20 Şubat 2024

İliç'teki facia, kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün sonucu

Bergama mücadelesi sırasında kamu yararına olmadığı yargı yoluyla tespit edilen altın madenciliği, 1990'ların sonundan itibaren temize çıkarıldı ve ülke çıkarları ile özdeşleştirildi. Sebep olduğu çevresel tahribat ve riskler göz ardı edildi, yasal korumalar kaldırıldı. İliç'teki facia, bu kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün doğrudan sonuc

Prof. Dr. Hayriye Özen 

Altın madenciliğinin kamu yararına olmadığı, 1990'larda etkili olan 'Bergama hareketi'nin başlattığı yasal süreçte, mahkeme kararı ile tespit edilmişti. Ancak hemen akabinde başlatılan karşı kampanyada Bergamalı protestocular, ülke çıkarlarına aykırı hareket etmekle itham edildiler.

Devam eden süreçte, ciddi çevresel tahribata yol açan ve önemli riskler barındıran altın madenciliği, ekonomik kazançla ve ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi. Doğal çevre ve bu çevreye bağlı kırsal yaşam karşısında altın madenciliğine mutlak bir öncelik veren bir dizi yasal değişiklik yapıldı.

1990'ların sonlarından itibaren siyasi iktidarların maden şirketlerinin önündeki her türlü engeli kaldırmaya yönelik tutumu, İliç'teki faciaya giden yolların taşlarını döşedi. Yaşanan facianın en önemli nedeni, bu tarihten itibaren, altın ve altın madenciliği alanını şekillendiren kural tanımazlık ve kuralsızlıktır.

Altın madenciliğinde 'kamu yararı yok'

Altın madenciliğinin önünü açan kural tanımazlık, 'Bergama hareketi' olarak bilinen toplumsal hareketin kazanımlarına karşı başlatıldı.

Bergama hareketi, çok uluslu bir şirketin Bergama'da yürütmeye başladığı altın madenciliği faaliyetlerine karşı yöre halkının seferber olmasıyla 1990'ların başlarında doğdu. Hareket, siyanür gibi ağır kimyasallar kullanılarak yapılan altın madenciliğinin doğal çevreye vereceği zararları, oldukça etkili bir şekilde kamuoyunun gündemine taşıdı.

Daha da önemlisi, 'siyanür kullanarak yapılan altın madenciliğinde kamu yararı olmadığına' dair mahkeme kararları ile madenin 'çevre' izinlerini 1998 yılında iptal ettirdi.

Dönemin siyasi iktidarı, yargı kararlarına uymayarak, ısrarla faaliyet izinleri verme yoluna gitti. Ancak 2001 yılında bu izinler de, Bergama hareketinin yargı yoluyla yürüttüğü mücadeleyle engellendi.

Türkiye gerçekten bir hukuk devleti olsaydı ve yargı kararlarına uyulsaydı, doğası itibarıyla oldukça vahşi olan altın madenciliği serüveni böylece başlamadan bitmiş olabilirdi. Ancak böyle olmadı.

Altın madenciliğini aklamak için karşı kampanya başlatıldı

Bergama hareketinin hukuki kazanımları, siyasetçi, bürokrat, akademisyen ve gazeteci gibi çeşitli figürler tarafından yürütülen bir 'karşı kampanya' ile aşıldı. Bu kampanya ile yargı kararlarına rağmen altın madenciliğinin önünü açmak üzere hem altın madenciliği hem de Bergamalı protestocular hakkında çeşitli spekülatif ve temelsiz iddialar ortaya atıldı.

Türkiye'nin çok büyük altın rezervlerine sahip olduğu, altın madenciliğinin ülke ekonomisi için elzem olduğu, hatta ülkeyi ekonomik krizden çıkaracağı iddia edildi. Bunların yanı sıra, Bergama hareketinin dış güçlere hizmet ettiği, hareketin Alman vakıfları tarafından organize edildiği ve bazı protestocuların Almanya adına casusluk yaptığı gibi mesnetsiz iddialar, gazete haberleri, köşe yazıları, TV programları ve bedava dağıtılan bir kitap aracılığıyla kamuoyunun gündemine taşındı.

Altın madenciliği, ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi

Bergama hareketine karşı yürütülen bu karşı kampanya ile altın madenciliği ekonomik kazançla ve ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi. Öte yandan, Bergamalı protestocuların dile getirdiği çevresel sorun ve riskler ise protestocuların 'gizli' amaçlarını örtmek için kullandıkları bir kılıf olarak sunuldu. Böylece, altın madenciliği ile çevresel tahribat arasındaki sıkı ilişki dikkatlerden uzaklaştırıldı ve kamuoyunun gündeminden düşürüldü.

Bu iddialar vasıtasıyla, yargı kararıyla kapatılan madenin hükumet kararıyla yeniden açılmasının zemini oluşturuldu. Ayrıca protestoların kolluk kuvvetlerince sert bir şekilde bastırılması ve Bergamalı protestocular hakkında çeşitli davalar açılması gibi pratikler de meşru kılındı. Protestocular daha sonra tüm bu davalardan aklandı, ancak Bergama hareketi uzun süre Alman vakıflarıyla birlikte anılmaya devam etti.

Çevreyi madencilikten koruyacak mevzuat kalmadı

Altın madenciliğinin önünü açmak için benimsenen bu kanun/kural tanımaz tutum, AKP iktidarları döneminde kuralsızlığa doğru evrildi. Bu dönemde, doğal çevre ve bu çevreye bağlı kırsal yaşam karşısında altın madenciliğine mutlak bir öncelik veren bir dizi yasal değişiklik yapıldı.

2004 yılında yeni bir madencilik yasası (5177 sayılı yasa) çıkarılması ve madencilik ile ilgili çeşitli yasada (örneğin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Çevre Kanunu, Orman Kanunu ve Milli Parklar Kanunu gibi) değişiklikler yapılmasıyla başlayan bu çaba, takip eden yıllarda da bir dizi yasal değişiklikle devam etti.

Bütün bu değişikliklerle birlikte, doğal çevreyi ve doğal çevreye bağlı toplumsal yaşamı, altın madenciliğinin yaratacağı kaçınılmaz tahribat karşısında koruyacak bir mevzuat neredeyse kalmadı. Böylelikle tarım arazileri, meralar, ormanlar, akarsu yakınlarını da içeren pek çok alanı kapsayan binlerce maden ruhsatı verildi. 

Açık ocak ve yığın liç yöntemlerine de ruhsat verildi

Altın madenciliği özelinde, bu ruhsatların bir kısmı - Uşak Eşme, Ordu Fatsa ve Erzincan İliç'te olduğu gibi - çevresel tahribata daha da yoğun bir biçimde yol açan 'açık ocak' ve 'yığın liç' yöntemi kullanan madenleri kapsadı. İliç'teki maden, Eşme'deki Kışladağ madeniyle birlikte, Bergama hareketinin kontrol altına alınmasının ve altın madenciliğinin önünün açılmasının ardından açılan ilk madenlerden biriydi.

2009 yılında inşaat ve 2010 yılında maden çıkarma faaliyetlerinin başladığı bu alan, Eşme'deki madenin ardından en büyük ikinci rezervi içeriyor. Aynı Eşme'deki gibi, İliç'teki maden sahası da bir köyü, Çöpler Köyü'nü, tamamen ortadan kaldırdı. Maden, birkaç kez kapasite artırımı yaparak giderek genişledi. İliç'teki madenin kuralsızca büyümesinde etkili bir diğer neden ise yöre halkının tepkisizliği oldu.

Yöre halkı ikna edildi, direniş gösterilmedi

İliç'i, benzer bir kaderi paylaştığı Eşme ve Fatsa gibi diğer yörelerden ayıran önemli bir unsur, yöre halkının ne madenin faaliyete geçmesine ne de kapasite artırmasına karşı neredeyse hiçbir direniş göstermemesi oldu. Yöre halkının bir kısmı, maden şirketi henüz faaliyetlerine başlamadan önce, yöre halkına yönelik yürütülen faaliyetler ile ikna edildi.

'Sosyal sorumluluk' olarak adlandırılan bu faaliyetler, civar köylerin muhtarlarına ABD gezisi organize edilmesi, yöre halkına madende istihdam olanakları sağlanması ve altın madenciliğinin yöreye ekonomik katkıda bulunması gibi konularda yapılan bilgilendirmeleri ve birtakım altyapı hizmetleri sunulmasını kapsıyordu.

Madenden en doğrudan etkilenenler, Çöpler Köyü sakinleriydi. Ancak aralarında meralarını kaybetmekten, hayvancılığın ve geleneksel geçim kaynakları olan peynirciliğin bitmesinden ve hatta, köy mezarlığının maden alanında kalması nedeniyle, yakınlarının mezarlarını taşımaktan hoşnut olmayanlar vardıysa da, sessiz kaldılar. 

2011 yılında yaptığımız görüşmede köylülerden biri bu durumu, "her bir köylüde çok hayvan vardı; oraya dediler mera da yapacağız falan ama yok. Kazdılar kazdılar, mera kalmadı. Şimdi hepsini sattık. Arsa yapacağız dediler falan filan götürdüler hepsini," diyerek ifade ediyordu.

"Bir şeyin içine girdik, hep beraber boğuluyoruz"

Köylülerin bir kısmının madene ilişkin memnuniyetsizliği ve maden şirketine güvensizliği, madenin faaliyetiyle birlikte deneyimledikleri çevre tahribatıyla başladı.

Bir köylü, bu durumu şöyle dile getiriyordu: "Bizi mahvettiler. Ağaçlandıracağız falan filan. Biz safız, tahsilimiz yok. Bir şeyin içine girdik, hep beraber boğuluyoruz şimdi. Ben şimdi kabul etmiyorum, ama sen diyorlar buraya imza verdin, geçti artık. Hep imza attık yaktık kendimizi. Okuryazarlığımız yok ne bileceğiz kandırdılar bizi. Benim 500 koyunum vardı, 150 milyar gelirim vardı yıllık".

Ekonomik beklentiler, şirketin elini güçlendirdi

Bu tür projelerde şirketler lehine kullanılmak üzere revize edilmiş olan 'acele kamulaştırma yasası' da köylülerin arazilerini satmasında etkili oldu. Köylülerden biri bu duruma "kamulaştırılacağı haberi de gelince zaten insanlara, bakıyor ki bu arsa 2.000 liraya gidiyor, şirket 10.000 lira veriyor, hemen sattı," diyerek işaret ediyordu.

Diğer yandan, maden alanına altı kilometre uzaklıkta olan İliç ilçesi ise ekonomik beklentiler nedeniyle madenciliği olumlu karşıladı. Yöre halkının tepkisizliği, mevcut gevşek mevzuata dahi tam olarak uyulmamasına yol açtı. Şirket, kapasite artırımı için gerekli olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) onaylarını kolaylıkla alabildi. Hatta açık ocak genişletme başvurusunda ÇED onayı alması dahi gerekli görülmedi.

Kuralsızlığın sonuçlarını yaşıyoruz

Sonuç olarak, 1990'lardan bu yana maden şirketleri lehine oluşturulan bu 'kuralsız' ortamda maden şirketi, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda, kontrolsüzce hareket etti.

2022 yılında madende siyanür taşıyan bir borunun patlamasıyla meydana gelen kaza, bu kuralsızlık ve kontrolsüzlüğün ilk sonuçlarından biriydi. Ancak, son derece tehlikeli sonuçları olan böyle bir kaza dahi ne genelde maden şirketlerine yönelik kural ve kontrolün artmasıyla ne de İliç'teki madene yönelik tedbirlerle sonuçlandı.

Siyasi iktidarların, maden şirketlerinin önündeki her türlü engeli kaldırma yönündeki tutumu, 1990'ların sonundan 2002'ye kadar, yargı kararlarını tanımamakla başlamıştı. Takip eden yıllarda ise yasal mevzuatın sıklıkla değiştirmesiyle devam etti. Bu yıllarda artan kayırmacılık ve otoriterlikle de sarmalanarak derinleşti. Nihayetinde İliç'teki facia, bu kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün doğrudan bir sonucu oldu.


Kaynak Makaleler:

Özen H (2022) Fashioning anti-environmentalism in Turkey: the campaign against the Bergama movement. D.Tindall , M.C.Stoddart ve R.E.Dunlap (Derl.) Handbook of Anti-Environmentalism içinde 268- 282. Edward Elgar Publishing.

Özen Ş ve Özen H (2022) Altın Madeni Projelerinin Özellikleri Yerel Toplulukların Direniş Düzeyini Nasıl Etkiler? Karşılaştırmalı Bir Araştırma, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi 42(2): 493 – 524.

Özen H ve Özen Ş (2011) Örgüt ve toplumsal hareket kuramları açısından Türkiye'de altın madenciliği alanındaki çatışmaların incelenmesi, Proje Raporu, TÜBİTAK SOBAG Proje 109K403.

Hayriye Özen kimdir?

Prof. Dr. Hayriye Özen siyaset sosyolojisi ve çevre sosyolojisi alanlarında uzmanlaşmıştır. Toplumsal/siyasi hareketler, politik ekoloji, enformel siyaset ve populizm çalışmalarının odaklandığı başlıca konulardır.

İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde çalışan Özen, Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden mezun olmuş ve yüksek lisans ve doktorasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde yapmıştır.

Türkiye'deki altın madenciliğine, hidroelektrik, termik ve jeotermal santrallere karşı

yürütülen toplumsal mücadeleler üzerine projeler yürütmüştür. Son dönemde yenilenebilir enerjinin toplumsal etkileri üzerine çalışmaktadır.

Bilimsel çalışmaları Political Geography, World Development, Geoforum, Environmental Communication, Environmental Politics, South European Society and Politics, Organization, Organization and Environment,Democratization ve Current Sociology gibi uluslararası ve Amme İdaresi Dergisi, SBF ve Mülkiye Dergisi gibi ulusal akademik dergilerde yayımlanmıştır.

Uzmanlık Alanları: Toplumsal hareketler; Çevre hareketleri; Politik ekoloji; Popülizm; Çevre popülizmi.

 

İklim Masası Hakkında

İklim Masası, basına bilimsel temelli iklim haberleri servis etmek amacıyla kurulmuştur. İklim değişikliğini, ekonomiden tarıma, biyoçeşitliliğe etkilerinden toplumsal sonuçlarına, tüm yönleriyle ele almayı hedefleyen bir haber ajansıdır.

Bilim insanları tarafından İklim Masası için kaleme alınan haber metinleri, gazetecilere ve basın kuruluşlarına ücretsiz servis edilir.

Gazeteciler, haberi hazırlayan bilim insanını ve İklim Masası'nı referans göstermek kaydıyla, metinlerin tamamını veya bir kısmını kullanmak ve metinlerden alıntı yapmak konusunda özgürdür.

İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili basında yer alan haberlerin nicelik, nitelik ve konu çeşitliliği bakımından gelişmesini hedeflemektedir. İklim değişikliği konusundaki çalışmaları daha görünür kılmayı, yeni araştırmalara ilham vermeyi ve iklim değişikliği konusunda üretilen akademik bilgiyi bir araya getirerek gazeteciler için güvenilir bir bilgi kaynağı oluşturmayı amaçlar.

* T24, İklim Masası köşesini herhangi bir kurumdan karşılık almadan yayımlamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'de otlaklar verimsizleşiyor, geleneksel hayvancılık gerileyecek

Milyonlarca insanın geçim kaynağı olan geleneksel hayvancılık, iklim değişikliği nedeniyle tehdit altında. Yeni bir çalışmaya göre, Türkiye'nin de dahil olduğu Batı Asya'da kuraklıkların kuvvetlenmesi ve otlakların verimsizleşmesi, geleneksel hayvancılığa zarar verecek. Yerel halkların geçim kaynaklarını destekleyebilmek için geleneksel ekolojik bilgi birikiminden faydalanmak ve uyum önlemleri almak gerekiyor

G7 Bakanlar Toplantısı: "1,5°C vurgusu önemli fakat somut adımlar yetersiz"

G7 Zirvesi öncesi İtalya’da bir araya gelen iklim, enerji ve çevre bakanları, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefini yineledi. Ancak kömürden çıkış için mutabık kalınan 2035 tarihi, bu hedef için yetersiz. G7 Bakanlar Deklarasyonu’nda yalnızca ‘‘verimsiz’’ fosil yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması çağrısı yapılması ve enerji arz güvenliği ile azaltım politikaları arasındaki mücadelenin devam etmesi de dikkat çekici. Bu eksiklikler, 1,5°C hedefi için hâlâ yeterli kararlılığın sağlanamadığını gösteriyor

Marmara'da gemicilik kaynaklı hava kirliliği yüzde 80'e kadar azaltılabilir

İstanbul ve Çanakkale boğazlarından her yıl geçen yaklaşık 50 bin gemi, Marmara Bölgesi'ndeki hava kirliliğinin de önemli sebepleri arasında. Gemi yakıtları nedeniyle açığa çıkan kükürt ve azot oksitler ile parçacıklı maddelerin ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. Türk Boğazlar Sistemi'nin "Emisyon Kontrol Alanı" ilan edilmesi ve gemi yakıtlarının denetlenmesi, gemicilik kaynaklı hava kirliliğini yüzde 80'e kadar azaltabilir