Uzun saatler mavi ışığa maruz kalan gözlerimiz bu bağımlılıktan en çok etkilenen organlarımızdan. New Scientist dergisi son dönemde dünyada bir salgın gibi yayılan miyop sorununu kapak yapmış. Rakamlar o kadar çarpıcı ki! 2050 yılına kadar yaklaşık 740 milyon kişinin miyop olacağı öngörülüyormuş.
Ekran bağımlılığı sebebiyle bir diğer öne çıkan konu ise yalnızlaşma. Sadece çocuklar ve gençler değil yetişkinler de ekran bağımlılığı dolayısıyla yalnızlığa sürükleniyor.
Göz sağlığı problemleri
Sokakta oynamak, hayata karışmak, arkadaşlarla buluşmak, egzersiz yapmak yerine evde kalıp telefon, tablet, bilgisayar ve televizyonların sunduğu renkli ve çok seçerek içeren ekran dünyasını tercih ettikçe büyük bir hızla yalnızlığa sürükleniyoruz.
Bu başta tercih edilmiş bir yalnızlık gibi görünse de zaman içinde bağımlılık ilerledikçe insanların fiziksel, ruhsal, zihinsel iyi oluş halleri üzerinde olumsuz sonuçlara yol açıyor.
Halbuki bilinçli bir tercih ile seçilmiş yalnız zamanlar insanın iyi oluş hallerini destekler. Bu gibi zamanlar dikkatin ekranlara ya da dışarı değil içe döndüğü zamanlar. Günlük yazmak, meditasyon yapmak, yaratıcı bir eylem içinde olmak, hayal kurmak, kitap okumak, egzersiz yapmak seçtiğimiz yalnız zamanlarda ruhumuzu, bedenimizi ve zihnimizi besleyen aktiviteler.
Geçen sene katıldığım bir festivalde, çeşitli aktivitelerle yapılandırılmış olan geniş festival alanında ‘Kahkaha meditasyonu’ başlığı altında bir etkinlik sunuluyor olduğunu görmek beni bir hayli düşündürmüştü.
Dr. Brene Brown’ın ‘Mükemmel Olmamanın Hediyeleri’ adlı kitabında yer verdiği üzere ‘’Kahkaha, duygusal ve ruhsal bir bağlantı yaratır’’. Kahkaha, insana kendiyle olan bağlantısını, özgür ve özgün halini hatırlatan, aynı zamanda da beraber olduğu insanlarla da duygusal ve ruhsal bir bağlantı kurmasına destek olan şifalı bir eylemdir.
Eşle, dostla, arkadaşlarla beraberken hayatın, sohbetin, birlikteliğin doğal akışında ortaya çıkan kahkahalara alışığım ben. Böylesi doğal bir eylemi hiç tanımadığım bir grup insanla, yapılandırılmış bir aktivite içinde gerçekleştirme fikri benim yaşamı deneyimleme tercihlerime ve alışkanlıklarıma uzak açıkçası.
Konunun beni düşündüren tarafı; insanların yeni dünya düzeni ile yalnızlaşması, dönüşen yaşam alışkanlıkları ve bu alışkanlıklar dolayısıyla ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar. Kahkaha gibi insanların yakın temasta oldukları ilişkilerde doğal bir şekilde içlerinden taşan bir eylemin birbirini tanımayan insanların yan yana gelerek gerçekleştirdiği ücretli bir çalışmaya dönüşmesi. Nasıl geldik bu noktaya akıl alır gibi değil!
Bu yazıyı yazdığım gün, hayatın tatlı bir cilvesi olarak yoldayken bir radyo programına denk geldim. Programda kahkaha yogası eğitmeni olduğunu söyleyen kişi kahkaha meditasyonu ile yalandan da olsa atılan kahkahaların beyni kandırdığı söyledi. Mutsuz ve stresli olduğumuz bir zamanda yalandan da olsa attığımız kahkahanın beynimize mutluluk sinyalleri gönderdiğini, beynin bu şartlarda da serotonin ve dopamin salgıladığını, bunun sonucunda da stresimizin azaldığını ve kendimizi daha iyi hissettiğimizi belirtti.
Denemedim, onun için bir iddiada bulunamam. Ama kahkaha yogası eğitmeni radyodaki paylaşımında bu çalışmanın ihtiyaç duyan insanlara iyi geldiğini savunuyordu.
Son dönem etrafta dikkatimi çeken bir diğer konu da bazı insanların ekran bağımlılığı gibi birtakım yeni dünya alışkanlıklarına kapılarak sahici bağlarla örülü ilişkilerinden uzaklaşmaları ve bunun sonucunda yalnızlığa sürüklenmeleri. Ve şaşırtıcı bir şekilde bu duruma çare olarak da kaybettikleri yakın ilişkilerini geri kazanmak üzere emek vermek yerine, satın alarak katılım sağladıkları birtakım buluşmalarda yeni insanlarla tanışarak yalnızlıklarını dindirmeye çalışmaları.
Tüm bu gözlemlerin üzerine, bu hafta yapay zekâ alanında uzman bir tanıdığımla günden güne yayılan yalnızlığın insanları nerelere sürükleyebileceği ve her gün gelişimine katkı sunduğumuz yapay zeka teknolojisinin nerelere doğru yol alabileceğinin belirsizliği üzerine yaptığımız sohbet beni bir hayli düşündürdü. Ama bu kendi başına bir yazı konusu olacak kadar derin ve uzun bir konu. Oralara girmeyeceğim.
Onun yerine size, belki de sizi şu anda karşısında oturmakta olduğunuz ekranın önünden kaldırmak ve hayatla kanlı canlı temas kurmak üzere ilham olacak kısa bir tura çıkarmak isterim.
Sizleri, bu hafta İstanbul’un uzun zamandır temas kurmadığım güzel bir köşesine götürmek istiyorum.
Eminönü- Mısır Çarşısı
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın önerisi üzerine şehirdeki gündelik yaşam alışkanlıklarımın ve üçgenimin dışına çıkarak hayata dokunmayı, katılmayı, hissetmeyi seçtiğim bir deneyim yaşadım. İkinci tur İstanbul yaşamımda şehirle olan ilişkimde canlı kılmayı istediğim turist ruhunu beslediğim bir Eminönü, Mısır Çarşısı turu yaptım.
Mısır Çarşısı
Dönüş saatim trafiğe denk geleceği için Eminönü’ne deniz yoluyla gitmeyi tercih ettim. Bu şekilde hem zamandan kazandım hem de Boğaz’ın serin rüzgarını hissetmek, kokusunu içime çekmek, denizin sesini duymak ve tarihi yarımadanın büyüleyici manzarasına tanıklık etmek ruhumu ferahlattı.
İskeleden kısa bir yürüyüşle Mısır Çarşısı’na ulaştım. Çarşı; kapısından içeri adım attığım andan itibaren büyüleyici tarihi dokusu, ışıltısı ve kokusuyla beni kucakladı. Tarihte, dükkanlarda satılan mamullerin çoğunlukla Mısır’dan gelen eşyalar ve baharatlar olması nedeniyle ‘Mısır Çarşısı’ olarak anılan çarşıda bugün hala ağırlıklı olarak baharat ve lokum çeşitlerinin satıldığı dükkanlar var. Lokum ve baharat dükkanların yanı sıra da ışıl ışıl vitrinleriyle göz kamaştıran kuyumcular, gıda ve hediyelik eşya dükkanları.
Mısır Çarşısı, dükkanlar
Pandeli Lokantası
Mısır Çarşısı turumu çarşının girişinde bulunan ve kuruluşu 1901 yılına dayanan tarihi Pandeli Lokantası’nda sonlandırdım. Burası çarşının büyüleyici tarihi ambiyansında, duvarları mavi çinilerle kaplı, tavanından zarif kristal avizelerin sarktığı, beyaz örtülü masalarda Türk mutfağının geleneksel lezzetlerinin eski tadıyla misafirlere sunulduğu bir İstanbul lokantası.
Misafirleri girişten üst kata taşıyan dik ve dar taş merdiven yıllara meydan okuyan aşınmış haliyle beni çok etkiledi. Duvarlardaki çinilere, çinilerin rengine, tavandan sarkan avizelerin zarafetine, mekânın ışığına ve personelin güler yüzüne hayran kaldım.
Tattığım istiridye mantarlı pazı mücveri, kabak kızartma, simitli şiş köfte ve vişneli tirit çok lezzetliydi. Pandeli’de yalnız midemin değil her ayrıntısıyla ruhumun doyduğu bir deneyim yaşadım.
Pandeli Lokantası
Yolunuz Mısır Çarşı’sına düşerse Balık Pazarı Kapısı’nın hemen üzerinde bulunan bu tarihi lokantayı görmenizi ve sunduğu lezzetleri tatmanızı tavsiye ederim.
Eminönü’nden eve dönüş yolunda artık şehrin üzerine karanlık iyice çökmüştü. Hava serin olmasına rağmen, üzerimin de sağlam olmasına güvenerek vapurda dışarda oturdum.
Her bir köşesi sürprizlerle dolu bu şehre karanlığın içinden yayılan aydınlık çok yakışıyor. Yol boyunca; gök yüzünün ve denizin karanlığında pırlanta gibi parlayan Galata Kulesi’ne, Yeni Camii’ye, Topkapı Sarayı’na, Boğaz Köprüsü’ne, Kız Kulesi’ne ve Haydarpaşa’ya selam ederek, şehrin gece güzelliğini hafızama kaydederek ve yaşadığım dört saatlik bu unutulmaz deneyim için hayata şükranlarımı sunarak Kadıköy’e ulaştım.
Yeni Camii
Sizlere de kendinizi ekranlara değil hayatı duyularınızla deneyimleyeceğiniz gerçek anlara ve ilişkilere bırakmanızı tavsiye ederim. İster teninizde rüzgarı hissedin, ister eski bir şehri keşfedin, ister yeni bir tat deneyin…
Herkese hayata dokunabildiği ve katılabildiği keyifli bir hafta dilerim.
İlksen Utlu kimdir?
Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.
10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.
Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.
Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.
Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.
|