18 Ağustos 2022

Her Türk doğuştan bütün konuların uzmanıdır

Uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra Türkiye'ye dönmemin ardından beni en çok şaşırtan şeylerden biri, bu ülke yurttaşlarının önemli bir bölümündeki bu anlaşılması zor "özgüven" olmuştu

Taksiye bindim. Acelem var. Şoför ise rahat ve konuşkan.

Dikiz aynasından baka baka sonunda gözü beni bir yerlerden ısırdı ve "televizyonlara çıkıp Rusya anlatan bi gasteci" olduğumu deşifre etti.

"Kaç yıl yaşadın Rusya'da, abi?"

Cevabımla beraber samimiyetimiz iyice arttı.

"O zaman sen Rusya'yı da Rusça'yı da çok iyi bilirsin, ha?.."

"Rusya nasıl, abi?"

Bu son soru bana çok zor geldi. Yani nesi nasıl, "kardeşim"? (Bir keresinde yeni tanıştığım bir kadının aynı sorusuna "büyük" diye cevap vermiştim ve bir daha benimle konuşmamıştı.)

Ukalalık etme isteğimi bastırarak Rusya hakkında bir şeyler anlatmaya başladım.

Üçüncü ya da dördüncü cümlem şoför tarafından hoyratça kesildi. Sonrasında uzuuun bir Rusya anlatısı dinledim.

Benden Rusya hakkında bilgi almak isteyen "kardeşim", şimdi bana Rusya'yı anlatmaya başlamıştı.

Söylev, 15 dakika kadar sürdü. Belki daha da sürerdi ama gitmek istediğim yere varmıştım.

Taksiden inmeden ona sorabileceğim bazı sorular geldi aklıma:

"Rusya'ya hiç gittin mi?"

"Kaç tane Rus arkadaşın oldu?"

"Rusya ile ilgili kaç kitap okudun?"

Tabii hiçbirini sormadım ve "kardeşim"i bir daha görmemek umuduyla terk ettim.

* * *

Sonradan düşündüm. Onun gibi daha ne kadar çok insan var Türkiye'de. Garip bir şekilde her şeyi biliyorlar. İster siyaset konuş, ister ekonomi, ister spor, ister ahlak…

Sorsan hemen hepsi "hayat okulu mezunu".

Uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra Türkiye'ye dönmemin ardından beni en çok şaşırtan şeylerden biri, bu ülke yurttaşlarının önemli bir bölümündeki bu anlaşılması zor "özgüven" olmuştu.

Sadece "sokaktaki adam" değil burada söz konusu olan. Aydın geçinenler de laf cambazlığı ile her an her konuyu analiz etmeye hazır. Televizyonda kanal kanal gezinen "herşeyolog" arkadaşlar buna örnek.

Siyaset ve iş dünyamıza yakından baktığımızda da "uzmanlık" denen meseleye fazla ilgi gösterilmediğini fark etmek zor değil. Mesela, "bizden habersiz bir sineğin bile uçamayacağı" Suriye konusunda kaç uzmanımız var ve kritik anlarda kaçına danışılıyor?

"Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış" atasözü gerçekten de bize çok uygun.

* * *

Yıllar önce T24'te yayımlanan bir yazı dizisini hazırlarken Antalya'da orta yaş sonrası bir Rus kadınla keyifli bir sohbet yapmıştık.

Sohbetin bir yerinde "Türklerin, özellikle de Türk erkeklerin aşırı özgüveni" konusunu açtı ve doğrusu çok haklı vurgularla bizimle dalga geçti. Tepkilerime bakıyor ve benim bozulmadığımı, tersine onu dinlerken güldüğümü gördükçe acımasız ironilerinde vites yükseltiyordu.

Hiç tartışmadım. Haklıydı. "Yurdum insanı" çoğunlukla hiçbir ciddi bilgisi olmadığı konularda bile uzman kesilmeye bayılıyordu. Herhalde son yıllarda ülkemize yerleşmiş, Türkçeyi mükemmel konuşamayan ve kendi halinde görünen bu kadının kaç diploması olabileceğini umursamıyorlardı.

Ona bu "kof özgüven"i neye bağladığını sordum. Aynı açık sözlülükle cevapladı:

"Aileler, özellikle de anneler, oğullarını büyütürken daha bebeklikten başlayarak hep büyük bir hayranlık ve abartmalı övgülerle, daha doğrusu pohpohlama ile ilerliyorlar. 'Aslan oğlum, akıllı oğlum!.. Benim oğlum her şeyi bilir, her şeyi yapar!..' Böyle büyüyen çocuk, annesinin sözlerine içtenlikle inanıyor ve zaten 'doğuştan deha' olduğu için ek bir bilgilenme/eğitim sürecine ihtiyaç duymadan her konuda fikir beyan etmekte hiçbir sakınca görmüyor."

Cesaret yetmez, bilgelik de gerekli

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski siyaset alanında pek deneyimli biri değildi. Biraz da bu yüzden Kremlin'de, savaş başlar başlamaz ve ilk bombalar atılır atılmaz "komedyen başkan hemen ülkeden kaçar" beklentisi vardı.

Ama öyle olmadı. Zelenski cesurca direndi ve geçen aylar içinde bir "ulusal lider" haline geldi. Kamuoyu desteği savaş öncesine göre neredeyse iki katına çıktı.

Geçenlerde The Washington Post'a demeç veren Zelenski, Batılı devletlere "artık Rusya vatandaşlarına vize vermemeleri ve daha önceden ülkelerine girmiş olanları da Rusya'ya göndermeleri" yolunda bir çağrı yaptı.

En hafif deyişle "garip" bir çağrı bu. Sadece savaş karşıtı Rusları ateşe atmakla kalmıyor, aynı zamanda Batı'nın Rusya ile arasına bir "Demir Perde" örmesini amaçlıyor. Acaba bu izolasyon daha çok kimlerin işine yarar?

Savaşın başından beri farklı verilere göre 5-8 milyon Ukraynalı memleketini terk etti (bir bölümünün geri döndüğü söyleniyor.) Bunların bütün isteği kendilerini, ailelerini, çocuklarını bombalardan kurtarmaktı.

24 Şubat sonrasında kaç Rusya yurttaşının ülke dışına çıktığı bilinmiyor. Kimine göre birkaç yüz bin kişi, kimine göre 2 milyon…

Bu insanları suçlamanın, dahası hayatlarını tehlikeye sokacak girişimlerde bulunmanın adil bir gerekçesi olabilir mi?

Savaş halkların değil devletlerin savaşı! Acısını sıradan insanlardan çıkarmak siyasi ve ahlaki açıdan yanlış.

Cesaret bir devlet yöneticisi için kıymetli bir özellik tabii. Ama bu ve benzeri konularda "bilge lider" olmak da çok önemli.

Tataristan mı, Çeçenistan mı?

Soçi'deki Putin-Erdoğan görüşmesi devam ederken aniden Çeçenistan lideri Kadirov'un ortaya çıkarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı Fidan ile bir araya gelmesi ilginç bir sürpriz oldu.

Kadirov ve babası Rusya'ya karşı silah elde savaşırken saf değiştirmiş, sonrasında Putin'in bu zorlu cumhuriyeti Moskova'ya bağlı tutmakta kullandığı ana dayanak haline gelmişlerdi.

Nemtsov gibi siyasetçilerin ve Politkovskaya gibi gazetecilerin katledilmesiyle ilgili olarak genç Kadirov'a yönelik iddialar da, Çeçenistan'ın içinde ve dışında gerçekleştirilen infazlar da Putin'i tercihinden vazgeçirememişti. Hatta Kadirov'un "şeriat yanlısı" olduğunu açıklaması bile Kremlin'de duymazlıktan gelinmişti.

Rusya yanlısı Çeçen lider, Türkiye'nin Kafkasya kökenli yurttaşları arasında popüler değil ve "Soçi sürprizi" bu çevrelerde tedirginlik yarattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konularda yorum yapmak istemedi. Ama geçen yılın sonunda Kocaeli'de açılan Dudayev Parkı ile ilgili olarak Kadirov'un Ankara'yı "teröristlere arka çıkmakla" suçlaması ve "Biz de burada Öcalan adını vereceğimiz bir park açarız" diye tehditte bulunması hafızalarda.

Son yıllarda "Suriye, Ukrayna, Libya, her nerede Rusya'nın savaşı varsa biz oradayız" diyerek öne çıkan Kadirov'a bağlı askerî güçlerin, Türkiye'nin Suriye ve Irak operasyonlarında Kürtlere karşı kullanılması ihtimalinin akıllara gelmesine de kimse şaşırmamalı.

Konunun bir başka boyutu daha var: Moskova, İslam Dünyası ile ilişkilerinde bazen (ve bazı ülkelere, örgütlere yönelik olarak) Tataristan Cumhuriyeti'ni öne çıkarıyor, bazen de Çeçenistan Cumhuriyeti'nden yana tercih yapılıyor.

Rusya'nın modern ve laik Müslümanlarını temsil eden Tataristan, Türkiye ile ilişkilerde hep önde geliyor(du). Ankara ile Kazan arasında siyasi ve ekonomik ilişkiler oldukça iyi gelişiyor(du).

Tatarların zaman zaman Moskova ile çeşitli anlaşmazlık konuları çıkıyor ancak çatışma olmadan çözümleniyordu. En son Kremlin'in baskısı ile "halledilen" enteresan bir çelişki vardı: Rusya Federasyonu'nda Putin dışında hiç kimseye "devlet başkanı" denmemesi talep ediliyordu ve cumhuriyetlerin büyük bölümü bu isteğe kısa sürede boyun eğmişti. Sadece Minnihanov hâlâ "Tataristan Devlet Başkanı" olarak anılıyordu. Kısa süre önce bu direniş kırıldı ve o da diğerleri gibi kendisine "… cumhuriyetin başı" olarak kartvizit bastırmak zorunda kaldı.

Galiba Ukrayna savaşı ile zaman ve neredeyse her şey değişti. Şimdi Putin için Minnihanov'un değil, Kadirov'un öne çıkarılması zamanı.

45 yaşındaki Ramazan Kadirov 15 yıldır Çeçenistan Cumhuriyeti'ni yönetiyor.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981’de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği’ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya’da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP’den ayrılarak Türkiye’ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova’ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV’lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova’da '3 Haziran Nâzım Hikmet’i Anma’ etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi’nin kurucu başkanı oldu.

2009’da döndüğü Türkiye’de 11 yılı T24’te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar’ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye’nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve “Puşkin madalyası” bulunan Hakan Aksay’ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar