21 Temmuz 2024

Türkiye'nin Batı aşkının nefrete dönüşmesi: Üzüm zaten koruktu, ciğer zaten mundardı

Sakallı Celal: Türkiye doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak Batı'ya gittiklerini sanırlar

15 Aralık 2004: Türkiye'nin AB üyeliğine evet diyen AB parlamenterleri

Kopenhag kriterleri olmasaydı AB üyesiydik

Avrupa Parlamentosu'nun 2004 yılındaki toplantısında Türkiye resmen AB'ye aday ülke statüsüne kabul edildiği zaman elinde evet yazılı pankartlar tutan milletvekillerini ve ülkemizde gündüz vakti patlatılan havai fişekleri hatırlarsınız. Bir ara ben de neredeyse bir Avrupa Birliği ülkesi olabileceğimize inanmıştım.

Ancak ne biz bunu gerçekten istiyorduk ne de onlar bizi gerçekten almak istiyordu. Çünkü aziz ülkemiz ile Avrupa Birliği arasında Kopenhag kriterleri diye bilinen bir engel vardı ve biz bunu aşmaya pek hevesli değildik. Bizi AB üyesi yapmazlarsa aynı kriterleri Ankara kriterleri olarak adlandırıp yolumuza devam edeceğimizi söyledik ama kimseyi inandıramadık.

Kopenhag kriterleri Avrupa Birliği'ne aday ülkelerin dört ana kriter açısından değerlendirmeye alınacağını söyler. Bunlar aşağıdaki gibidir:

⦁ İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması
⦁ Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü
⦁ İnsan haklarına saygı
⦁ Azınlıkların korunması

Genel olarak ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin tüm maddeleri ile çekincesiz kabul edilmiş olması gibi koşullar istenmektedir.

Ayrıca bu koşulların varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olması gerekmektedir.

Bana sorarsanız şimdiki Avrupa Birliği üyelerinin belki yarısı bu kriterleri geçemezler ama bu ayrı bir konu.

Kısacası bu Kopenhag kriterleri denilen gavur icatları olmasaydı Avrupa Birliği'ne demirlemiştik. Ne demiş Maarif Vekili Emrullah Efendi? Ne güzel idare ederdim Maarif'i şu mektepler olmasaydı.

Karşılıklı çekinceler

AB’nin Türkiye’nin üyeliğine dair en büyük çekincelerinden biri Türkiye’nin demografik ve kültürel yapısıdır. Türkiye üye olursa 85 milyonluk nüfusuyla AB’nin en kalabalık ülkesi olacaktır ve bu durum, AB’nin iç dengelerini sarsacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun Müslüman olması, AB’nin Hristiyan kökenli kimliğine meydan okuyabileceği kaygılarını artırmaktadır.

Demokratik standartlar ve insan hakları konusundaki eksiklikler de AB’nin Türkiye’ye yönelik çekincelerini güçlendirmektedir. Türkiye ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğü gibi konularda sık sık eleştirilmektedir.

Türkiye’nin AB üyeliğine dair çekinceleri ise ekonomik ve siyasi boyutlarda kendini göstermektedir. Özellikle Maastricht Kriterleri olarak bilinen bütçe açığı, kamu borcu ve enflasyon oranları gibi makroekonomik göstergeler Türkiye için zorlu hedeflerdir.

Siyasi açıdan ise, Türkiye’deki milliyetçi ve muhafazakâr çevreler AB üyeliğini ulusal egemenliğin zedelenmesi olarak görmektedir. AB’nin karar alma süreçlerine katılım sağlamak, Türkiye’nin bağımsız dış politikalar üretme gücünü kısıtlayabilir. Ayrıca, Türkiye’nin Kıbrıs meselesi de üyelik sürecini zorlaştırmaktadır.

Ecevit hükümeti zamanında o zamanki adıyla Ortak Pazar'ın Türkiye'ye yeşil ışık yakar gibi yaptığı, ancak yönetimin "onlar ortak, biz pazar" gerekçesiyle bunu istemediği sık sık söylenir.

Türkiye doğuya giden bir gemidir

Filozof Sakallı Celal, "Türkiye doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak Batı'ya gittiklerini sanırlar" demiş.

"Tanzimat ilan ettik olmadı. Meşrutiyet ilan ettik, olmadı. Cumhuriyet ilan ettik olmadı. Yahu biraz da ciddiyet ilan etsek!" sözü de onundur.

Ancak ben Cumhuriyetin işinin bittiğine kesinlikle inanmıyorum. Atatürk'ün bıraktığı eserlerin ve fikirlerin çoğunun erozyona uğratıldığı bir gerçektir ama ben onun değerlerini ve önceliklerini paylaşan çok büyük bir kitle olduğunu biliyorum. Sorun bu değerleri ve öncelikleri kanalize edecek meşru bir siyasi mecra bulmaktır.

Keramet kıyafette midir?

T24 okuyucularının çoğunun Antoine de Saint-Exupery'nin ünlü eseri Küçük Prens'i okumuş olduğunu varsayıyorum:

Küçük Prens'in geldiği B 612 adlı küçük gezegen ilk kez 1909'da bir Türk astronomi bilgini tarafından keşfedilmiştir. O zaman bu bilgin buluşunu Uluslararası Astronomi Kongresi'nde çok parlak bir şekilde açıklamıştı ama kıyafeti yüzünden söylediklerine kimse inanamamıştı. Büyükler böyledir işte.

Bereket versin ki B 612 gezegeninin tanıtılmasına bir Türk liderinin halkını tehdit ederek onları Avrupalılar gibi giyinmeye mecbur etmesi yardımcı oldu. Aynı astronomi bilgini de sunumunu 1920 yılında çok şık bir takım elbise içinde tekrarladı. Bu sefer görüşlerine herkes katıldı.

Kılık kıyafetin astronomi bilginlerini bile etkilediği dünyamızda bir zamanlar "Gardırop Atatürkçüleri" diye adlandırdığımız oldukça büyük kesimin Atatürk'ün ve Cumhuriyetin değerlerini özümsemeden sadece dış görünüşe önem verdiği bir gerçektir.

Üzüm zaten koruktu; ciğer zaten mundardı

Bence aziz milletimin Batı aşkının tarihte oldukça kısa sayılabilecek bir sürede nefrete dönüşmesi Ezop'un ünlü masalı ile benzeşmektedir. Sözüm meclisten dışarı, buna benzeyen bir atasözü uzanamadığı ciğere mundar diyen bir kedi hakkındadır.

Romantik olarak ilgilendikleri birinden yüz bulamayınca onun arkasından konuşup yere batıranları görmek için dizi izlemek gereksizdir.

İnsanoğlu ulaşamadıkları ya da elde edemedikleri şeyleri küçümseme ve değersizleştirme eğilimindedir.

Son zamanlarda istesek de istemesek de Avrupalı olarak algılanmaktan uzaklaşmaktayız. Aziz milletim Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma çabasındadır ama bir türlü şeffaflık ve ifade özgürlüğü gibi batılı değerleri özümsemek istememektedir.

Ne demiş Nazım Hikmet? Kabahat senin demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu sende canım kardeşim.

Batı'nın değerleri bizim için ne kadar önemli?

Bir gün Boğaziçi'nde Amerika'daki özgürlükleri ve boyutlarını anlatıyordum. Bir öğrenci "ama hocam," dedi, "bizde özgürlükler o kadar önemli değildir". Bu beni oldukça üzdü çünkü hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde hürriyet uğruna ülkemizin nice cesur insanının canını verdiğini biliyordum. Öğrenciye "dünyada özgürlükten daha önemli hiçbir şey yoktur" dedim.

ABD'nin kurucu babaları anayasaya hangi kavramı koyalım diye tartışırken ünlü hatip Patrick Henry "Bana özgürlüğü verin, gerisi sizin olsun" demiş.  

Sonradan özgürlüğün çok göreceli bir kavram olduğunu, deneyimleri az ve izafet çerçevesi küçük olanların onun değerini bilemeyeceklerini, kısacası hem özel hem de kamu hayatında yeterli özgürlükleri yaşamamış olanları anlayışla karşılamam gerektiğini düşündüm. Aklıma babamın iki köylünün soğanın cücüğünden başka yiyecek güzel bir şey düşünemedikleri fıkrası ve tüm toplumun devamlı birbirini gözaltında tuttuğu Çetin Altan romanı 'Büyük Gözaltı' geldi. 

İzafet (referans) çerçevesi: Ben diyorum Çanakkale Boğazı...

Başarılı bir iletişimin alıcı ile kaynağın iletiye aynı anlamı vermesiyle, yani ortak bir izafet ya da referans çerçevesiyle mümkün olduğunu Mülkiye'deki hocam ve Boğaziçi'ndeki meslektaşım Sayın Nermin Abadan'dan öğrenmiştim. Kültürler arası iletişimi zorlaştıran ve yanlış anlamaları kolaylaştıran bu kavram hakkında binlerce fıkra vardır.

Örneğin özgürlük, devlet ve demokrasi gibi kavramların anlamlarının ülkeye ve kültüre göre büyük değişkenlikler gösterdiği açıktır. Nedeni de değişik toplumların bu alanlarda değişik deneyimlere sahip olmalarıdır.

Toplumumuzda demokratik bir düzende hiç yaşamamış milyonlarca insanın böyle bir düzenin olduğunun hala farkında olmaması üzücüdür. Avrupa'ya giden eğitimli eğitimsiz herkesin ağzındaki medeniyet göstergesi yaya geçidinde arabaların yol vermesidir. Çoğumuzun insan olma onuruna uzak koşullarda yaşadığımızın farkında olmaması yöneticilerin ekmeğine yağ süren bir faktördür. Eğitimsizlik ve kadercilik de bu farkındalığı engelleyen unsurlardır.

Demokrasi halkımızın gönül telini titretmiyor

Aziz milletimin demokrasi isteği fazla derin değildir. Demokrasi bizim halkımızın gönül telini titretmez. Yoksa bir insanın kendisi hayata zar zor tutunuyorken, öte tarafta aşırı lüks içinde yaşayan bürokratların yaşamını rasyonalize etmesi mümkün değildir. Vatandaşın oldukça büyük bir kısmı yöneticileri binlerce yıl öncesinin devletlerindeki Tanrı-imparatorlar gibi üstün görmektedir.
Bugün elimizde demokratik cumhuriyet gibi doğru kullanıldığı zaman çoğunlukçu ve kapsayıcı bir yönetim modeli mevcuttur, fakat yöneticilerin çoğu ve yapay algı ve veriyle besledikleri vatandaşların önemli bir kısmı bunu istememektedir.

İçinde bulunduğumuz hibrit dönemde vatandaşın siyasi davranışı pasif ve edilgendir. Oysa işleyen demokratik bir cumhuriyette vatandaş olmak bazı sorumlulukları da beraberinde getirir. Bunların başında verdiği verginin nereye gittiğini sorgulamak ve meclisteki temsilcisinden hesap sormak gelir.

Sizi temsil eden milletvekilini tanıyor musunuz?

Oysa ülkemizde maalesef halkın kendi temsilcisinden hesap sorabileceği ve devletten olan isteklerini dillendireceği bir mekanizma yoktur. Her dönem öğrencilerime onları Ankara'daki TBMM'de kimin temsil ettiğini sorarım. Şimdiye kadar kendi temsilcisini tanıyan bir kişi bile çıkmadı. Bu da vatandaşla onu temsil etmesi gereken siyasetçi arasında hiçbir bağın olmadığını gösterir. T24 okuyucularının da kendi temsilcilerini tanımadıklarına bahse girerim.

Bu nedenlerle aziz milletimin devletten beklentileri tek yönlüdür. Hesap soran, taleplerde bulunan vatandaş yerine ülkemizde devlet bana versin, bize baksın mantığı son derece yaygındır. Devlet baba anlayışı da buradan doğar. Baba kızar, döver ama aç bırakmaz. Bu da bir kulluk anlayışından başka bir şey değildir.


Gelecek yazılar: Elvis 2; Batı'nın yeni sınır bekçisi Yunanistan ve Batı rüyası gerçekleşemeyen aziz ülkemin Şanghay İş Birliği Örgütü üyeliği olasılığı

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24’te siyaset ve müzik yazıları yazmaktan keyif alıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Narsistler içimizde

Trafikte önünü kesen kıro, herkesin sosyal mühendisi aile büyüğü, gaddar patron, evlendikten sonra canavarlaşan eş, küçük kızın ya da oğlun, bize bağırıp duran politikacı

Türk dış politikasındaki eksen kayması ve Batı'nın yeni sınırları

Bir gölde iki balık kavga ediyorsa biraz önce oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir. Doğu ülkelerine gitmek için şişme botlarda çoluk çocuk hayatını tehlikeye atan göçmen görülmemiştir

Bize en çok benzeyen millet: Bulgarlar

Balkanlar'da çoğu insan parasız ve bir felçli gibi hareket etmeden yaşar; atasözleri de benziyor; her yer beton

"
"