07 Mart 2024

Türkiye illerinin üçte biri yüksek iklim riski altında

Sıcak hava dalgaları, kuraklık, orman yangınları ve seller konusunda Türkiye illerinin iklim risk haritasını çıkaran bir tez çalışmasına göre, 81 ilin yüzde 36'sı 'yüksek' veya 'çok yüksek' iklim riski altında

Dr. G. Duygu Bütün

İklim değişikliği, insanların, içinde yaşadıkları yerleşimlerin ve ekosistemlerin zarar görebilirliğini orantısız şekilde tehdit etmesi ve mevcut riskleri artırması dolayısıyla, her ölçekteki yerleşimler için giderek daha önemli bir sorun haline geliyor.

Bu risklere hazır olabilmek için, her şeyden önce, hangi illerin daha büyük risk altında olduğunu ve mevcut planların bu riskleri ne ölçüde dikkate aldığını tespit etmek gerekiyor.

Bu doğrultuda, 2022 tarihli bir doktora tezinde, Türkiye'de 81 ilin iklim riskleri ve zarar görebilirlikleri değerlendirildi. Çalışmaya göre, Türkiye illerinin üçte birinden fazlası 'çok yüksek' veya 'yüksek' iklim riski altında.

En yüksek risk altında olduğu tespit edilen iller, kuzeyde Amasya ve Tokat; güneyde Mersin ve Kahramanmaraş; İç Anadolu'da Kayseri ve doğuda ise Muş ile Ağrı.

Sıcaklıklar ülke genelinde yükselişte

İklim risklerini ve zarar görebilirliği anlayabilmek için ortalama ve en yüksek sıcaklıklar, sıcak gün sayısı, tropikal gece sayısı, toplam yağış miktarındaki değişimler ve şiddetli yağışlı günlerin sayısı gibi çeşitli meteorolojik parametrelerin nasıl değiştiğini de anlamak gerekiyor.

Önceki çalışmaların bulgularıyla uyumlu şekilde, bu çalışma da sıcaklıkların Türkiye'nin neredeyse tamamında yükseldiğini ortaya koyuyor. 81 ilin 77'sinde, hem ortalama sıcaklıklar hem de en yüksek sıcaklıklar artıyor. Sıcak günlerin sayısı ise tam 79 ilde artışta.

Özellikle kıyı illeri olmak üzere 58 ilde, tropik gecelerde de artış gözleniyor. Bu izleğin önemli bir sebebi, Akdeniz kıyılarında kaydedilen tropik gecelerdeki artış. Bölge illerinden Mersin, hem ortalama ve en yüksek sıcaklıklar, hem de sıcaklıkların 30 dereceyi aştığı sıcak günler konusunda öne çıkıyor.

Yağışlar söz konusu olduğunda ise tüm ülkeyi etkileyen bir artıştan söz etmek mümkün değilse de, çoğu Karadeniz Bölgesi'nde yer alan 10 il için durum farklı. Yine çoğunluğu Karadeniz'de yer alan 17 ilde, şiddetli yağışların yaşandığı gün sayısında da artış var.

Kentler, sıcak hava dalgaları karşısında kırılgan

Çalışmanın sıcak hava dalgalarına dair incelemesi, Türkiye'nin özellikle iç kesimleri ile güneyindeki illerin yüksek risk altında olduğunu ortaya koyuyor. İstanbul, Ankara, Kayseri ve Gaziantep ise çok yüksek sıcak hava dalgası riskine sahip dört il olarak öne çıkıyor. Bu dört il, 21 milyonu aşan nüfus büyüklüğünün yanı sıra, iklim değişikliğine karşı özellikle “hassas” olan çocuk ve yaşlı nüfusunun, düşük gelir gruplarının ve geçici koruma statüsü altındaki nüfusun yoğunlaştığı alanlar olarak da öne çıkıyor. 

Mersin, sıcak hava dalgalarının yaşanma tehlikesinin en yüksek olduğu il iken, Şırnak ve Şanlıurfa en zarar görebilir iller olarak öne çıkıyor. İstanbul ise sıcak hava dalgalarına maruziyetin en yüksek olduğu il. 

Şehirlerin hassasiyeti yüksek, uyum kapasitesi düşük

Bu bağlamda 'maruziyet', iklime bağlı tehlikelerin gerçekleştiği alanlarda hem insan ve diğer canlıların hem de zarar görebilecek yapı ve altyapıların bulunması anlamına geliyor. Tehlikenin gerçekleştiği alanlarda bu sistemlerin fazla bulunması, sistemi daha maruz hale getiriyor. 

Daha ziyade sosyo-ekonomik bir kavram olan 'zarar görebilirlik' ise sistemin olumsuz olarak etkilenme eğilimini ifade ediyor. Sistemin iklime bağlı tehlikelere karşı 'hassas' durumda olması ve 'uyum kapasitesinin' düşük olması, sistemi zarar görebilir hale getiriyor.

Hassasiyet, insanların, yerleşim yerlerinin, ekosistemlerin ve türlerin, iklim değişikliğinden ne ölçüde olumsuz etkilendiğini ifade ediyor. Bu çerçevede, sistemleri hassas hale getiren zayıf yönlere odaklanılıyor. Örneğin Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak gibi illerin ''hassas'' olarak tarif edilmelerinin nedeni, yüksek yoksulluk seviyeleri, işsizlik, yüksek yaş bağımlılık oranı (15 yaş altı ve 65 yaş üstü grupların, toplam nüfus içindeki payı) ve artan yapılaşma. 

Uyum kapasitesi ise iklim değişikliğinin sebep olabileceği potansiyel zararlara karşı uyum sağlama veya bu zararların sonuçları ile başa çıkma yeteneklerini ifade ediyor. Uyum kapasitesi düşük iller, çoğunlukla ülkenin doğusunda ve güneydoğusunda yer alıyor. Bu şehirlerde sivil katılımın, öğrenim düzeyi ile gelir düzeyinin ve sağlık hizmetlerine erişimin düşük olması, ayrıca kentsel yeşil alanların sınırlılığı öne çıkıyor. Hassasiyetin yüksek, uyum kapasitesinin ise düşük olması nedeniyle, Türkiye illerinin yüzde 28'i, sıcak hava dalgaları söz konusunda olduğunda yüksek veya çok yüksek zarar görebilirlik seviyesine sahip. Bu da, artan sıcak dalgalarının sebep olabileceği üretim kayıpları, altyapı zararları, su kalitesi ve ürün veriminde azalma gibi sorunların yanı sıra su talebinin, orman yangınlarının ve sıcakla ilişkili hastalıkların ve ölümlerin sayısında artış gibi sorunlarla da karşı karşıya kalınabilir.

Kırmızı Liste türleri, kuraklık riski altında

Çalışmada incelenen bir diğer iklim riski ise kuraklık. İnceleme sonuçlarına göre, 81 ilin 30'u, yüksek veya çok yüksek kuraklık riski altında. Bu iller aynı zamanda tarımsal üretimin lokomotifi görevi görüyorlar. Bu illerde kırsal nüfus ekonomik olarak, kentsel nüfus ise gıdaya erişim anlamında tarımsal üretime bağımlı. 

Kuraklık riskiyle karşı karşıya olan bu iller, aynı zamanda Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından Kırmızı Liste kategorisinde sınıflandırılan ve 'tehdit altında' bulunan kayda değer sayıda türe ev sahipliği yapıyor. Türkiye'de Kırmızı Liste kapsamında yer alan 'tehdit altındaki' türlerin yüzde 46'sı, bu 30 ilde bulunuyor. Hâlihazırda tehlike altında olan bu türler, kuraklık olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun artmasıyla, daha da büyük risk altına girebilirler. 

Yüksek kuraklık risk seviyeleri, özellikle modern tarımsal girdiye, kritik altyapıya ve eğitime erişim konusunda sorun yaşayan kırsal alanlardaki yoksulların refahını tehdit ediyor. Bu nedenle, özellikle su, tarım, ormancılık ve biyoçeşitlilik gibi alanlara odaklanan ve kırsal bağlamı dikkate alan kuraklık uyum politikalarına ihtiyaç var.

Güneydoğu kentlerinin kuraklıktan zarar görebilirliği yüksek

Kuraklık riskiyle karşı karşıya olan bu illerin çoğu, ülkenin kuzey ve güneybatısında ve İç Anadolu'da yer alıyor. Kuraklık tehlikesinin en yüksek olduğu iller Mersin ve Muğla iken, maruziyetin en yüksek olduğu il ise Konya.

Batman ve Şırnak ise Kırmızı Liste kategorisinde sınıflandırılan kayda değer sayıda türe ev sahipliği yapmaları, ekonomilerinin büyük ölçüde tarıma dayalı olması, işsizlik, yoksulluk ve yaş bağımlılık oranlarının yüksekliği nedeniyle, kuraklık karşısında zarar görebilirliği en yüksek iller olarak tespit edildi.

Ancak zarar görebilirlik yalnızca iki şehre özgü bir durum değil. Çalışmaya göre, Türkiye'de kuraklığa uyum kapasitesi çok yüksek olan yalnızca dört il bulunuyor. Buna karşın, illerin yarısından fazlasının uyum kapasitesi düşük veya çok düşük olarak sınıflandırılıyor. Dolayısıyla, özellikle uyum kapasitesi düşük olan güneydoğu illerinin kuraklık karşısında zarar görebilirliği oldukça yüksek.

Kıyı illerinde orman yangınlarına maruziyet yüksek

Küresel ısınma ile birlikte daha fazla karşı karşıya kaldığımız bir diğer iklim riski, orman yangınları. Yangınların gerçekleşme tehlikesi dikkate alındığında, orman yangını tehlikesinin en yüksek olduğu ilin Mersin olduğu değerlendiriliyor. Antalya ve Muğla ise en yüksek orman yangını maruziyeti ile zirvede yer alıyor. Özellikle kıyı şeritlerinde yer alan illerde maruziyetin daha fazla olduğu görülüyor. Zarar görebilirliğin en yüksek olduğu şehir ise Şırnak.

Orman yangını riski söz konusu olduğunda Türkiye illerinin üçte birinin yüksek veya çok yüksek risk altında olduğunu vurgulamak önemli. Bu iller, üç milyona yakın orman köyü nüfusuna sahip olmalarının yanı sıra, Türkiye'deki türlerin yüzde 35'ine de ev sahipliği yapıyor. 

Son yıllarda Türkiye'de gerçekleşen orman yangınlarının mekansal dağılımı, sayısı ve şiddetindeki artışlar düşünüldüğünde, orman yangınlarının sadece orman köylerini değil, özellikle ülkenin kıyı bölgelerinde ormanlarla giderek daha fazla iç içe geçen kentsel alanları da tehdit ettiği görülüyor. 

Bu durum, orman yangınlarının toplum sağlığına, ekosistemlerin işleyişine, orman yapısına, gıda güvenliğine ve doğal kaynaklar temelli geçim kaynaklarına doğrudan etkileri dikkate alındığında, daha da kritik hale geliyor. Buna karşın şehirlerin, orman yangınına uyum sağlama kapasiteleri yüksek değil: Yaklaşık 31 ilin uyum kapasitesi 'düşük' veya 'çok düşük' olarak tespit edilmiş.

En az 855 bin kişi taşkın riski yüksek alanlarda yaşıyor

Son olarak sel riski, özellikle ülkenin kuzey illerinde oldukça yüksek. Çalışmaya göre, Giresun, Trabzon ve Rize başta olmak üzere 25 şehir 'yüksek' veya 'çok yüksek' sel riski altında bulunuyor.

Bu illerde 855 binden fazla insan, doğrudan taşkına maruz kalabilecek alanlarda yaşıyor. Aynı zamanda bir havalimanı, 11 enerji santrali ve 273 hastane dahil olmak üzere birçok kritik altyapı yatırımı da taşkın riski altında. Yaşanacak bir selde bu kritik altyapıların zarar görmesi büyük aksaklıklara sebep olabilir ve selin etkisinin de katlanmasına yol açabilir.

Öte yandan, 29 ilde sele maruziyetin, 27 ilde ise sele karşı hassasiyetin 'yüksek' veya 'çok yüksek' olduğu tespit edildi. Bu illerin hassas kabul edilmelerinin nedeni, düşük konut kalitesi, yoksulluk ve yaş bağımlılık oranlarının yüksekliği olarak belirtiliyor.

Sel kontrol tesislerinin, sele maruz alanların büyüklüğüne oranla, gelişmemiş olduğu, kentsel yeşil alanların yaygınlaşmadığı, ulaşım sistemine ve hastanelere erişilebilirliği düşük olan Şırnak, Hakkari ve Ağrı illeri, sele uyum kapasitesi en düşük iller.

Tüm iller göz önünde bulundurulduğunda, hem hassasiyetin yüksek hem de uyum kapasitesinin düşük olması dolayısıyla, Türkiye illerinin yüzde 40'ının sel karşısındaki zarar görebilirliği 'yüksek' veya 'çok yüksek' olarak tespit ediliyor.

İklim riski yüksek iller önceliklendirilmeli

Tüm iklim riski faktörlerinin genel bir değerlendirmesi, farklı bölgelerden yedi ilin en yüksek iklim riskine sahip olduğunu ortaya koyuyor. Bunlar kuzeyde Amasya ve Tokat, güneyde Mersin, Kahramanmaraş ve Kayseri, doğuda ise Muş ve Ağrı.

Bunun yanı sıra, Türkiye illerinin yüzde 36'sının 'yüksek' veya 'çok yüksek' iklim riski altında olduğu görülüyor. Dolayısıyla mevcut ve beklenen riskleri yönetmek, maruziyeti ve zarar görebilirliği azaltmak konusunda bu illeri önceliklendirmek anlamlı. 

Bu doğrultuda insanların ve doğal sistemlerin iklim risklerine maruziyetini azaltacak adımlar atmak önem taşıyor. Örneğin taşkın sınırı içinde yer alan insan nüfusunu ve mekansal gelişimi sınırlamak önemli. Tehlikenin beklendiği alanlarda maruz kalacak bir sisteme yer vermemek, riski azaltıyor.

İklim değişikliği ile mücadele kaçınılmaz

Tehlikeyi azaltmanın bir diğer önemli yöntemi ise, iklim değişikliği ile mücadeleyi güçlendirmek. Küresel ısınmayı 1.5 veya en fazla 2 derece ile sınırlandıracak azaltım politikalarını uygulamaya almak, iklime bağlı tehlikeleri azaltmak için şart. Bu, özellikle fosil yakıtları yakmaktan vazgeçmek ve karbon yutaklarını artırmak anlamına geliyor.

İklim değişikliğine bağlı tehlikeler, aynı zamanda bazı kritik eşikleri içeriyor: İklim sisteminde bir kritik eşiğin aşılması diğerlerini tetikleyebilir veya iklimsel bir tehlikenin daha önce yaşanmadığı coğrafyalarda yaşanır hale gelmesine neden olabilir. 

Şehirlerin uyum kapasitesi artırılmalı

Benzer şekilde, illerin riskler karşısındaki zarar görebilirliklerini azaltmak, hassasiyetlerini azaltmayı ve uyum kapasitelerini artırmayı gerektiriyor. Bir sistemin ekonomik, sosyal, çevresel, kurumsal ve kültürel dinamiklerindeki bozulmalar, zarar görebilirliği de artırıyor. Yoksulluk, arazi bozulumu, hatalı kentsel planlama, kırsal geçim kaynaklarının doğal kaynaklara dayalı olması gibi unsurlar, uyum kapasitesini de düşük kılıyor. 

Doğal sistemlerin zarar görebilirliği için ise doğal sistemler üzerindeki baskıların azaltılması, habitatların korunup genişletilmesi, doğal alanlar arasındaki bağlantıların ve bölgesel heterojenliğin artırılması, öne çıkan önlemler arasında.

Kaynak Tez Çalışması: Development of a climate risk assessment method for the provinces of Türkiye

Duygu Bütün kimdir?

Dr. G. Duygu Bütün, lisans derecesini 2013 yılında ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünden, yüksek lisans derecesini 2016 yılında “The Impact of Transnational Municipal Networks on Climate Policy-Making: The Case Study of Gaziantep, Nilüfer and Seferihisar Municipalities” başlıklı teziyle ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler programından, doktora derecesini ise 2022 yılında “Development of a Climate Risk Assessment Method for the Provinces of Turkiye” başlıklı teziyle ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünden aldı.

Doktora tezi, Çevre Vakfı, ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü ve İlhan Tekeli Şehircilik Kültürü Vakfı tarafından üç ayrı birincilik ödülüne layık görüldü.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bünyesinde Ülke ve Pilot Bölgelerde Mekânsal Stratejik Plan Projesi'nde şehir plancısı olarak, Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye Ofisi'nde Türkiye'de Çevre Yönetimi için Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi Projesi'nde danışman olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda İklim Değişikliği Konusunda Farkındalık Geliştirme Projesi'nde ise proje danışmanı olarak görev aldı.

2017 yılından bu yana Amasya Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nde öğretim elemanı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda Avrupa İklim Paktı Türkiye Elçisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. 

Uzmanlık Alanları: İklim değişikliğine bağlı riskler; Zarar görebilirlik; Yerel yönetimler; İklim değişikliği ve kentler; Kent ağları

 

İklim Masası Hakkında

İklim Masası, basına bilimsel temelli iklim haberleri servis etmek amacıyla kurulmuştur. İklim değişikliğini, ekonomiden tarıma, biyoçeşitliliğe etkilerinden toplumsal sonuçlarına, tüm yönleriyle ele almayı hedefleyen bir haber ajansıdır.

Bilim insanları tarafından İklim Masası için kaleme alınan haber metinleri, gazetecilere ve basın kuruluşlarına ücretsiz servis edilir.

Gazeteciler, haberi hazırlayan bilim insanını ve İklim Masası'nı referans göstermek kaydıyla, metinlerin tamamını veya bir kısmını kullanmak ve metinlerden alıntı yapmak konusunda özgürdür.

İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili basında yer alan haberlerin nicelik, nitelik ve konu çeşitliliği bakımından gelişmesini hedeflemektedir. İklim değişikliği konusundaki çalışmaları daha görünür kılmayı, yeni araştırmalara ilham vermeyi ve iklim değişikliği konusunda üretilen akademik bilgiyi bir araya getirerek gazeteciler için güvenilir bir bilgi kaynağı oluşturmayı amaçlar.

* T24, İklim Masası köşesini herhangi bir kurumdan karşılık almadan yayımlamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'de otlaklar verimsizleşiyor, geleneksel hayvancılık gerileyecek

Milyonlarca insanın geçim kaynağı olan geleneksel hayvancılık, iklim değişikliği nedeniyle tehdit altında. Yeni bir çalışmaya göre, Türkiye'nin de dahil olduğu Batı Asya'da kuraklıkların kuvvetlenmesi ve otlakların verimsizleşmesi, geleneksel hayvancılığa zarar verecek. Yerel halkların geçim kaynaklarını destekleyebilmek için geleneksel ekolojik bilgi birikiminden faydalanmak ve uyum önlemleri almak gerekiyor

G7 Bakanlar Toplantısı: "1,5°C vurgusu önemli fakat somut adımlar yetersiz"

G7 Zirvesi öncesi İtalya’da bir araya gelen iklim, enerji ve çevre bakanları, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefini yineledi. Ancak kömürden çıkış için mutabık kalınan 2035 tarihi, bu hedef için yetersiz. G7 Bakanlar Deklarasyonu’nda yalnızca ‘‘verimsiz’’ fosil yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması çağrısı yapılması ve enerji arz güvenliği ile azaltım politikaları arasındaki mücadelenin devam etmesi de dikkat çekici. Bu eksiklikler, 1,5°C hedefi için hâlâ yeterli kararlılığın sağlanamadığını gösteriyor

Marmara'da gemicilik kaynaklı hava kirliliği yüzde 80'e kadar azaltılabilir

İstanbul ve Çanakkale boğazlarından her yıl geçen yaklaşık 50 bin gemi, Marmara Bölgesi'ndeki hava kirliliğinin de önemli sebepleri arasında. Gemi yakıtları nedeniyle açığa çıkan kükürt ve azot oksitler ile parçacıklı maddelerin ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor. Türk Boğazlar Sistemi'nin "Emisyon Kontrol Alanı" ilan edilmesi ve gemi yakıtlarının denetlenmesi, gemicilik kaynaklı hava kirliliğini yüzde 80'e kadar azaltabilir