27 Aralık 2024

Asgari ücreti unutun, Kudüs’ün fethi yakın!

Önümüzdeki aylar boyunca Esad’ın devrilmesinden siyasi kazanımlar elde edebileceği ile ilgili hamasete gaz verilecek, dini ve milli duygular köpürtülecek. Bu politika, Erdoğan yönetimine, ekonomideki beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlayabilir mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısını Fetih Suresi ile açtı.

Arapça telaffuzu hakkında bir fikrim yok.

Prompterdan okuyor olsa da metni sanki çok iyi biliyormuş ve doğru telaffuz ediyormuş gibi yaptığı için bu konuların cahili olan geniş kitlelerin beğenisini kazanmış olmalı.

Bizim memlekette Arapça bir gazete kupürünü yolda bulsa, kutsal metin zannederek öpüp başının üzerine koyacak çok insan var. Öyle bir kitleyi mutlaka etkilemiştir.

Cumhurbaşkanı’nın partisinin grup toplantısını böyle açıp, “Türk milletini de Şam’ın fethi sevincine ortak ettiği için Allah’a hamdüsenalar etmesi”, bir gece önce açıklanan “asgari sefalet ücreti” nedeniyle hayal kırıklığına uğramış kitleleri ne kadar etkilemiştir, bunu bilmiyoruz.

Asgari ücretin açıklanmasından sonraki politik dengeyi gösterecek araştırmalar yayınlanınca öğreneceğiz.

Ancak şurası belli ki Esad’ın kaçarak ülkesini terk etmesi ve HTŞ’nin Şam’da geçici bir yönetim kurması bir fetih ya da devrim gibi sunulacak ve bu durum, iktidar ortaklarının Türkiye’de siyaset sıkışmışlıklarından kurtulmak için kullanılmaya çalışılacak.

Nitekim bunun ilk ileri adımını atan Erdoğan yönetiminin küçük ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli oldu.

Partisinin “siyaset ve liderlik okulu” sertifika töreninde önce İsrail’e ayar verdi:

“Şam’a gözünü diken Tel Aviv, Kudüs’te Osmanlı şamarını yer” dedi.

Orada duramadı, kendi sesinin gazıyla hazır fethe çıkmışken Kudüs’ü de almaya karar verdi:

“Tarih bize diyor ki Kudüs’ün ilk durağı Şam’dır. Şam güvendeyse Kudüs de güvende olacaktır. Şam fethedilmişse Kudüs’ün fethi de yakındır” da dedi.

Türkiye’nin gerek bugünkü ekonomik gücüyle ve gerekse askeri kapasitesiyle “Kudüs’te Osmanlı şamarı atacak” bir olanağı olmadığını, hele Kudüs’ü fethetmenin hayalini dahi kuramayacağını kuşkusuz ki Bahçeli de biliyordur.

Ama bunu biliyor olması parti kürsüsünden bunları söylemesine de engel olmuyor.

Çünkü bu sözlerin muhatabı İsrail filan değil doğrudan doğruya “aziz Türk milleti”!

Belli ki iktidar koalisyonu Esad’ın devrilmesinden siyasi kazanımlar elde edebileceğini düşünüyor.

Önümüzdeki aylar boyunca bu konuda hamasete gaz verilecek, dini ve milli duygular köpürtülecek.

Bu politika, Erdoğan yönetimine, ekonomideki beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlayabilir mi? “Tarihin doğru tarafında durarak Esad’ı yenip Şam’ı fetheden, İsrail’e parmak sallayan, Kudüs’ün fethi için de hazırlıklarını sürdüren bir kahraman” rolü oynamaya çalıştığına göre bu politikanın hedefine ulaşacağını düşünüyor olmalı.

* * *

Erdoğan’ın en büyük arzusu

Erdoğan'ın en büyük arzusu ve duası Rabbinin karşısına çıkarken "kul hakkı" taşımamaksa hâlâ gecikmiş sayılmaz. Ama hapislerde süründürülen, açlığa mahkûm edilen insanları unutmasın. Unutursa, ruz-i mahşerde hatırlatırlar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki hafta önce Saray’ında düzenlenen bir toplantının açılış konuşmasında “en büyük arzusunu” açıkladı.

Konuşmasının bu bölümü tam olarak şöyle:

“Yarın ruz-i mahşerde Rabbimizin huzuruna alnımız ak, başımız dik, gönlümüz mutmain bir şekilde çıkmanın derdindeyiz. Yarın arkamızdan bir Tayyip Erdoğan vardı, dürüst, ahlaklı, mert, vicdanlı, merhametli bir adamdı, milletine ve memleketine çok sevdalı adamdı denilmesi en büyük arzumuz, duamız, Rabbimizden en samimi niyazımızdır.”

Kendini “inançlı” olarak tanımlayacak bir kişinin en büyük arzusunun bu olması normal tabii.

Erdoğan’ın dürüstlüğü ve ahlakı üzerine söz söylemek bana düşmez. Kendisini o kadar yakından tanımıyorum.

Ancak yaşadığımız ülkeye bakarak kendisini “merhamet ve vicdan” konusunda uyarmak isterim.

Madem ki gelecekte “merhametli ve vicdanlı bir kuldu” diye anılmak istiyor, o zaman tedbirini bugünden almasında yarar var.

Sadece siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle hapiste tutmak konusunda kararlı olduğu insanların durumunu gözden geçirerek işe başlayabilir.

Mesela Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku ve Yiğit Ali Ekmekçi niye hapiste sorusunun yanıtını kendi vicdanında aramalı.

Bu insanlar emir ile mahkûm oldular, Can Atalay hakkındaki AYM kararı bile emir ile uygulanmadı.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl durumundan yararlanılarak onlarca üniversite hocası işten atıldı, çoluk çocuklarıyla açlığa mahkûm edildi.

Ben de dahil olmak üzere sayısız gazeteci kendisinin bir işaretiyle işten atıldı.

Fetullahçı çetenin kendisini “aynı menzili maksuda yürüyoruz” diye kandırdığı günlerde hapislerde süründürülen, mesleğini yapamaz hale getirilenlerin sayısını bilmiyoruz bile.

KPSS sorularının çalınmasına göz yumduğu ve sorumlularını cezalandırmaktan siyasi nedenlerle imtina ettiği için memuriyete girme hakkı kazanamayanların sayısını da!

Oysa o günlerde kendisini az uyarmamıştım.

Bunlar neresinden bakarsanız bakın “kul hakkı” ihlali!

En büyük arzusu ve duası Rabbinin karşısına çıkarken böyle yükler taşımamaksa hâlâ gecikmiş sayılmaz.

En azından helallik isteyecek hale gelebilmek için hâlâ vakit varken bu hatalı kararların yol açtığı mağduriyetleri gidermenin çaresini bulabilmeli.

Dediğim gibi benim işim uyarmak, doğru yolu göstermek.

Kendim için bir talebim yok, benden helalliğini aldığını varsayabilir.

Ama hapislerde süründürülen, açlığa mahkûm edilen insanları unutmasın. Unutursa, ruz-i mahşerde hatırlatırlar.

Aman diyeyim!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yolsuzluk ekonomisinin bedelini ücretli öder

Asgari ücretin daha yüksek belirlenmesinin, enflasyonla mücadeleye zarar vereceğini savunanlar var. Eğer Türkiye’deki enflasyonun işçi ücretlerinden kaynaklandığına inanacak olursanız bu görüşlere hak verebilirsiniz. Oysa ekonomide kötü giden her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan

Erdoğan muradına erecek gibi

Suriye’deki gelişmelerin ardından AKP il kongrelerinin öne alınması da hesaba katılırsa ekonomide düzelme sinyalleri gelmeye başladığı anda öne alınmış bir seçim için konuşmaya başlayacağız gibi görünüyor

Erdoğan niye “kambura yatıyor?”

Mevcut Anayasa, yapmak istediği neyi yapmasına engel oluyor ki Anayasa’yı “kambur” diye tanımlıyor? Memlekette her gün bir gazeteci tutuklanıyor. Barolara dava açılıyor. Sadece doğrulanmış bir haberi yayınladı diye okuduğunuz bu internet gazetesi T24 hakkında soruşturma başlatabiliyor. Kamburdan kurtulursa ne yapacak, gerçekten merak ediyorum

"
"