlaksal-siyasi sorumluluğu kendisine ait. Biz konumuza gelelim.

Boris Yeltsin ve Nikita Mihalkov (soldan sağa)

Türk Defteri’nin defterini dürme çabası

Rusya’da ünlü bir gazeteci var: Vladimir Pozner.

O da 90 yaşında. Fransa’da doğmuş ve Rusya’nın dışında Fransa ve ABD vatandaşlığı da var.

Televizyonda birçok popüler program yaptı. Bazen iktidara oldukça dolaylı ve hafif eleştiriler getirir gibiydi.

Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı başladığında hem programlarına ara verdi hem de savaşla ilgili hiç yorum yapmadı.

Bunun için de ne İsa’ya yarandı ne Musa’ya. İktidar yandaşları da muhalifler de Pozner’i kıyasıya eleştirdi, eleştiriyor.

Nihayet geçtiğimiz haftalarda ünlü gazeteci 8 bölümlü özgün bir belgeselle Rusya televizyonuna döndü: Değişik yönlerden Türkiye’nin tarihini, kültürünü, siyasetini, sosyal yapısını anlatmaya çalışan filmin adı Türk Defteri idi.

Filmde birçok Türk aydını, çeşitli uzmanlar ve halk temsilcileri ile yapılan söyleşiler ve izlenimler vardı. Pozner, benimle de söyleşti ve anlattıklarımı birkaç bölümde kullandı.

Filmin önemli konukları arasında öne çıkanlardan biri Orhan Pamuk’tu.

Burada durarak konuyu yazının ilk bölümüne bağlayalım.

Mihalkov, televizyondaki siyasi programında, önce Pozner’in bazı eski söyleşilerinden alıntılar yaparak şöyle dedi:

“Sen Rusya’da kendini evinde hissetmediğini, iç dünyanın tam olarak Rus olmadığını söylemiştin. Zaten üç vatandaşlığın var. Söyle, sen hangi ülkenin vatanseverisin?”

Derken sıra Orhan Pamuk’a geldi.

Mihalkov, Pamuk’un Türkiye’deki düzen ve iktidarla ilgili yaptığı bazı açıklamalarını eleştirel bir tarzda aktararak Rusya ile paralellik kurmaya çalıştı ve yalnızca kendi ülkesinde değil Türkiye’de de iktidarın yanında durduğunu hissettirdi.

“Türkiye’deki okurların yarısı Orhan Pamuk’u hain olarak görüyor.”

Bununla da kalmadı Mihalkov.

Türk Defteri dizisinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BRICS Kazan Zirvesi için Rusya’ya gitmesine yakın bir tarihte ekranlara getirilmesini kınadı.

“BRICS için Kazan’a Erdoğan’ın gelmesine bir hafta kala, ondan nefret eden ve hakkında türlü pislikleri dile getiren birinin baş rolde olduğu bir filmin yayınlanması olacak şey midir!”

Orhan Pamuk ve Vladimir Pozdner (soldan sağa)

Kahramanın öyküsünü oynamak ve yönetmek

Konu uzun. Ben burada kısaca özetlemeye çalıştım.

Dediğim gibi, Mihalkov’u yıllardır izlemeye çalışıyorum.

Onunla ilgili aklımdan hiç çıkmayan bir sahne var: 10 Mart 1999’da o bir salonda konuşma yaparken iki kişi kendisine yumurta atarak protesto girişiminde bulunmuştu. Mihalkov koşarak, korumaların kollarından kıskıvrak yakaladığı kişilerden birinin yüzüne esaslı bir tekme atmıştı.

Komsomolskaya Pravda Gazetesi’nde gazeteci Marina Lesko da “İşte bizim asillerimiz böyledir. Kendi eşitinle yumruk yumruğa dövüşürsün, karşındaki senden aşağıda gördüğün biriyse onu en fazla tekmelersin” diye yazmıştı.

Sanırım Mihalkov’un oynadığı ve yönettiği filmlerin tümünü izledim. Pek çoğunda cesur, ahlaklı, vicdanlı kahramanları oynadı, bu tür kahramanlık öykülerini yazdı ve yönetti.

Filmlerinde işkencelerden geçti, türlü baskılara göğüs gerdi ama halkı adına ve zalimlere karşı mücadelesinden geri durmadı.

Sanat, sanatçı ve gerçek hayat böyle paradokslarla dolu işte.

İnsan mükemmel eserler yazıyor, seçkin filmler yönetiyor, olağanüstü güçlü karakterleri oynuyor.

Ama gerçek hayata dönünce bambaşka biri olup sanatıyla savunur göründüğü değerlerin ötesine düşebiliyor.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

Erdoğan, İmamoğlu, Yavaş, Commodus, Maksimus…

Mertlik Türk olmanın genetik bir sonucu değil. Ve tarihimiz sayısız entrika, tuzak ve kalleşlikle dolu

Trump kazandı, sürpriz yaşanmazsa Ukrayna bölünebilir

Trump “ABD’nin altın çağı” için Ukrayna'yı veya bir bölümünü rahatlıkla feda edebilir, hatta feda edilecekler listesine bizzat Zelenski de girebilir

"
"