Donald Trump
2024’e veda ederken, bütün dünya Trump’ın ABD başkanlık sarayına oturmasını bekliyor.
Sadece Suriye, Rusya, Ukrayna ve Afrika ülkeleri beklemiyor.
İrili ufaklı bütün ülkeler yeni ABD başkanının öngörülemez döneminin başlamasını bekliyor.
Trump’ı bekleyenlerin durumu Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’ kitabındaki gibi ‘bir şeyler yapmak için bir şeylerin olmasını bekleyenlerin, hiçbir şey yapamadan beklemesine’ benziyor.
Ukrayna Savaşı sona erdirilmeyi, Suriye oluşumu istikrar kazanmayı, Çin ticaret rekabetinde avantaj kazanmayı, hatta Kim Jong-un bile ikinci bir Trump ziyaretini bekliyor olmalı…
Geniş bir seçmen kitlesine hitap eden Trump, kürtaj başta olmak üzere, göçmenler, ABD sınırları dışındaki askeri müdahaleler, trans dünyasına bakış dahil olmak üzere, ikinci beklenmedik zaferini kültürel korkuları doğru okuyabilmesiyle kazandı.
Öyle görünüyor ki; 21. yüzyılda kültürel savaşlar; ekonomiden, ekmek fiyatından, tatile çıkma fırsatından, çocukların eğitiminden kısaca dünyadaki her şeyden daha önemli ve bu savaşın cephanesi (temeli olan veya olmayan) sosyal korkular.
1970’lerden bu yana bütün dünyada sağ ve sol seçmen yer değiştirdi.
Şimdilerde sola kol gücüyle çalışan işçiler değil, entelektüeller, ‘bohem burjuvalar,’ ve diğer kol gücü kullanmayanlar oy veriyorlar.
Trump’ın zaferinin sırrı bu değişimde saklı…
Trump’ın ikinci dönemi küresel sosyolojide, solun dile getirilemeyen yenilgisinin kanıtı oldu.
Sol, uzun zamandır sıradan insanın gündelik meselesi olan üç konuda sıkışmıştı;
Göçmenler, güvenlik ve ay sonunun nasıl getirileceği...
Küresel sol politikalar dünyanın dev meseleleri hakkında hayli kafa yormakta ama sıradan insanın sosyal korkuları ile hiç ilgilenmedi.
Hatta bu ilgiyi küçümsedi.
Güvenlik daha bilindik ifadesiyle asayiş, zenginleri değil en çok fakirleri ilgilendirmekte. Hırsızlığın sabit mağduru her zaman fakirlerdir.
Buna cevap vermeyen küresel Sol, destekçilerini yavaşça ‘kültürel merkezi düşüncelere’ daha yakın gruplara kaybetti.
Toplumların kaygıları ile politik doğruculuk arasındaki uçurum giderek açıldı ve toplumlar ‘politik doğruculuk’ kalıplarını kıran gruplara oy vermeye başladı.
Bir anlamda katı ‘politik doğruculuk’ sol dünya görüşünün harakirisi oldu.
Sabah televizyonu açtığınızda, her manşette tehlikenin dört koldan kuşatan ürkütücü gölgelerini izlersiniz.
İklim değişikliği ve yaklaşan sonuçları; sizinle hiç ilgisi olmasa da Avrupa ve ABD’de ırkçılığın nasıl yükseldiği, Afrika’daki güvenlik riskleri, Ortadoğu'daki siyasi istikrarsızlık, siber dolandırıcılıklar ve terörizm her zaman tetikte bekleyen tehditler...
Bireysel düzeyde, faturaları ödeyememe veya masaya yemek koyamama korkusu daha gündeliktir ama makro etkileri diğer riskler kadar yüksektir.
Sıkı çalışmanın olması gereken kadar yükseltemeyeceği, yetenek, ten rengi, cinsiyet farkı, kast kimliklerine göre nasıl muamele göreceğimiz korkutucudur.
Siyasetçilerin sesi duyulmayanın endişelerini duyması onları gerçek aktör yapar.
Sosyal korkular oy vermenin belirleyici dinamiğidir.
Sosyal korku ise adaletsizlik ya da eşitsizlik kaygılarıyla beslenir.
Korkunun farklılıklarımızı ele geçirmesi, "biz" ve "onlar" bölünmesinin temel payandasıdır.
Günümüz dünyasında Kuzey Kore gibi analiz yapılması zor olan katı rejimler hariç bölünmemiş bir toplum görmek neredeyse imkansızdır…
Kutuplaşma; umutsuzları, hayal kırıklığına uğramışları, öfkelileri cezbeder. Sıradan insanların gerçek kaygıları, toplumsal kutuplaşmayı inşa eder.
Kendi kültürel varlığını korumanın meşru kısmı kabul edilen kültürel ırkçılık; kendi medeniyetini tehdit altında hissetmekle başlıyor.
Siyasi liderler, aldıkları kararların insan üzerindeki gündelik etkisini anladıkları ve seslendirdikleri sürece siyasi lider olarak anılmayı hak ederler.
Günümüz dünyasının politikası demokrasi ya da seçim erozyonu değil, seçmeni üstünde güven yaratan ve onu sosyal korkularından koruyacak olan liderlerin varlığıdır.
Bütün bu sosyolojiyi doğru okumadan kof bir kibirle, ‘cahiller oy veriyor,’ yaftası yapıştırmak ancak içe dönük bir tatminden ibarettir. Ve sonsuza kadar hayal kırıklığına uğrayacağınızın kanıtıdır.
Paralel toplumlar, bundan böyle Trump’ın seçilmesinde yaşanan şaşkınlık gibi yeni küresel şoklar yaratmayı sürdürecekler.
Siyasette kalıcı olmayı hedefleyenlerin paralel toplumların bölünme dinamiklerini anlaması artık avantajlı değil zorunlu.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|