18 Ocak 2021

Sevim Gözay: Adil, dürüst, ilkeli bir gazeteci

Medya tarihi nasıl işleri yazar? Kimleri hatırlar, kimleri tarihe gömer? Bu sorularını ve ileride kendi gazeteciliğinin nasıl hatırlanacağını, 2013'te köşe yazılarını topladığı "Kasetten Canlı" (Artemis Yayınları) isimli kitabının önsözünde yanıtlamıştı Gözay: "Gün oldu azaldık, gün oldu çoğaldık ama mesleğe hiç küsmedik. Her seferinde küllerimizden doğduk. Medya kaygandı. Medya acımasızdı. Medya ruhsuzdu. Yaşlar yanarken alkış tutup halaya duran kurukafalar vardı. Kirli hesapların, türlü kötülüklerin suretleri. Hep oldular. Hep olacaklar. Ama medya tarihi, o satılık alkışları değil, ibadet gibi yapılan işleri yazar…"

Kalbimin ortasında bir taş. İki gündür oturduğum koltuğun karşısındaki duvarda bir film oynatıyor aklım. O filmde Sevim'le Caddebostan Kültür Merkezi'nde film izlemeye gidiyoruz. Gittiğimiz filmin temasına göre giyiniyor, bir gündüz matinesinde buluşuyoruz, aynı eskiden yaptığımız gibi.

The Great Gatsby için 20'ler, American Hustle için 70'lerdeyiz… Öncesinde oturup laflıyoruz. Bazen kahveleri, bazen biraları yuvarlıyoruz.

Sinema olmazsa Kadıköy gezmesi var, programının çıkışında vapura atlayıp geliyor, işleri-güçleri denk getirebildiğimiz günlerde buluşuyoruz.

Bir ara ben pek sokağa çıkamaz oluyorum. Sokakta değil, evde devam ediyor buluşmalarımız. İncelik yapıyor, bana geliyor.

Karşılıklı oturuyoruz, saatlerce konuşuyoruz…

* * *

Hayranlık beslediğim meslek büyüğüm, canım dostum Sevim Gözay. Türkiye'nin kültür-sanat alanında en donanımlı gazetecilerinden, en yetenekli kalemlerinden, en başarılı televizyoncularından biri. Benzeri yok.

O ince, meraklı, çalışkan, rengarenk ruhunun renklerini yaşatmamaya yeminli bir devir ve o devrin yağmacılarına rağmen en dolu, en yaratıcı, en parlak işleri hep Sevim yaptı. En gerçek, en vurucu, en hislere tercüman yazıları o yazdı.

Bir gün geldi, ancak yağmaya ortak olursa kazanabileceğini düşünen, her devrin rüzgarına uyumlu bu insanlar, bu güzel ruhu hırpalama gayretine girdiler.

Çelik gibi bir kadını, donanımlı, nitelikli bir gazeteciyi kimliğini oluşturan değerlerin tam tersiyle yaftalayarak sınama cüretini gösterdiler.

Aynı çamur medyası, Sevim'in Gezi döneminden sonra haksızca, acımasızca çemberin dışında bırakılışını yazamıyor bugün.

Daha uzun yıllar tüm üretkenliği, enerjisi ve donanımıyla kim bilir daha ne işler yapacak ışıl ışıl bir gazetecinin ışığıyla nasıl oynadıklarını yazamıyorlar.  

O ışığı söndüremediler. Yetmedi güçleri. Söndüremediler ama sanki yıllardır Sevim'le kol kola yürümüşler gibi bugün pişkince methiyeler düzüyorlar ardından. Adil, dürüst ve ilkeli bir gazetecinin, kelimelerin anlamlarının çalındığı bir dönemde, adil, dürüst ve ilkeli kalmaktaki ısrarı nedeniyle yaşadıklarını yazmaya cesaret edemiyorlar, elleri gitmiyor.

Elleri, arkadaşımın güzel yüzünün yanına iliştirdikleri "Erken bir kayıp" cümlesini eklemeye gidiyor ancak.

Azıcık arkadaşımı tanıdıysam, "'Erken kayıp' kadar kafanıza taş düşsün, riyakar oğlu riyakarlar!" diye öfkeleniyordur hırçın hırçın yukarılardan…  

* * *

Sevim'in hayatına dokunduğu, tanıdığı veya tanımadığı herkesin boğazında bir yumruk var o lanet haber geldiğinden beri. Bir sevgi seli akıyor kalplerden Sevim'e doğru. Ne mutlu. Nasıl bir iz bıraktığı tartışılmaz.

Peki bu mücevher insan, yaşarken bu kadar sevildiğini biliyor, hissediyor muydu?

"Bu sorunun yanıtını bilmiyorum" diyebilmek isterdim.

* * *

Bazı olaylar var insanın ömründe. Belki çok daha acı olaylar yaşanmıştır, daha büyük zalimlikler görülmüştür tarihte (veya insanın kişisel tarihinde) ama niyeyse en çok o olayı hatırlarsınız.

Ruhunuzun en uzak köşelerini bile incitmiştir o olay. Bir bakıma, simge niteliği taşır aslında. Bir sürü olayı özetleyen tek bir olaydır. Başlangıçtır.

Bu olay Emek Sineması'nın yok edilişiydi. İçinde bulunduğumuz dönemin o zamanki hoyratlığını, zamanın ruhunu tam olarak yansıtan bir olaydı bu. Zihnimizde bir şeyler kırıldı, parçalandı. Telafisi yoktu. Belki çok olay var böyle insanı kıran ama niyeyse hep bu geliyor aklıma ne zaman Sevim'i düşünsem.

Sevim, yıllar önce bu olayı şöyle yazdı:

"Ülkenin duayen sinema yazarı, Emek'e sahip çıktığı için saldırıya uğradı. Hayatı boyunca sinema yaşayıp sinema yazmış şehirci-mimar, eleştirmen Atilla Dorsay. Tartaklanmasının üstüne, pazar günü de biber gazı yedi Emek uğruna. Genç meslektaşları, sinemacılar, aktörler, SİYAD, Emek Bizim İnisiyatifi gönüllüleri sermaye işgaline çıkan herkesle birlikte. İstanbul Film Festivali'nin konukları arasındaki dünyaca ünlü Costa Gavras'lar filan nasibini aldı. Sinema yazarları kelepçelendi, darp edildi, gözaltına alındı. Dört dörtlük kepazelik."

Atilla Dorsay, bu olaydan sonra mesleğine veda etti. Sevim, Dorsay'ın vedasını bir başka yazısında şöyle aktardı:

"Tarihi Emek yıkılırsa mesleği bırakacağını 2011'de ilan eden Atilla Dorsay, zamanının dolduğuna karar verdi sonunda. 'Veda Zamanı' başlıklı son yazısını okuduk nitekim dünkü köşesinde. Sessiz kalmayı tercih etmesinin sebeplerini açıkça yazdı: 'Bugün artık Emek yok. Hiçbir girişimi değiştiremedik. Hiçbir şey kurtaramadık. Benim için artık ne sözün, ne yazının önemi kaldı.' (Sabah, 8 Nisan 2013)

Casablanca'nın son sahnesindeki Bogart gibi arkasını döndü ve trençkotunu dalgalandırarak gitti işte- the end."

İşte, Sevim böyle anlattı Dorsay'ın mesleğe vedasını.

* * *

Bir yazısında hayalindeki ülkeyi bakın nasıl tarif ediyor Sevim:

"Ticarete değil insana saygı duyan bir ülke var hayalimde. Kültür sanatı köksüzleştiren değil onlara gözü gibi bakan, dahası herkes için ulaşılır kılan bir ülke. Bilginin, emeğin, eşitliğin, dürüstlüğün, saygının, merhametin, "kendin" olmanın erdemlerine inanan bir ülke. Kadınlardan yana bir ülke. Güzel şarkılardan, güzel filmlerden, romanlardan, güzel sanatlardan, güzel insanlardan yana.

Dans etmeyi, öpüşmeyi, sarılmayı lanetlemek yerine kıymetini bilen bir ülke. Kadınları erkeklerle aynı masalara oturmaya cesaretlendiren bir ülke. Kızlarını eve kapatmayan ve kimsenin dediğini yapmaya mecbur bırakmayan... Oğullarına; karakterlerinin, ceplerindeki parayla ölçülmediğini öğreten bir ülke. İnsanların renkli giyinmekten, rengini belli etmekten korkmadığı... Kendiyle, ailesiyle, tarihiyle, diliyle, diniyle gurur duyduğu... Birbirini suçlamak, yargılamak yerine anlamaya mecbur hissettiği... Hata yapanın özür dileyebildiği... Huzurlu, güvenli, adaletli, aydınlık bir ülke."

* * *

Bu yazıyı yazmasının ardından 8 yıl geçti. 2021'in Ocak ayının 14'ünde, sabahın çok erken saatlerinde, Casablanca'nın son sahnesindeki Bogart gibi arkasını döndü ve trençkotunu dalgalandırarak gitti Sevim.

* * *

Daha anlayamadım ben gidişini Sevim'im…

Beraber geçirdiğimiz zamanlar zihnimde film gibi oynayıp duruyor.

Seni düşündükçe ağaçların yaprakları oynuyor Londra'da...

Yoksa ince ruhun Kadıköy'den, Beyoğlu'ndan rüzgarlar mı getiriyor bana?

Sesin kulaklarımda, gözüm telefonda.

Niye telefondaysa…

"
"