03 Kasım 2024
Marilyn Monroe'nun Yaz Bekarı (The Seven Year Itch/Yedinci Yıl Kaşıntısı) filmini gördünüz mü? Bir Amerikan atasözüne göre erkekler evliliklerinin yedinci yılında kaşınmaya, başka bir deyişle diğer kadınlarla ilgilenmeye başlarlarmış.
Film yedi yıllık evli olan kahramanımızın eşinin ve oğlunun yazlıklarına gitmesiyle başlar. Onun apartmanının bir iç merdivenle çıkılan üst katında komşusu Marilyn Monroe oturmaktadır ve tesadüf bu ya New York'un çekilmez yaz sıcağında kliması bozulmuştur.
Marilyn ona serinlemek için iç çamaşırlarını buz dolabında sakladığını söylediği zaman kahramanımızın onu baştan çıkarmak için aklına gelen ilk şeyi hemen bildiğinize eminim: Rachmaninoff'un 2 no'lu piyano konçertosu.
Bugün size beni ve Marilyn'i ilk dinleyişte etkileyen yedi klasik müzik eserini tavsiye etmek istiyorum. Bunlardan bir kısmını bildiğinizi, hatta aranızdaki bazı gözlüklü ve başka işi gücü olmayan laf ebesi aklı evvellerin hepsini bildiğini tahmin ediyorum. Ancak her türlü güzel şeyle ilgili Osmanlı zamanından kalma bir atasözü de benden:
Et tekraru ahsen velev kane yüz seksen (Defalarca daha güzel tekrar et, 180 defa tekrar etmiş olsan da yine et.)
Sergei Rachmaninoff piyano konçertoları arasında bir başyapıt olarak kabul edilen derin romantik duygularla dolu olan bu eseri 28 yaşındayken yazdı. 2. Piyano Konçertosu romantik dönemin en etkileyici ve derin duygusal yoğunluk barındıran eserlerinden biridir. 1901 yılında tamamlanan bu konçerto bestecinin kişisel bir zaferini simgeler. Rachmaninoff 1. Senfoni'sinin aldığı olumsuz eleştiriler sonrası depresyona girdiği, ancak bu konçerto ile müzikal kariyerine büyük bir dönüş yaptığı söylenir.
Eser üç bölümden oluşur. Birinci bölüm (Moderato) güçlü ve dramatik bir piyano solosuyla açılır ve orkestrayla etkileşim içinde yoğun bir müzikal diyalog başlar. Bu bölümdeki temalar Rachmaninoff’un duygusal derinliğini yansıtır. İkinci bölüm (Adagio sostenuto) ise lirik ve zarif bir yapıya sahiptir ve piyano ile orkestranın dingin bir diyalog sunduğu yoğun bir duygu atmosferi yaratır. Üçüncü bölüm (Allegro scherzando) daha hızlı ve enerjik bir yapıya sahiptir. Zengin ve akıcı melodileri dramatik geçişlerle birleşir ve eseri büyük bir coşkuyla sona erdirir.
Marilyn Monroe'nun da karşı duramayıp kendini yedi yıllık evli kahramanımızın kollarına bıraktığı eser bestecinin en ünlü ve en çok icra edilen yapıtlarından biridir. Rachmaninoff’un virtüözitesi bu eserde piyano ve orkestranın mükemmel uyumu ile öne çıkar. Melodik zenginliği ve dramatik yapısı konçertoyu hem piyanistler hem de dinleyiciler için klasik müziğin vazgeçilmezleri arasına sokmuştur.
Johannes Brahms'ın 1. Senfonisi klasik müzik tarihinin ve geç dönem romantizmin en önemli senfonik eserlerinden biri olarak kabul edilir. 1876’da tamamlanan bu senfoni Brahms’ın kariyerindeki en büyük başarılarından biridir. Eser bestecinin Ludwig van Beethoven’ın devasa senfonik mirasına bir yanıt olarak görülür ve Beethoven’ın 9. Senfonisi ile kıyaslanır. Brahms'ın senfoniyi tamamlaması yaklaşık 20 yıl sürmüş ve bu süreçte mükemmeliyetçi yaklaşımı nedeniyle büyük bir titizlikle çalışmıştır.
Senfoninin ilk bölümü karanlık ve dramatik bir açılışla başlar. Yavaş bir girişin ardından ana tema belirginleşir ve büyük bir güç ve yoğunlukla ilerler. Bu bölümde Brahms’ın karmaşık armonik yapıları ve güçlü duygusal anlatımı öne çıkar.
İkinci bölüm çok daha lirik ve huzurlu bir yapıya sahiptir. Yaylı çalgılar ve solo obua ile başlayan bu bölüm dingin ve romantik bir atmosfer yaratır. Bu bölümde Brahms’ın melodiye verdiği önem ve zarafet ön plana çıkar.
Üçüncü bölüm zarif ve hafif bir scherzo karakterindedir. Yumuşak ve neşeli melodilerle ilerleyen bu bölüm senfoninin en hafif yapılı kısmı olarak öne çıkar.
Dördüncü ve son bölüm eserin doruk noktasıdır. Bu bölümde Brahms Beethoven’ın 9. Senfonisi’ndeki ünlü Ode to Joy temasına benzer bir zafer ve umut duygusu sunar. Güçlü bir koral temayla başlayan bölüm büyük bir coşkuyla sona erer. Özellikle bu tema Brahms’ın Beethoven’a olan saygısının bir ifadesi olarak yorumlanır.
Brahms'ın 1. Senfonisi geleneksel klasik senfoni formlarını takip etmesine rağmen kendine özgü bir karakter taşır. Beethoven’ın etkisi hissedilse de Brahms kendine özgü melodik ve armonik zenginliklerle bu esere benzersiz bir kimlik kazandırmıştır. Eser Brahms’ın güçlü romantik duygularını, müzikal zenginliğini ve orkestrasyon yeteneğini gösteren bir başyapıttır.
Ludwig van Beethoven’in 9. Senfoni'si hem klasik müzik tarihinde hem de dünya sanatında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Beethoven 9. Senfoni’yi 1824 yılında tamamladı. Bu dönemde Beethoven sağırdı, ama yine de 9. Senfoni onun müzikal zekâsının doruk noktasını temsil eder. Bu eser senfonik müziğin sınırlarını zorlayan yapısı ve koro ile orkestra arasında kurduğu güçlü bağla yenilikçi bir niteliğe sahiptir.
Beethoven Friedrich Schiller’in 1785 tarihli Ode an die Freude (Neşeye Övgü) adlı şiirini kullanarak insanlık, barış ve kardeşlik temalarını müzikle buluşturur. Bu açıdan 9. Senfoni, sadece bir müzik eseri olmanın ötesinde insani ideallere bir övgü olarak kabul edilir.
İlk bölüm dramatik ve yoğun bir karaktere sahiptir. Senfonik müziğin o dönemki sınırlarını aşan bir açılışla başlar ve Beethoven’in ileri görüşlülüğünü yansıtan zengin melodik dokular sunar.
İkinci bölüm senfoninin en hızlı bölümlerinden biridir ve geleneksel bir scherzo formunda yazılmıştır. Güçlü ritmik yapısı ve enerjik karakteriyle dikkat çeker. Fırtınalı, yer yer şaşırtıcı vurgularla dolu bir dinamizmi vardır.
Üçüncü bölüm bir huzurun ve içsel derinliğin yansımasıdır. Yavaş ve duygusal bir yapıya sahip olan bu bölüm eserin en lirik kısmıdır ve Beethoven’in melodik dehasını sergiler.
Dördüncü bölüm senfoninin finali en bilinen ve devrim niteliğindeki bölümüdür. Beethoven burada bir ilki gerçekleştirerek senfoniye koro eklemiştir. Schiller’in Neşeye Övgü şiirinin metni insanlık için bir barış, kardeşlik ve sevgi çağrısı yapar. Bu bölümdeki melodi bugün dünya genelinde barış ve birlikteliğin sembolü olarak kabul edilmektedir.
Beethoven’ın 9. Senfonisi klasik müzik repertuarının en önemli eserlerinden biri olmasının ötesinde evrensel bir barış ve birlik mesajı taşıdığı için tarihsel ve kültürel bir ikon haline gelmiştir. 1972 yılında Avrupa Birliği’nin resmi marşı olarak kabul edilen Neşeye Övgü farklı milletler ve kültürler arasında ortak bir dil haline gelmiştir.
Carl Orff’un Carmina Burana adlı eseri 20. yüzyılın en çarpıcı ve etkileyici klasik müzik yapıtlarından biridir. 1937’de bestelenen eser 13. yüzyıldan kalma Orta Çağ şiirlerinin bir derlemesi olan Carmina Burana metinlerinden ilham alır. Bu şiirler aşk, şarap, doğa, hayatın döngüleri ve kaderin değişkenliği gibi temaları işler. Orff bu metinlere canlı, ritmik ve güçlü bir müzikal yapı kazandırarak büyüleyici bir kantat yaratmıştır.
Carmina Burana en çok açılış ve kapanış bölümü olan O Fortuna ile tanınır. Bu bölüm insanın kaderi ve şansın değişkenliği üzerine yazılmıştır. Devasa bir koro ve orkestranın güçlü yükseliş ve alçalışlarıyla insan kaderinin kaçınılmaz döngüsünü dramatik bir şekilde betimler.
Eser üç ana bölümden oluşur:
Fortuna Imperatrix Mundi (Dünyanın Hakimi Olan Kader): Açılış ve kapanış bölümleri olan O Fortuna kaderin değişkenliğini vurgular.
Primo Vere (İlkbahar) ve Uf dem Anger (Çayırlarda): Doğanın canlanışını ve ilkbaharın neşesini kutlayan bu bölümler, pastoral sahneler ve canlı ritimlerle doludur.
In Taberna (Tavernada) ve Cour d'Amours (Aşk Mahkemesi): Şarap ve aşkla ilgili bölümler eğlence ve tutkunun enerjisini taşır.
Orff müziğinde basit melodiler ve tekrarlayan ritmik yapılar kullanarak dinleyiciyi doğrudan etkileyen bir dramatik güç yaratır. Eserin etkileyici koro bölümleri, devasa orkestrasyonu ve ritmik canlılığı Carmina Burana’yı dinleyiciler üzerinde derin bir iz bırakan unutulmaz bir deneyime dönüştürür.
Pyotr Ilyich Tchaikovsky'nin 1812 Uvertürü klasik müziğin en heyecan verici ve coşkulu eserlerinden biri olarak bilinir. 1880 yılında bestelenen bu uvertür, Rusya'nın 1812 yılında Napolyon Bonapart’a karşı kazandığı zaferi anmak için yazılmıştır. Tarihsel bir arka plana dayanan bu eser müzikal yapısıyla ve görkemli ve dramatik doğasıyla dikkat çeker.
Eser Fransız ordusunun Moskova’ya ilerlemesi, Rus halkının direnişi ve zaferin kutlanması temaları üzerine kuruludur. Uvertür yavaş bir şekilde Rus Ortodoks kilisesinin ilahisi olan Tanrı Kraliçeyi Korusun melodisiyle başlar ve Rus halkının dini inancını ve vatanseverliğini yansıtır. Ardından savaşın dehşetini ve Napolyon’un ilerleyişini anlatan gerilim dolu bölümler gelir.
Eserin doruk noktası çanlar, toplar ve marşlarla zaferin kutlandığı finaldir. Özellikle 1812 Uvertürü'nün icrasında gerçek top seslerinin kullanılmasıyla eser daha da dramatik hale gelir. Finalde Rus milli marşı Tanrı Çar'ı Korusun yükselir ve büyük zaferi kutlar.
Camille Saint-Saëns'ın La Danse Macabre (Ölülerin Dansı) klasik müzik dünyasının en ürkütücü ve dramatik eserlerinden biridir. 1874 yılında bestelenen yapıt Fransız şair Henri Cazalis’in ölümün kaçınılmazlığına dair bir şiirinden esinlenmiştir. Eser Orta Çağ’da yaygın olan danse macabre (ölülerin dansı) temasını işler. Bu temaya göre ölüm gece yarısı mezarları açar, iskeletleri uyandırır ve sabah şafağına kadar dans ettirir.
La Danse Macabre keman ve orkestra için yazılmıştır ve Saint-Saëns’ın yetenekli orkestrasyonuyla zenginleştirilmiştir. Eser kemanın akortsuz (skordatura) çalınmasıyla başlar ve kemanın çıkardığı tedirgin edici sesle ölümü simgeler. Kemanın temsil ettiği ölüm gece yarısında iskeletleri mezarlarından kaldırır ve dans başlar.
Ksilofonlar kemiklerin birbirine vurmasını andıran sesler çıkararak iskeletlerin dansını betimler. Eser boyunca dansın temposu artar, orkestranın enerjisi ve gerilimi yükselir. Arka planda hayatın hızla akıp gitmesini hatırlatan bir ölüm teması sürekli tekrar eder. Bu tema Dies Irae gibi geleneksel cenaze müziği motiflerini anımsatır.
Ancak eserin sonuna doğru sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ölüm ve iskeletler geri çekilir ve dans sona erer. Güneşin doğuşunu simgeleyen arp tınısı ile uvertür sessiz bir şekilde sona erer.
İlişikteki Ölülerin Dansı'nı sizler için yetenekli Polonyalı liseli öğrencilerin oluşturduğu ve dört adet ksilofonun kullanıldığı Malgorzata Kobierska & Kamerton Orchestra'dan seçtim.
Çek besteci Bedrich Smetana'nın Vltava (diğer adıyla Moldau) onun Má vlast (Vatanım) adlı altı parçadan oluşan senfonik şiir dizisinin ikinci bölümüdür. Bu eser Çek topraklarının doğasını ve tarihini müzikle anlatma amacını taşır ve ulusal kimliğin sembolü haline gelmiştir.
Vltava Çek Cumhuriyeti’nin en uzun nehri olan Vltava nehrini anlatır. Smetana bu eserde nehrin kaynağından başlayarak Prag’dan geçip Elbe Nehri’ne döküldüğü yere kadar olan yolculuğunu müzikle resmeder. Senfonik hikayede nehir şırıltılı küçük kaynaklardan doğar, iki küçük dereyle başlar, sonra bu dereler birleşerek büyük ve güçlü bir nehre dönüşür.
Eserin girişindeki flüt ve klarnetlerle betimlenen hafif ve akan su sesleri nehrin doğduğu küçük kaynakları tasvir eder. Bu yumuşak girişten sonra yaylı çalgılarla nehrin büyüyüp genişlediği hissedilir ve müzik giderek güçlenir. Parça boyunca farklı temalar yer alır. Nehrin akışı, ormanlarda av sahneleri, köylerin yakınındaki şenlikler ve ünlü Vyšehrad Kalesi’nin altından geçişi gibi anlar resmedilir.
En ikonik melodilerden biri olan ana tema halk müziğinden esinlenmiştir ve nehrin sürekli akan, coşkulu karakterini temsil eder. Bu tema özellikle yaylı çalgılarla güçlenir ve eserin doruk noktalarından birini oluşturur.
Smetana Vltava ile sadece bir nehri anlatmakla kalmaz, aynı zamanda Çek halkının tarihine ve kültürel mirasına duyduğu derin sevgiyi de ifade eder. Eserin akıcı yapısı ve farklı temalar arasındaki geçişler bu nehrin Çek halkının yaşamındaki önemini vurgular. Ayrıca Smetana’nın bu eseri yazarken Beethoven gibi sağır olduğunu da hatırlamak gerekir. Bu da onun müzik dehasını ve duygusal yoğunluğunu daha da anlamlı kılar.
Klasik müzik benim için zamanın ötesine geçen bir ifade biçimi ve ruhun derinliklerine dokunan bir sanat formu demektir. Her bir eserde farklı duygular, hikayeler ve düşünceler saklıdır. Büyük dehaların notalar aracılığıyla yarattığı dünyalara dalmak bana huzur ve ilham verir.
Klasik müzik dinlerken hem geçmişle hem de evrensel duygularla bir bağ kurarım. Klasik müzik benim için bir içsel yolculuktur; sakinlik, güç ve estetiğin birleşimidir.
Ben tüm müzikseverlerin bütün tercihleri ve frekansları kapsayan büyük bir çadırın altında buluştuğuna inanırım. Siz de çadıra buyurun. Marilyn elinde bir şişe şampanya sizi bekliyor. Hiç de yaşlanmamış.
Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi. Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı. 1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor. |
Yapımcılar (1967); Uçak (1980); Hayalet Avcıları (1984); Wanda Adında Bir Balık (1988); Büyük Lebowski (1998); Nerdesin Be Birader? (2000); Büyük Budapeşte Oteli (2014)
Askeri sokağa bir Dior çanta mı indirdi? Muhalefete çamur: Devlet karşıtı ve Kuzey Kore yanlısı
Ekonomi: C+, Sosyal politika: F, Siyasi liderlik: B, Uluslararası ilişkiler: B, Çevre ve enerji politikaları: D. Bir Hitler değil ama kendi bindiği dalı kesen artist Mussolini
© Tüm hakları saklıdır.