29 Aralık 2024
İlginçtir, Dünyadaki iki hindi türü de Amerika'da ortaya çıkmış! Biri Meksika'nın Yucatan Yarımadası içinde, Guatemala ve Belize Şehri civarında oldukça kısıtlı bir alanda yaşam alanı bulmuş. Vahşi hindi olarak bilinen diğer türü de Kanada'nın güney ucundan başlayan bir döngü içinde Amerika kıtasını boydan boya kaplayarak Orta Meksika'ya kadar çok geniş bir alana yayılmış.
İnsanın hindiyi evcilleştirme süreci 3 bin yıl önce başlamış; eldeki bulgular evcil hindilerin Orta Meksika'da M.Ö. 800 civarında insanlarla birlikte yaşadığını göstermiş.
Arkeolojik araştırmalar sonucunda yerli yerleşimlerinde bulunan hindi kemikleri üzerinde yapılan DNA analizleri sonucunda Guatemala’daki bir Maya bölgesinde M.Ö. 300 civarında, Güneybatı Amerikan’ın kadim halkı Pueblalar tarafından da M.Ö. 200 civarında hindilerin evcilleştirildiği kanıtlanmış.
Amerika Kıtasının vahşi doğasında binlerce yıl yabani bir kanatlı türü olarak yaşayan hindileri yerli halk genellikle eti için değil kutsal günlerde yüklediği simgeler için yaşatmış; hindi tarih öncesinde özellikle Güney Amerika topraklarında dini ritüellerde kullanılmış. Bunu kanıtlayan çalışmalar sonucunda hindilerin bazı bölgelerde MS 700, bazı bölgelerde de MS 1100 civarına kadar mutfağa dahil edilmediği, etinden faydalanılmadığı ortaya çıkmış.
Hindilerin parlak tüyleri tören cüppelerini süslerken kemikleri sivrilttirilerek iğne olarak kullanılıyormuş. Hindilerin Pueblo halkının yaşamındaki rolü o kadar önemliymiş ki Canyon de Chelly' bölgesinde saptanan mağara resimlerindeki hindi tasvirleri, kanatlı olsa da kolay uçamayan bu ilginç hayvanın varlığını ölümsüzleştirilecek kadar günlük yaşamın merkezinde olduğunu göstermiş.
Avrupalılar hindi ile ilk olarak Orta Amerika ve Meksika'da karşılaştıklarında onu Gine Bölgesinde yetişen tavuk tipine benzetmişler. Kolomb'un 1502'de Honduras'a yaptığı dördüncü seyahatte, yerli halkın “gallinas de la tierra” diyerek sunduğu hindiyi İspanyollar "kara tavukları" olarak adlandırmışlar.
Çok kısa bir süre içinde de çoğunlukla uçamayan bu büyük kuşun eti altın ve gümüş arayan yağmacılar için neredeyse farklı bir hazine şeklinde algılanmış, talan başlamış.
Bugün Peru olarak bildiğimiz İnka topraklarını işgal eden Francisco Pizarro'nun ikinci dereceden kuzeni olan Hernán Cortés, 1519 tarihinde yazdığı "Meksika'dan Mektuplar" isimli derlemesinde şehirleri yağmaladıklarını ve Mexico City'de çok yaygın olan hindilerin Meleagris Agriocharis Ocellate olarak bilindiğini yazmış.
Genel kanı Kolomb'un kaptanı Pedro Alonso Nino tarafından 1500'lerin başında hindinin Avrupa'ya getirildiği yönünde.
Muhtemelen 1511 gibi erken bir tarihte Avrupa'ya seyahat eden ilk hindiler çok kısa bir süre içinde ciddi popülasyona ulaşmış, ilk başlarda dar bir çevrede de olsa zengin sofraların vazgeçilmezi olmuş.
Aynı yıllarda gelen patates ve domatesin aksine, hindi kısa süre içinde mutfak başarısı kazanmış, 1530 yılına gelindiğinde İspanya, Roma ve Fransa'da kurulan çiftliklerde ciddi sayıda hindi üretiliyormuş.
1540 yılında Fransa'da o kadar bol miktarda hindi varmış ki hindi eti kuğulardan, sülünlerden, tavus kuşlarından ve balıkçıllardan daha ucuzmuş. Hindi etinin egzotik görünümü ve bol eti, Avrupa soylularının dikkatini çekmiş; önce zenginler kısa bir süre sonra da herkes için popüler bir seçim haline gelmiş.
Hindiler 1524'te Yorkshire bölgesinde toprak sahibi olan ve Sebastian Cabot'un seyahatlerinde teğmen olarak bulunan William Strictland'ın çabalarıyla İngiltere'ye ulaşmış. Strictland yağmaladıklarından elde ettiği servetle bir malikane satın almış ve aile armalarında hindi görseline yer vermiş.
1550'lere gelindiğinde hindiler bir yandan İskandinavya'ya götürülürken aynı yıllarda İngiltere'nin her yerinde büyük sürüler halinde yetiştiriliyormuş. Hindi yetiştiriciliği İngiltere’de o kadar gelişmiş, o kadar rahatsız edici bir hale gelmiş ki bazı bölgelerde hindilerin sokaklarda başıboş şekilde dolaşmasını önlemek için yasalar çıkarılmış.
Artan üretim neticesinde Londra’da hindi eti fiyatları düşmüş; hatta 1572 yılında hindilerle tavuklar hemen hemen aynı fiyata satılıyormuş.
İngiltere Kralı VIII. Henry Noel yemeğinde hindi yiyen ilk hükümdar olmuş. O güne kadar kaz veya ördek etinin Noel'de tercih edildiği olmuş ama kralın hindi etini tercih etmesi herkesi şaşırtmış. Bu haberin hızla yayılması sonrasında hindi etinin bayramlarda, özel günlerde ve kutlamalarda akla gelen ilk çeşni olması kaçınılmaz bir popülarite içinde Avrupa'nın farklı bölgelerine hızla yayılmış.
1575 Yılının Noel bayramında Londra’da yaşayan çok sayıda İngiliz aile Amerika’dan getirilen bu kanatlının lezzetli etini midesine indirirken pişmiş hindinin masa üstündeki görkemli görüntüsü Shakespeare’in eserlerinde de işleniyormuş.
1580'lere gelindiğinde, hindi pişirme ve kızartma tarifleri kulaktan kulağa dolaşmaya başlamış. Herkes farklı bir sos deniyor, doğunun egzotik baharatları hindi etine farklı lezzetler ekliyormuş.
Matbaanın icadından sonra ilk basılanlar arasında olan yemek kitaplarında farklı hindi pişirme şekilleri anlatılıyor, bol bulunan hindi etinin doyurucu özelliği yanında masayı nasıl süsleyeceği de işleniyormuş.
Yüzyıllar boyunca, Avrupa insanı Noel’de salamura edilmiş domuz başı yese de çok kişinin midesini kaldıran bu görüntü Meksika'dan gelen egzotik bir kuş lehine kenara itilmiş ve hindi eti Noel sofralarının vazgeçilmezi olmaya başlamış.
Bir iddiaya göre İngilizcede kullanılan “turkey” sözcüğü Kristof Kolomb tarafından kullanılmış; Kolomb çıkardıkları sesten dolayı hindiyi "tuka, tuka" olarak isimlendirmesi zamanla turkey olarak dile yerleşmiş.
Bir başka tez Kızılderili adı olan "firkee" den türetildiğini belirtirken, bir görüş de Avrupa’ya İstanbul üzerinden kanatlı hayvan ticareti yapanların İbrani dilinde "büyük kuş" anlamına gelen “tukki” kelimesini kullandıkları yönünde.
Bir teoriye göre de 1500’lü yıllarda Avrupa’ya getirilen her “egzotik" şeyin önüne genellikle "Türk" veya "Türkiye" kelimesi ekleniyormuş; bu da o ürüne Türkiye ülkesinden geldiği bilgisini katıyormuş. İlk başlarda "Turkey coqs" veya "Turkie Hennes" olarak Türk/Türkiye kuşları" anlamı çıkarılmış olsa da zaman içinde kelime "turkeys" olarak kısaltılmış ve bu şekilde dilde karşılık bulmuş.
Portekizcede, hindilere “peru” denmesi kökeni konusunda -bence- daha doğru bir yaklaşım içermekte. Fransızcada “Hindistan'dan” anlamına gelecek şekilde kullanılırken Rusçada “Indjushka” ve Lehçede “Inyczka” kelimeleri “Hindistan kuşu” anlamına geliyormuş. Arapçada “Hint horozu” ve Türkçedeki Hindistan vurgusu aslında Kristof Kolomb’un Amerika'yı bulduğunda Hindistan'ı aradığını, bu yeni kıtayı Hindistan sandığı yanılgısını hindi üstünden günümüze kadar nasıl ulaştığını çok güzel anlatıyor olmalı!
1758 yılında hindinin Latince adı olarak “meleagris gallopavo” kelimesi belirlenmiş; bu sözcük Yunanca ve Latince kökenli kelimelerin karışımından oluşmuş.
1720'ye gelindiğinde, İngiltere'nin doğu kıyısında bulunan Norfolk Şehrinde her yıl yaklaşık 250 bin hindi yetiştiriliyormuş. Norfolk'tan Londra'ya satılmak için taşınan hindiler ve kazlar o yıllarda daha buharlı tren icat edilmediği için yürütülerek götürülüyorlarmış. Bu büyük kanatlı kuşların yürüyüşü haftalar-aylar sürüyor, her gece yolların kenarında kamp kurularak ilerleniyormuş.
Zenginlerin sofrasına taşınan kanatlıların ayakları ağrımasın, yaralanmasın, kanamasın diye önce katrana sonra kuma batırılıyor, ayaklara bu yolla bir çeşit koruyucu lastik çizme geçiriliyormuş.
Posta güvercini, Amerikan bizonu ve yabani hindiler Amerika’daki beyaz yerleşimciler tarafından insafsızca avlandıkları, bitmeyen bir kaynak olarak görüldükleri için nesilleri tükenme noktasına gelmiş; hindiler neredeyse doğal hayattan kaybolmuş.
Bu nedenle Avrupa’da üretim teknikleri geliştirilen, kullanım alanı genişleyen ve farklı cinslerle melezleştirilen evcilleştirilmiş, daha doğrusu doğadan koparılarak köleleştirilmiş hindiler 1608 yılında sömürgeciler tarafından İngiltere'den Amerika Kıtası’na geri taşınmış.
Amerikan’ın vahşi doğasında muadilleriyle tekrardan melezleme prosedürüne maruz kalan hindiler tümüyle tüketime yönelik üretimin temel girdisi olmuşlar; bugün dünyanın her yerinde satılan geniş beyaz göğüslü hindiler onların torunlarıymış.
Her ne kadar Amerika’da 1621 yılında kutlanan ilk Şükran Günü'nde hindi servis edildiğine dair bir sözlü tarihe düşmüş bir not olsa da günümüze ulaşan belgelerden anlaşıldığına göre Amerikan’ın Ohio Bölgesinde 1787 Yılında kutlanan Noel yemeğinin popüler yemeği fırından çıkan hindiymiş.
Hindi etinin ünlenmesinin sebeplerinden biri de Benjamin Franklin olmuş; 26 Ocak 1784 tarihinde kızına yazdığı mektupta hindiden bahsetmiş, ulusal sembol olarak seçilen kartalın hindiye benzetilmesinden memnun olduğunu belirtmiş. Yazılanlara göre Benjamin Franklin kartal ile hindi karşılaştırılmasında hindinin yanında olmuş; ona göre hindi hem saygın bir kuş hem de Amerika'nın gerçek yerlisiymiş.
Abraham Lincoln 1863 yılında Kasım ayının üçüncü Perşembesini “Şükran Günü” olarak ulusal tatil ilan ettiğinde hindi eti zaten önemli kutlamaların temel gıdası haline gelmiş durumdaymış.
Viktorya döneminin en iyi romancısı olarak kabul edilen İngiliz yazar Charles John Huffam Dickens, Bir Noel Şarkısı isimli eserinde hindiden bahsedince hindi eti İngiltere'de 1840-50 arasında Noel sofrasının vazgeçilmezi olmuş. Charles Dickens de diğer aileler gibi evlerinde hindi besliyormuş.
Kraliçe Victoria’nın 1851 yılı Noel sofrasında hindi varmış.
1861 yılında basılan "Mrs Beeton's Book of Household Management" isimli kitapta Sanayi Devrimi’nin işleyen çarkları altında büyük şehirlere taşınan insanlara yönelik olarak nasıl hindi besleyebilecekleri, nasıl kesip nasıl pişirecekleri konusunda bilgiler yer almış.
1800'Lerin sonuna doğru İngiltere'de büyüyen-genişleyen demiryolu ağı, hindilerin ülke içinde çok daha hızlı taşınabilmesini sağladığı için pazarlara erişim kolay hale gelmiş; hindi eti daha da ucuzlamaya başlamış.
Amerika’yı talan eden ilk yerleşimcilerin enkazını kaldırmak kolay olmamış; kıtanın doğal hazineleri, kültürel zenginliği ve doğası büyük ölçüde tahrip olmuş.
1880 yılında Ohio kentinde hindilerin yaban hayatta tamamen kaybolmuş olduğu 1904'te resmen ilan edilmiş. Yabani hindinin yok olmasına yol açan tek şey aşırı avlanma değil aynı zamanda doğal yaşam alanlarının kaybıymış. Yeni yerleşimciler tarafından yok edilen ormanların yanı sıra boş arazilerin büyük ölçekte tarıma dönüştürülmesi hem yabani hayvan yaşamlarını hem de Amerikan kestanesi olarak bilinen fındık ağaçlarının kaybı anlamına geliyormuş.
Kısacası orijinal Amerikan hindi soyu günümüze erişmekte güçlük çekiyormuş.
Bugün dünyanın çok yerinde fark cinslerde kuşlarla birlikte sülün, tavus kuşu, kaz ve hindi gibi kolay uçamayan kanatlı türleri de gerek özel ilgi alanı olan meraklılarca gerekse de kamuya ait hayvanat bahçelerinde ticari amaç dışında korunuyor, besleniyor, soylarının korunması ve geliştirilmesi adına bilimsel çalışmalara konu ediliyor.
Kuş teması koleksiyonerler için de önemli bir ilgi alanı. Pul, ilk gün zarfı, özel gün damgası, antiye toplamaya gönül veren yerli-yabancı filatelistler dünyanın farklı ülkelerinde dolaşıma sokulan değerleri biriktiriyor, kuş temalı koleksiyonlarıyla yarışmalara katılıyor, sergiler açıyorlar.
Canlı hindi fiyatlarının 3 ila 4 bin TL arasında değişmesi yeni asgari ücretle 5-6 hindi alınabileceğini müjdelerken (!) insanlarımızın yılbaşı sofrasında hindi bulunmasının büyük ölçüde hayal olacağını gösteriyor.
Popüler kültürün parlak ışıklarına kapılıp ekran ekran dolaşan bilim insanı (!) kılıklılar, isimlerinin önüne konan sıfatlarıyla uzmanı olmadıkları halde her konuda yorum yaparak topluma nasihat veren bazı densizler yeni asgari ücreti değerlendirirken fakirliğin erdem olduğunu söyleseler de yoksulluk kader değil.
Yeni yılın her konuda zenginlik getirmesini ve 2025 içinde beklentilerinizin üstünde güzel yaşanmışlıkların içinde olmanızı temenni ediyorum.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://www.ohiohistory.org/a-brief-history-of-the-turkey/
https://www.whychristmas.com/customs/turkeys
https://www.bbc.com/future/article/20211214-how-the-humble-turkey-became-a-christmas-staple
https://www.ohiohistory.org/a-brief-history-of-the-turkey/
https://www.nrcm.org/blog/birding-jeff-allison/how-turkey-got-its-name/
https://www.lingonberrycafe.com/s/stories/a-feast-for-the-ages-the-history-of-turkey-as-food
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
Yılbaşı ağaçları ve süslemeleri Hristiyanlıktan çok önce ortaya çıkan pagan adetlerinden biri
The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu
Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var
© Tüm hakları saklıdır.