07 Temmuz 2024

İngiltere hep Avrupa'nın tersine mi gidecek?

Asıl kazanan, halkın, Batı dünyasındaki çoğu ülke gibi, yönetimde olanlara karşı başkaldırma içgüdüsü…

Geçtiğimiz aylarda iyice belirginleşen, Avrupa'da sağ partilere artan desteği birkaç kere ele aldım.

En ilginç detaylardan birisi, solcu partilerin beklentisinin aksine, özellikle genç nüfusta sağ partiler büyük destek buluyor.

Bu trend özellikle Fransa'da gündemin tepesinde ama kıta Avrupa'sında da neredeyse her yerde gerçekleşmekte.

En somut örneği Almanya.

Haziran ayındaki Avrupa seçimlerinde ilk kez 16 yaşındaki gençlere oy hakkı verdi.

2019 yılında 24 yaş altı grup aşırı sağcı AfD partisine yüzde 5 oy verirken, bu seçimde aynı oran yüzde 16 arttı.

Avrupa'nın her köşesinde solcu partiler ve hareketler zor durumda gibi.

İngiltere halkı ise her zamanki gibi Avrupa'nın tersine giderek, İşçi Partisi'ni 1832 yılından beri herhangi bir parti tarafından kazanılan en büyük çoğunluk ile hükümete getirdi.

Birçok anlamda ilginç bir seçimdi:

Partisi için olabilecek en kötü zamanlamayı seçen bir başbakan;

İskoçya'yı on yıllardır domine eden İskoç Özgürlük Partisi'nin neredeyse haritadan silinmesi;

Muhafazakâr partinin 200 yıllık tarihindeki en düşük milletvekili sayısını çıkarması;

Birçok bakanın milletvekilliklerini kaybetmeleri;

Aşırı sağ olarak nitelendirilebilinecek Reform Partisi'nin ilk defa milletvekiliğine sahip olması gibi,

kurulu düzeni alt üst eden bir seçim gerçekleşti.

Biraz daha yakın bakıldığında ise, İşçi Partisi'nin zaferi adeta Potemkin köyünü andırıyor.

(Rivayete göre Çariçe Katerina, Kırım'ı alınca, bölgeyi ziyaret eder. Sevgilisi General Potemkin Çariçe ve heyetini etkilemek için sahte binalar inşa ettirerek bölgeyi olduğundan daha cazip gösterir. Mitoloji de olsa, İşçi Partisi'nin zaferini tanımlıyor.)

İşçi Partisi'nin zaferinde büyük bir eksiklik var: seçmen kitlesi.

Meclisteki koltukların yüzde 64'ünü, sadece yüzde 34'lük bir seçmen kitlesi ile kazandılar.

Kıyaslayabilmek için eski lider Jeremy Corbyn'in aşırı solcu platformu 2019 yılında tarumara uğradığında sadece yüzde 1,6 daha az oy almıştı.

Tony Blair 1997 yılında benzer sayıda milletvekili ile seçilebilmek için yüzde 41'lik bir oy almıştı.

İngiltere'deki "Tek İsimli Tek Turlu Çoğunluk Sistemi" (First-past-the-post) olarak bilinen seçim sisteminde her seçim bölgesi tek bir milletvekili seçer ve en çok oyu alan aday kazanır. Çoğunluğa ihtiyacı yoktur.

Bu sistemde, partilerin ortalama oy oranı düşük olsa da yüksek sayıda milletvekili çıkarabilirler. Benzer şekilde başka partiler de milyonlarca oy alıp, hiç milletvekili çıkarmayabilirler de…

Bu seçimi ele almamın sebebi, aslında Avrupa'daki genel gidişatı doğruluyor olması.

Evet, Muhafazakâr Parti büyük bir çöküş yaşadı.

Yüzde 44'lük oy tabakaları 24'e düştü.

Fakat bu oyların çok azı İşçi Partisine kaydı.

Muhafazakârlardan daha sağcı olan Reform Partisi'nin aldığı oylar veya oy kullanmamayı tercih eden küskün sağcı seçmenler sayesinde sol partiler aradan sıyrılabildiler. Çünkü seçmenler, hükümeti cezalandırmak istiyorlardı.

Özetle, İşçi Partisi kazanmadı, Muhafazakârlar kaybetti.

Seçmen kitlesi diğer ülkelerde de görülen derin ayrımdan elbette etkileniyor. Fakat genç nüfus dahil, ülkenin çoğunluğu aslında sağcı siyasi çizelgedeler.

Daha da ilginci geçtiğimiz yüz yıl boyunca, İngiltere'deki ana iki partinin toplam oyu hiç bu kadar düşük olmamıştı.

Asıl kazanan, halkın, Batı dünyasındaki çoğu ülke gibi, yönetimde olanlara karşı başkaldırma içgüdüsü…

Amerika'da Trump, Fransa'da Le Pen, İtalya'da Meloni ve benzer liderler bu hissiyattan pay alarak seçiliyorlar.

Halklar desteklediklerine oy vermiyor, desteklemediklerini cezalandırıyorlar.

İngiltere de bu akımın bir parçası oldu.

Sadece son 14 yıldır yönetimde olanlar sağcı bir parti olduğu için, kazanan solcu bir parti oldu.

Geçtiğimiz yerel seçimler Türkiye'de de benzer bir sonuç çıkarmıştı.

Muhalefet beğenildiği için değil, seçmenler Hükümet'e kızgın olduğu için bir değişim dalgası hissi oluşmuştu.

Görünen o ki, bu dalga birçok hükümeti sürükleyebiliyor.

Eşitsizliğin arttığı, karamsar bir dünyada değişim talebinin bu denli artıyor olması gayet doğal.

Fakat bu ille de hükümetlerin kaderi kaybetmektir anlamına gelmiyor.

Yönetim arzulayan siyasi oluşumlar için önemli olan, seçmen tabanlarına değişim yapacaklarına ve yapabileceklerine ikna etmek.

Mehmet Önal Kimdir?

Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.

Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.

Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

İklim değişikliğinin paralel dünyaları

Türkiye’nin ‘Sıfır Atık’ projesi, dünyada örnek gösterilen bir inisiyatif haline geldi. Ama görünen o ki, ekonomik realiteler ve küresel dengeler ile iklim değişikliğiyle mücadele gayreti çelişkili olmaya devam edecek

Bir isyankâr seçim daha…

Seçmenlerin çoğunluğu, inanmasalar bile sisteme karşı olarak gördükleri adayı bütün engellere rağmen yeniden başkan olarak seçtiler

Vatana sadakat nedir?

Kendi ülkelerinin değerlerini yok sayan bir kültürden geliyorsa, ülkesine sadakat anlayışı da bambaşka olacaktır. Nitekim demografisi çok hızlı ve geri dönülmeyecek biçimde değişen Batı coğrafyasında David Lammy kararına benzer örnekler çoğalacaktır

"
"