Can Bartu’yu karşımda ilk gördüğümde heyecandan dilim tutulmuştu.
Gerçi o gün hissettiklerimi böyle ifade edebilecek yaşta da değildim, bugünkü aklımda dilimin tutulmuş olabileceğini düşünüyorum.
Ankara’da, Barıkan Oteli’nin berber salonundaydık.
Fenerbahçe’nin Ankara’ya deplasmana gelmesi demek, bizim de babamın elinden tutup, kardeşlerimle birlikte tıraş olmak için Barıkan Oteli'ne gitmemiz demekti.
Bunun bir tek nedeni vardı: Fenerbahçelileri görmek!
Sırtımızda anneannemin ördüğü sarı lacivert çubuklu kazaklar, kafamızda sarı lacivert bere, boynumuzda sarı lacivert kaşkolla berberde sıramızı beklerken birbirimizi heyecanla dürterek hepsinin birer dev olduğunu zannettiğimiz Fenerbahçeli futbolcuları izlemekti.
O vakitlerde imza istemek yoktu, vardıysa da bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktu.
Bize ellerini öptürürler, kafamızı okşarlar, adımızı sorarlardı.
Can Bartu ile ilk karşılaşmam orada oldu, adımı bile söyleyemediğimi hatırlıyorum.
Sonra heyecan içinde 19 Mayıs stadının yolunu tutardık.
Önce yan sahalardaki amatör maçları biraz seyreder, sonra sosisli ya da sucuklu sandviçimizi kemire kemire tribünde yerimizi alırdık.
Hacettepe, Gençler Birliği, Ankara Gücü, Şekerspor, PTT o yılların Ankara takımlarıydı ve Fenerbahçe de o yıllarda şimşek gibi çakar, yıldırım gibi çarpardı!
Can Bartu, tekrar Fenerbahçe’ye döndüğünde biz artık Antalya’ya taşınmıştık.
Gazetenin spor sayfasında “Sinyor dönüyor” haberini okuduğumda sevinçten havalara sıçradığımı hatırlıyorum.
Aradan yıllar yıllar geçti, büyüdüm, gazeteci oldum, iki spor gazetesi (Spor ve Fanatik) kurdum.
Artık Fenerbahçe maçlarını basın tribününde seyrediyordum. “Sinyor” bu kez meslektaşım olmuştu, hemen önümde oturuyordu.
Ona ismiyle hitap edebiliyordum artık: Can ağabey!
Maç yazısı yazmaz, gazetenin spor servisindeki arkadaşlara telefonla anlatırdı.
Maçların devre aralarında tahminini almak da benim için başlı başına bir eğlence sayılırdı.
Sahaya çıksa, hepsinden daha iyi oynayacağından emin bir ifadeyle yorumlardı pozisyonları.
Her zaman şıktı. Onun gibi giyinebilmeye özenirdim aslında ama denemeye de kalkmadım bunu.
Onun şıklığı, giysileri taşıma becerisinden kaynaklanıyordu, doğal, yapmacıksız ve kendinden emin!
Ve bu sabah acı haberi, cep telefonuma gelen bir mesajla aldım: “Kulübümüzün 1328 sicil nolu YDK üyesi, milli sporcumuz (futbol, basketbol) Can Bartu vefat etmiştir!”
İnternet sitelerinde o ince yakışıklı yüzüyle, çubuklu forması sırtında fotoğraflarına baktım.
Kim bilir kaç çocuk var Can adını taşıyan? O güzel çocukluk yıllarımızda adı Can, Turgay ya da Metin olan o kadar çok çocuk vardı ki... İsimlerinden bilirdik anne – babalarının hangi takımı tuttuklarını.
Soyadının erkek çocuk ismine dönüştüğünü gördüğünde neler hissetmişti acaba?
Rahat uyu Can Ağabey, kalbimizdeki yerin hiç kaybolmayacak. Efsanen kuşaktan kuşağa yayılacak, hiç bitmeyecek.