22 Şubat 2025

Vahşetin karşısında söz zayıf düştü!

Ya da çöküşe karşı hikâye anlatanlar...

Kar çok güzel yağıyor.
İçime dönmeye çalışıyorum.
İçimdeki o sürgün hayatıma..
Ara sıra ruhumu okumak iyi geliyor.
"Çöküşe karşı hikaye anlatanlar"a
kulak veriyorum, günlüğüme sığınıp
uzaklara gidiyorum.

BOŞLUK...

Oostende, 13 Mart 2018

Bir fare deliğine gizlenmenin hayalini kurar.
Özellikle gazete okumak zorunda kalmayacağı bir delik.
Dünyanın, siyasetin hallerinden uzak, bir fare deliğinde yaşamayı özler.
“Neresi olabilir?” diye sorar kendi kendine...
O, dünyayı dolaşarak kaçar.
Zincirlerinden birer birer, kimseye acı vermeyecek biçimde sıyrılır.
Ama bu bir yanılsamadır.
Böylece zincirler daha sıklaşır.
“Gitgide ıssızlaşıyoruz” diye yazar. Ve ekler:

Vahşetin karşısında söz zayıf düştü!

Artık bir karar yılıdır.
Çünkü yayınevi de kitaplarını basmamaktadır.
Çünkü, Hitler zamanıdır Almanya’da...
Yıllar içinde inşa ettiği her şeyi silip atmak güçtür.
Dile kolay koca bir ömür.
Yeni bir hayata başlayabilecek mi?
Köklerinin bulunduğu ülkeye bir gün geri dönebilecek mi?

Oostende, 1936 yazı.
Stefan Zweig...
Kuzey Denizi’nin kıyısındaki büyük balkonlu dairesinde oturmuş denize bakıyor. Az sonra yine aralarına katılacağı “kaçaklar” topluluğunu düşünüyor, acı, korku ve sevinçle karışık...
Joseph Roth.
.. Yurtlarına dönebilecekleri günü bekleyenlerden biri daha.
Dünya farklı bir yöne dönsün diye nasıl bir katkı sağlayacaklarına dair her gün kafa patlatanlardan biri.
Başkaları da var:

Arthur Koestler, Herman Kesten, Egon Erwin Kisch, Willi Münzenberg, Ernest Toller, Irmgard Keun...
Dünya siyasetinin bir esintisiyle 1936 yılının Temmuz ayında bu kumsala savrulmuş hikâye anlatıcıları. Ya da çöküşe karşı hikâye anlatanlar...
Joseph Roth yolun sonuna gelmiştir.
Kitapları, Almanya’da Hitler’in 1933’te iktidara el koymasından hemen sonra yasaklanmıştır. “Cehennem hüküm sürüyor” diye yazmıştır Stefan Zweig’a:

Düşmana ödün verilemez. Nazi Almanya’sıyla iş yapanlar, Almanya’yla her hangi bir biçimde bağını koruyanlar, birer canavardır.

Joseph Roth başarılı bir gazetecidir.
Dünya akıllı uslu bir yer olsa, ona nihayet zenginlik ve ün kazandırabilecek olan Eyub ve Radetzky Marşı gibi romanlarını yazdığı sırada kitapları yasaklanıp yakılır.
Ve Roth sürgüne gider.
Talihsiz bir insandır, basiretli ve öfkelidir.
Selameti geçmişte arar.
Irmgard Keun, Yahudi değildir, ama onun kitapları da Almanya’da yasaklanmıştır. Kahverengi vebanın, hukuksuzluğun, kitap yasaklayanların ülkesinden çekip gitmektir onun için önemli olan.
Deniz kıyısını ister. Denizin fikirleri genişlettiğini düşünür. Oostende’ye gitmeye karar verir. Ve trene binip yola çıkar. Sevinçten uçmaktadır:

Ardımda bir ülke, önümde ise bütün
dünya...

Kaçtığı için, Nazi ülkesinin dışında olduğu için mutludur. Sürgünler dünyası onu beklemektedir. Oostende başlangıçta biraz tenhadır, henüz pek fazla “sürgün” gelmemiştir. Hava soğuk, sisli, rüzgârlıdır. Irmgard Keun sıklıkla bistro teraslarından birinde oturur. Kendisiyle baş başadır. Ve durmaksızın yazar. Avansını almış olduğu Hitler Almanyası’na ilişkin romanına dalmıştır. Adı Nach Mitternacht (Gece Yarısından Sonra) olacak romanında şu satırlar vardır:

Sokakta duruyorum; gece benim evim.
Sarhoş muyum?
Deli miyim?
Çevremdeki sesler ve gürültüler bir manto gibi sıyrılıp düştü üzerimden, üşüyorum.
Işıklar ölüyor.
Yalnızım.

Oostende sürgünleri, Stefan Zweig ve Joseph Roth, yıl 1936

Ernest Toller bir konuşma yapar:

Diktatör, yazardan egemen görüşün borazanı olması istiyor. Diktatörlerin bu taleplerinin iyi bir yanı varsa, o da bizleri aklımızı başımıza toplamaya zorlaması, sıklıkla kötüye kullanıldığı için küçümsediğimiz manevi değerleri yeniden önemsememizi öğretmesidir.

Bunları söyledikten sonra da haykırır:

Özgürlüğünü bir kez yitiren, onu gerçekten sevmeyi öğrenir.

Ernest Toller ağır depresyon geçirmektedir.
Artık hayattan usanmıştır. Yaşama gücünü yitirecek kadar kötümserdir. Yazamadığı, hiçbir şey yazamadan beyaz bir sayfanın başında azap çektiği zamanlar olur.
Hepsi Oostende’de, Café Floréal’da oturmaktadır, yurtlarından uzakta, dostlarıyla birlikte...
Elbette bir gün dönecekler.
Ama ne zaman?..
Ve Stefan Zweig’ın şu cümlesi:
"...ancak inanmaktan vazgeçmeyerek dünyanın üstesinden gelebiliriz!"
Zweig hayale dalar:
"Kitaplar olmasa dünya mühürlü kalır!"

Hitler’in 1938 yılı Mart ayında Avusturya’yı işgal ve ilhak etmesinden birkaç gün önce, Avusturya’nın güvenlik işlerinden sorumlu müsteşarı, Joseph Roth’a haber salar:

Ülkeyi mümkün olduğunca çabuk terk edin. Hayatınız büyük tehlikede!

Birkaç gün sonra Joseph Roth da, Stefan Zweig da “vatansız”dır artık, vatandaşlıktan atılmışlardır. Joseph Roth, Ernest Toller’ın New York’ta bir otel odasında, 1939 yılı Mayıs ayında canına kıydığı haberini Paris’teyken alır ve yıkılır. Birkaç gün sonra o da bir hastane odasında hayata veda eder. Roth’un ölüm haberini Londra’da alan Stefan Zweig, Romain Rolland’a yazar:

Yaşlanmayacağız bizler, biz sürülmüşler! Onu kardeşim gibi severdim.

Günlüğüne 1940’ta şu notu düşer Zweig:

Eyfel Kulesinde gamalı haçlı bayraklar! Hayat artık yaşanmaya değmiyor. Neredeyse 59 yaşındayım.
Önümdeki yıllar korkunç olacak. Bu aşağılanmalara neden katlanayım ki?
Bitti. Avrupa’nın işi bitti. Dünyamız çökertildi. İşte şimdi tam anlamıyla vatansızız.

Stefan Zweig Brezilya’ya doğru yola çıkarken bir arkadaşına şöyle yazar:
"Belki de bu benim son uzun yolculuğum, kim bilir?"
Stefan Zweig 1942’de Brezilya’nın Petropolis şehrinde karısıyla birlikte 60 yaşındayken intihar eder.

Stefan Zweig

Günlüğüme bu notları Oostende’de, 2018 yılının 13 Mart günü yazıyorum. Kapalı, buz gibi bir hava. Kuzey Denizi’ni seyrediyorum. Fena halde dalgalı, fırtına var. Ve elimde bir kitap: Karanlıktan Önceki Yaz. Yazarı Volker Weidermann.
Beni bu kasvetli soğuk kış günü Kuzey Denizi kıyısına bu kitap getirdi. Yukarıdaki satırları fazlasıyla etkilendiğim bu kitaptan özetledim. 1930’larda Hitler’den, Nazi diktatörlüğünden kaçan çoğunluğu Alman ve Yahudi olan yazarların, sanatçıların, entelektüellerin acılarına dokunmak istedim. Oostende’de 1936’da oluşan bir “sürgün cemaati”nin iç dünyasına nüfuz etmeye çalıştım. Dünün dünyasıyla bugünün dünyası arasındaki benzerlikleri hissettim. İçim sızladı.

Oostende sürgünlerinin “karanlıktan önceki yaz” birlikte oldukları mekânları da aradım. Hôtel de la Couronne...
Café Floréal...

Hiçbiri yoktu. Hepsi 1944 bombardımanında tüm şehirle birlikte yerle bir olmuştu.
Kumsal çok tenha. Bir yaşlı kadın köpeğini gezdiriyor. Yarın sabah trenle Londra’ya gideceğim.

1960’lı yılların ilk yarısında, İstanbul’dan, Sirkeci’den trenle yola çıkar, Oostende’den feribotla Dover’a geçer, oradan aynı trenle Londra’ya, Victoria Station’a varırdım, üç buçuk günde...
Dover’a feribot seferleri saat kaçta, diye sorunca, resepsiyondaki kadın bana biraz şaşkın baktı.
“Artık Brüksel’den tren var, denizin altından iki saatte gidiyor Londra’ya” dedi gülerek.
“Oostende’den feribot seferleri tarih oldu.”

Galiba ben de tarih oluyorum.


Hasan Cemal, Zamane Diktatörleri'nden, SRC kitap

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 14 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

- Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

- Demokrasi Korkusu (1986)

- Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

- Özal Hikâyesi (1989)

- Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

- Kürtler (2003)

- Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

- Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

- Barışa Emanet Olun (2011)

- 1915: Ermeni Soykırımı (2012)

- Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

- Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Zamane Diktatörleri (2024)

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan "eyy TÜSİAD" diye bağırdı, polis anında başkanları topladı!

Demokrasi ve hukuka darbeler birbiri ardından geliyor, sessiz mi kalacağım? Hayır!

Büyük yalanlarla sinsi sinsi ilerleyen faşizm!

Büyük yalanlarla... Özgürlük diyerek... Adalet diyerek... İçte dışta düşmanlar icat ederek... Sinsi sinsi ilerleyen bir faşizm...

Yine CHP'nin önemi üzerine...

CHP içinde hâlâ kavgayı, didişmeyi ve CHP ile uğraşmayı tercih edenlerin dikkatine...

"
"