05 Mayıs 2024
Kıymetli dostlar, bu yazımda sizlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu 10 maddelik bir yazı ile anlatmaya çalışacağım.
Son yıllarda “güç zehirler, mutlak güç mutlaka zehirler” cümlesi en çok tekrarlanan cümlelerden biridir. Mutlak zehirlenmeyi ve yozlaşmayı getiren güç odağının oluşmaması için demokrasiyle yönetilmeye ihtiyacımız var. Yüzyıl önce bütün saray düzenini yıkan, bizi teba olmaktan çıkarıp birey ve millet olabilmek için, eşi benzeri görülmemiş bir savaş veren ulusumuz, bugün yine ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır.
“Saray, monarşik ve otokratik yönetim biçiminde devlet sisteminin merkezidir. Saray sözcüğü hem hükümdarlık makamı ve kurumsal çevresini hem de mekânını içeren soyut ve somut anlamlar taşır.” Bu tanımlama Dr. Nesrin Taşer’in bilimsel bir makalesinde yer alıyor. (Türk Kültüründe Saray Kavramı ve Geleneksel Saray Mimarisinin Gelişimi)
Cumhuriyetle birlikte “saraylar” gitmiş, genç cumhuriyetin kalbi; aklı, bilimi ve mütevazılığı önceleyen “Çankaya Köşkü”nde atmaya başlamıştı… Erdoğan’a kadar bütün Cumhurbaşkanları Çankaya Köşkünde görev yaptılar. Ancak Erdoğan “Çankaya Köşkü’nü küçümsemiş, otokratik rejimle birlikte “Saray”dan Türkiye’yi yönetmeye başlamıştı. O kadar ki kendisini devlet yönetiminde “tek otorite” olarak görmüş ve bunu geniş kitlelere benimsetmek için de çaba harcamıştı. Anayasa değişikliği ile birlikte amacına büyük ölçüde ulaşmış, sadece yürütme organını değil, yasama ve yargı organını da kontrol eder noktaya gelmişti. Böylece Ak(!) Parti zamanla Baasçı bir partiye dönüşmüş ve Erdoğan artık “Ben devletim – devlet benim” deme noktasına gelmişti… Bunu bugün Erdoğan ve çevresi değişik şekillerde dillendirmekten çekinmiyorlar.
Bir kişiye teslim edilen devlette; yozlaşmayı, çürümeyi, adam kayırmacılığını, sorumsuzluğu, yalancılığı, israfı hepsini görüyoruz. Daha acı olanı ise bu ortamı oluşturan aktörlerin sarayda ve onun oluşturduğu bürokraside de itibar görmesi… Açıkça söylemek gerekiyorsa bu, ahlaksızlığın devlet katında kurumsallaşması demektir. Biliyorum bazı okurlar bu eleştiriyi çok sert bulabilirler. Ama maalesef gerçekler acıdır ve o gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur.
Gelin isterseniz hafızalarımızı tazeleyelim…
Saraya bir kez gittim… 15 Temmuz darbe girişiminden 10 gün sonra, 25 Temmuz 2016 tarihinde… Bir darbe girişimi olmuş, daha şehit olanların, yaralıların sayısı tam bilinmiyor. Hayatını kaybedenlerin sayısının 400’ün üzerinde olduğu söyleniyor… Yaralıların sayısı tam belli değil, Ankara hâlâ barut kokuyor… Güvenlik önlemleri her alanda görülüyor… Erdoğan’ın daveti üzerine 25 Temmuz 2016 tarihinde saraya gittim… Toplantıya Başbakan Binali Yıldırım, ben, Sayın Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın katılmıştı… 2 saat 40 dakika süren toplantıda darbe girişimi ve sonrası ele alındı.
Samimi söylemek gerekirse defalarca bürokrat ve siyasetçi olarak gittiğim Çankaya Köşkü'nün ağırlığı yoktu… Tarih yoktu… Çankaya Köşkü'ne girdiğinizde devletin kuruluşundaki atmosferi hissedersiniz. Sarayın bende yarattığı izlenim, bir kamu binasından çok, lüks ve ihtişamlı odaları ve yurt dışından getirildiği söylenen ve pahalı mermerlerden oluşan koridorları ile insanı rahatsız edici bir otel atmosferiydi… Erdoğan’ın bugün otururken neredeyse içinde kaybolacağı altın yaldızlı ihtişamlı koltuğu yoktu. Yoksulluğun, işsizliğin kol gezdiği Türkiye’de o lüksü, debdebeyi unutamam. Toplantı sırasında çay dışında sarayın fırınında piştiği söylenen sıcak kurabiyeler geldi… Çayımı içtim ama bu lükste bu kurabiyeler haramdır diye yemedim… Evet, yoksulluk içinde verilen bir milli kurtuluş savaşını ve o savaşın kahramanlarını düşündüğünüzde bu şatafatlı yaşam bize yakışmıyor… Ve bir daha da Sayın Bahçeli'nin sık sık gittiği saraya gitmedim ve hiçbir davete katılmadım.
Yani kıymetli dostlarım, ben Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğumda, karşımda devletleşmeye başlamış 10 yıllık bir iktidar vardı. 15 Temmuz’dan sonra bu devletleşme süreci hızlandı ve kısa süre içerisinde tamamlandı. Ben, rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Ecevit gibi demokrasiyi içselleştirmiş bir siyasi rakiple değil, yargısıyla, askeriyesiyle, istihbaratıyla “BAAS” partisi benzeri, devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim. Ama şunu bilmenizi isterim;
“Geçmedim muhannet köprüsünden su apardı beni,
Yatmam çakal yatağında, aslanlar yese beni…”
Kemal Kılıçdaroğlu - CHP 7. Genel Başkanı
Zaman, coğrafya ve halklar sihirli üçlüsünün doğal akşını hukuk ve ahlak dışı yollarla değiştiren emperyal güçlerin kurgusu sonucunda, giderek otoriterleşen bir süreci yaşıyoruz. Evet, bugün dönüşümün yönüne karar verme noktasında olan bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız
"Ortadoğu tehditler ve fırsatlara açık bir bölge. Tehditleri fırsatlar ile törpülemek ve zaman içinde etkisiz hale getirmek OBİT projesi ile mümkün"
© Tüm hakları saklıdır.