Modern dünya, teknolojik gelişmelerin de desteğiyle her gün karşımıza tonlarca teklif çıkarıyor.
Gün boyu o kadar çok uyarana maruz kalıyoruz ki, eğer dikkatimizi yönetme becerimizi kullanamıyorsak verimli olabilmemiz pek mümkün değil.
Dikkatimizi sağa sola çekiştirmeye çalışan tüm bu teklifler karşısında, ruh-beden-zihin sağlığımızı ve bütünlüğümüzü koruyabilmemiz için farkındalıklı bir şekilde seçici davranmamız ve bu tekliflere karşı birtakım filtreler geliştirmemiz gerekiyor.
Hayatın içinde üzerinde kontrolümüzün olduğu alanlarda irademizi kullanarak, dikkatimizi yönetme ve algımızı nelerle besleyeceğimizi seçme gücüne sahibiz. Böyle bir tercihte bulunarak yaşama deneyimimizi daha anlamlı kılabiliriz.
Yaşadığımız devirde sağlıklı kalabilmek için yalnızca yediklerimize ve içtiklerimize dikkat etmemiz yeterli değil. Bütüncül bir sağlık anlayışı için yalnız bedenimizi değil tüm duyularımızı neler ile beslediğimiz çok önemli. Çünkü ruh-beden-zihin üçgeninde birinden birinin sağlığı aksıyorsa bu hal diğerlerini de etkiliyor.
Yalnızca bedenimizi değil algımızı nelerle besliyoruz? Gün boyu neleri dinlemeyi, nelere bakmayı, neleri okumayı, neler yapmayı, nasıl hissetmeyi tercih ediyoruz?
Uzun zamandır kafa yorduğum, üzerine çalışmalar yaptığım ve kendi hayatımda özen gösterdiğim bu konuyu bu hafta paylaşmamın sebebi katlanması güç bir inşaat manzarası karşısında hissettiklerim.
Beton tarlası Fikirtepe
Bir süredir yolumun üstünde, uzaktan manzarasına şahit olduğum Fikirtepe semtinin bu hafta yakınından geçtim ve dehşete kapıldım.
Yüksek katlı, sık bir nizamda sıralanmış binaların, arabayla bile yakınından geçerken karanlığından korktum.
Semt, kentsel dönüşüm adı altında gerçekleşen inşaat çalışmalarıyla tam bir distopik film setini andırıyor.
Fikirtepe
Önce, yolun kenarında binaların arasında sıkışıp kalmış, kaçak bir yapı gibi görünen camii ve yanında göğe doğru yükselen dev, cam binalar çekti dikkatimi. Daha sonra semtin iç taraflarına doğru baktıkça nefessiz bir şekilde, dip dibe dizilmiş binaların oluşturduğu karanlık resmi fark ettim.
Binalar öyle sık ki güneş ışığı düşemez olmuş arada kalan dar sokaklara.
Böylesi güneş geçirmez bir beton yığınında bırakın insan hiçbir canlı yaşayamaz. Yaşamaya çalışacak olsa da sağlıklı olması mümkün değil.
Ve işin daha da acısı ve kabul edilemez olan tarafı da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın göğsünü gere gere böyle bir projeyi sahiplenmesi. Yol boyu etrafta gördüğüm ilan panolarından ve tabelalardan Bakanlık’ın bu akıl almaz projeyi vatandaşlara gururla teklif ettiğini anlıyorum.
Fikirtepe’nin geldiği son halinin, insanlara bir yaşam teklifi olarak sunulmasının bir hakaret olduğunu düşünüyorum. Hiçbir medeni yönetim anlayışı vatandaşına böylesi insanlık dışı bir yaşam teklifi sunamaz.
Kentsel dönüşüm adı altında bir kentin kimliğini silmeye çalışan, rant uğruna kenti betona hapseden ve göğe yükselen binalarla iklim krizini körükleyen bir aylayışla adı ‘Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği’ olan bir bakanlığın yan yana gelebilmesi çok tezat ve düşündürücü.
Sebastiao Salgado Sergisi- Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi
Yoldan geçerken maruz kaldığım ve içimi sıkan bu ürkütücü manzaranın devamında İstanbul’un iki değerli, tarihi mekânında görmeyi, hissetmeyi, deneyimlemeyi irademle seçtiğim iki sergi ile ruhum yeniden canlandı.
İstanbul Kültür Yolu Festivali kapsamında, Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde bugünlerde birbiriyle bağlantılı iki sergi bulunuyor.
Bunlardan biri dünyaca ünlü, Magnum’un efsanevi fotoğrafçılarından Sebastiao Salgado’nun ‘Genesis’ isimli etkileyici fotoğraf sergisi.
Sebastiao Salgado’nun ‘Genesis’ sergisi
Diğeriyse yine Salgado’nun eşiyle beraber Atlantik Ormanı’nda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bölgeye biyolojik çeşitliliğini yeniden kazandırmak amacıyla kurdukları ‘Instituto Terra’ adlı STK’nın yaptığı işlerin anlatıldığı ve projeyle ilgili resimlerin paylaşıldığı sergi.
Lelia- Sebastio Salgado- Instituto Terra Sergisi
Sergiler, 31 Aralık’a kadar Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nin büyüleyici atmosferinde ziyaret edilebilir.
Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi
Fikirtepe’nin doğadan ve gerçeklikten kopuk, distopik manzarasından sonra Karaköy’de dev çınar ağaçlarının arasından yürüyürek Tophane-i Amire’nin büyüleyici, tarihi dokusuyla buluşmak ve Salgado’nun yeryüzünün günümüz dünyasından henüz payını almamış gerçek köşelerini yansıttığı fotoğraflarıyla temas kurmak ruhumu da bedenimi de zihnimi de iyileştirdi.
Salgado ‘Genesis’te günümüz dünyasının etkisinden kaçmayı başarmış bakir coğrafyalara, manzaralara, denizlere, hayvanlara ve insanlara yer veriyor.
Sergide bulunan fotoğrafların odağında Afrika’dan, Kuzey Bölgelerinden, ıssız adalardan, okyanuslardan, Amazonlardan birçok etkileyici yeryüzü şekli, kabile, kara canlısı ve deniz canlısı bulunuyor.
Günümüzde hala Amazon ormanlarında veya Afrika savanalarında yaşayan kabileler olduğunu, dünya üzerinde henüz el değmemiş coğrafyaların bulunduğunu ve buralarda yaşayan vahşi canlıların olduğunu bilmek sevindirici.
St. Benoit Kilisesi- ‘Döngüde Olan’ sergisi
İkinci durağım; Galata Kulesi ve Yüksek Kaldırım’ın tarihi dokusunu ve kokusunu içime çekerek ulaştığım, 212 Photography İstanbul kapsamında St. Benoit Kilisesi’nde gerçekleşen Ahmet Rüstem Ekinci ve Hakan Sorar’ın ‘Döngüde Olan’ sergisi oldu.
St. Benoit Lisesi, kilisesi ile birlikte tarihte İstanbul’a aşevi, dispanser, hastane ve okul olarak hizmet vermiş bir çatı. Lise olarak da 1783 yılından bu yana öğrenciler yetiştiren 400 yıllık bir eğitim kurumu.
St. Benoit Lisesi
Bu okulda okumuş pek çok insanın dahi öğrenciyken görme fırsatının olmadığı, uzun yıllar kapalı kalan St. Benoit Kilisesi son üç yıldır 212 Photography İstanbul ile iş birliği yaptığı sergilerde birkaç günlüğüne kapılarını sanatseverlere açıyor.
Kilisenin mimarisi başlı başına büyüleyici bir sanat eseri.
Sergi açılışında St. Benoit Lisesi’nin avlusunda buluştuğumuz Ekinci ve Sorar kendilerini ‘görüntünün peşine düşmüş iki sanatçı’ olarak tanımlıyorlar.
‘Döngüde Olan’ sergisi
Ekinci ve Sorar sergileri ile ilgili olarak mekânın geçmişine bakıp kendi yorumlarını kattıkları bir hikâye anlattıklarını söylediler. Sanatçılar hikâyeyi tasarlarken St. Benoit Kilisesi’nin asıl ilham kaynakları olduğunu ve kilisenin huyuna gitmeyi tercih ettiklerini belirttiler.
Ekinci ve Sorar, yapay zekâ kullanarak kilisenin vitrayları, altın, pirinç, bakır dokuları ve freskleri gibi tüm dokularını ortaya çıkardıkları dijital tabanlı eserlerden oluşan bir sergi ortaya koymuşlar.
Havanın limonata tadında olduğu bu tatlı Ekim akşamında, yanından hep hayranlıkla bakarak geçtiğim St. Benoit Lisesi’nin avlusunda, değerli eğitimciler, sanatçılar ve sanatseverlerle yan yana olmaktan memnuniyet duydum.
‘Döngüde Olan’ sergisi
Yıllar sonra kapılarını kısa bir süre için açan St. Benoit Kilisesi’ni ziyaret edebilen sayılı misafirden biri olarak bu ilham dolu mekânda bir sergi görmek beni çok mutlu etti.
Aynı gün içinde şehir yaşamına dair yaşadığım olumlu ve olumsuz deneyimlerin hissettirdiklerinden hareketle ortaya çıkan yazımı şöyle sonlandırmak isterim:
- İçinde bulunduğumuz devir, altında yaşadığımız gök kubbe üzerinde kontrolümüzün olmadığı alanlarda yeterince zorlayıcı ve insanı hızla tahammülsüzlüğe sürükleyen unsurlarla dolu.
- Hal böyleyken bari üzerinde kontrolümüzün olduğu alanlarda algımıza kabul ettiğimiz uyaranlar konusunda daha farkındalıklı ve seçici olalım.
- Ancak bu şekilde, maruz kaldığımız her türlü çirkinliğe, acımasızlığa, adaletsizliğe ve zorluğa rağmen yaşadığımız anları anlamlı kılabiliriz ve ruh-beden-zihin sağlığımızı koruyabiliriz.
Herkese; hayatın sunduğu uyaranları iradesini kullanarak fitre edebildiği ve hayatına dahil ettiği, keyifli, yeni bir hafta dilerim.
İlksen Utlu kimdir?
Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.
10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.
Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.
Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.
Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.
|