06 Aralık 2024

Kimyasal savaşa kurban gidiyoruz!

Pestisitler ürün miktarını ve dayanıklılığını arttırıyor ama bunlar bildiğiniz zehir. Doğru kullanılması ve Tarım Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı tarafından denetlenmesi gerekiyor. Türkiye'den ihraç edildikleri ülkelerin sınır kapılarından geri çevrilen ürünlere bakarsanız, devletin kurumları bu işle yeteri kadar ilgilenmiyorlar

Farkında değiliz belki ama ülkemizde ciddi bir kimyasal saldırıyla karşı karşıyayız.

Gazze’de çoluk çocuğun üzerine yağan bombalar gibi, Ukrayna’da, Suriye’de yaşananlar gibi açık bir saldırı değil bu.

Saldırgan daha sinsi, kendisini göstermiyor. Hedefinde herkes var: Bebek, çocuk, ergen, yetişkin, olgun, yaşlı ayırt etmiyor.

İlan edilmemiş bir savaşta, kimyasal bir saldırı altında yaşıyoruz ve ne kaçabilecek bir sığınağımız var ne de vatandaşlarını korumaya gayret eden bir devletimiz.

Önceki gün İspanya, Türkiye’den ithal edilen kuru incirlerde kabul edilen sınırın tam 48,75 katı zehirli kimyasal tespit etti. Okratoksin A maddesi yani!

İncirler “tehlikeli” olduğu için sınırda alıkonuldu, orada imha edilecek.

Bir gün önce İtalya’da da Türkiye’den ithal edilen kuru incirlerde normalin 12 katı Okratoksin A maddesi tespit edildi. Ürünler Türkiye’ye iade edildi.

Okratoksin A, bağışıklık sistemimizi baskılıyor, böbreklerde fonksiyonel bozukluklara yol açıyor, kansere neden oluyor, sinir sistemi üzerinde de olumsuz etkileri var.

İtalya’dan iade edilen bu incirlere, bağışıklık sistemi hastalıklarında son yıllardaki açıklanamayan artışı  Covid aşılarına bağlamanın huzuru içinde bugün yarın pazar yerlerinde, marketlerde, kuru yemişçilerde kavuşacaksınız.

Yine geçtiğimiz hafta Romanya’da marketlerdeki ürünleri denetleyen müfettişler Türkiye’den ithal edilen domateslerde normalin 34 katı pestisit tespit ettiler.

Domatesler imha edildi, Romen yetkililere teşekkürlerimizi sunalım, imha etmeselerdi zincir marketlerimizden birinde indirimli fiyattan alabilirdiniz.

Önceki hafta da Bulgaristan sınırında yapılan kontrollerde Türkiye’den ithal edilen limonlarda bir pestisit olan phosmet tespit edildi. Avrupa ülkelerinde kullanımı 2022’den beri yasak olan bu madde, kısırlık, hormonal düzensizlikler ve kanser ile sinir sistemi bozukluklarına neden oluyor.

Bulgar yetkililerin Türkiye’ye iade ettiği limonları marketlerden ya da pazardan, manavdan alabilir, çayınızın içine dilimleyip afiyetle içebilirsiniz.

Tüketici Dernekleri Federasyonu TÜDEF, 2022 yılının ilk iki ayında AB ülkelerine ihraç edilip iade edilen 108 parti meyve ve sebzede pestisit kalıntısı tespit edildiğini açıklamıştı.

Bu pestisitlerin arasında 2016 yılından beri Türkiye’de kullanılması yasak olan kimyasal maddeler de vardı.

Demek ki “o kadar da yasak değil”miş; çiftçiler nerelerden buldularsa kullanabilmişler.

Alanya’da tropik meyveler yetiştiren bir işletmenin sahibi olan Mustafa Ezici, zincir marketlerden satın aldığı 24 farklı tür sebze ve meyveden alınan 55 örneği, Antalya’da bu konuyla ilgili olarak akredite bir laboratuvarda test ettirdi.

Ürünlerin yüzde 30’unda yüksek miktarda tarımsal ilaç kalıntısı bulundu.

İtalyan, Fransız, Rus, Bulgar vs. olmadığımız için bu durum kimsenin umurunda değil.

Tarım Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı yetkilileri görevlerinin gereklerini yerine getirmedikleri için çoluk çocuk bütün bu zararlı maddeleri afiyetle yutuyoruz.

Sonra da merak ediyoruz: Niye bağışıklık sistemi hastalıkları arttı? Niye çocuklarda lösemi artıyor? Niye bu kadar sinirli bir toplum olduk? Daha dün turp gibiydiler, bugün nasıl oldu da öldüler?

Sebze ve meyve üretiminde pestisitlerin kullanılması kaçınılmaz.

Elbette pestisit kullanmadan üretim yapabilmek de mümkün, ancak bunun bir sonucu da üretimde ve ürün dayanıklılığında azalma ve yüksek fiyat.

Gerçekten organik olarak üretilen ürünlerin yüksek fiyatlarının nedeni bu ve bunun bile Türkiye’de doğru dürüst kontrol edilmediğini, üretimi sırasında kimyasal kullanılmış ürünlerin bile bizlere “organik, doğal ürün” diye kakalandığını tahmin edebilirsiniz.

Pestisitler tarımsal ürünü sinek, haşere, böcek, kuş, mantar, yabancı otlar, kemirgenler ve yumuşakçalara karşı koruyup, ürün miktarını ve dayanıklılığını arttırıyor ama bunlar bildiğiniz zehir.

Doğru kullanılması, hasattan belli bir süre önce kullanımının kesilmesi ve bütün bunların Tarım Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı tarafından denetlenmesi gerekiyor.

Sınır kapılarından geri çevrilen ürünlere bakarsanız, devletin kurumları bu işle yeteri kadar ilgilenmiyorlar.

Bunun sonucu olarak hepimiz zehirleniyoruz. Bir kimyasal savaşla karşı karşıyayız ve devletimiz bizleri korumuyor.

Onun için siz kendinizi korumaya gayret edin: Çayınıza limon dilimi koymayın, sıkın.

Kabuğunu soyabileceğiniz her sebze ve meyvenin kabuğunu soyun.

Kabuğunu soymadan önce de mutlaka çok iyi yıkayın ki elinize bulaşan pestisit artıklarını yutmayın.

Kabuğu olmayan biber, ıspanak, semizotu, maydanoz, marul vs. gibi ürünleri mutlaka bol akar su ile uzun uzun yıkayın.

Zehirli kimyasalları bu yolla tamamen temizleyemeseniz bile miktarını azaltabilirsiniz; bu da bir şeydir.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan muradına erecek gibi

Suriye’deki gelişmelerin ardından AKP il kongrelerinin öne alınması da hesaba katılırsa ekonomide düzelme sinyalleri gelmeye başladığı anda öne alınmış bir seçim için konuşmaya başlayacağız gibi görünüyor

Erdoğan niye “kambura yatıyor?”

Mevcut Anayasa, yapmak istediği neyi yapmasına engel oluyor ki Anayasa’yı “kambur” diye tanımlıyor? Memlekette her gün bir gazeteci tutuklanıyor. Barolara dava açılıyor. Sadece doğrulanmış bir haberi yayınladı diye okuduğunuz bu internet gazetesi T24 hakkında soruşturma başlatabiliyor. Kamburdan kurtulursa ne yapacak, gerçekten merak ediyorum

Müstemleke valisi mi, büyükelçi mi?

Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf... Türkler, Arapların ağabeyi değil. Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir

"
"