18 Temmuz 2024

Aşklar ve köpekler

Biz Köy Enstitüleri’ni de koruyamamıştık. Dünyanın en çağdaş anayasası denilen 1961 Anayasası’nı da… Ozanlarımızı koruyamadık, şairlerimizi yaktılar. Gazetecilerimizi koruyamadık, aydınlarımızı vurdular. Laikliği koruyamadık, adaleti koruyamadık, çağdaşlığı koruyamadık. Geldiğimiz şu son noktada, iktidardan hayvanları korumaya çalışıyoruz

Hiç kimse aşk hayatının ya da cinsel hayatının hesabını vermekle, cinsel tercihlerini beyan edip, resmen kanıtlamakla yükümlü değildir. 

Kimin kiminle nasıl seviştiği kimseyi ilgilendirmez.

İnsan istediği kişiyle istediği şekilde sevişebilir.

Ama kimse sokak hayvanlarını öldüremez.

Bunun için kanun tasarıları hazırlayamaz.

Hayvanların öldürülüp öldürülemeyeceğini oylamak için toplantılar yapamaz.

İdam nasıl insanlık dışı bir cezaysa, sokaklardan toplanıp barınaklara hapsedilen hayvanların öldürülmesi fikri de o kadar insanlık dışıdır.

O yüzden hepimizi yakından ilgilendirir.

Parmak sayarak katliam yapılıp yapılamayacağına karar verilen bir dünya kurarken belli ki büyük bir hata; bu dünyada iktidara tam yetki verirken daha da büyük bir hata yaptık.

O yüzden şu anda iktidarın şiddetinden ne çocukları koruyabiliyoruz ne hayvanları; ne kadınları kollayabiliyoruz, ne yaşlıları.

Bir takım siyasi suç çeteleri özel hayatları deşifre eden sahte/gerçek kasetlerle siyaseti diledikleri gibi inşa ederken nasıl halkın bu konudaki “ahlakçılığına” güveniyorlarsa; hayvanlarla ilgili ölüm kararında ısrar edenler de yine halkın kendisini iktidar karşısında “çaresiz” hissetme zaafına güveniyorlar.

Yıllardır, binbir dolap çevirerek ve onu bunu “kandırarak” başa gelip “tek adam” rejimine çöreklenen bir zihniyetin elinde oyuncak olmayı kanıksadık.

Hayvanların yaşama hakkını, sokakta kadın öldüren erkek sayısının, sokakta insana saldıran köpek sayısından fazla olması gerçeğini haykırarak savunmak zorunda kalacak kadar korkunç bir iklime hapsolduk.

Sicilimiz zaten kötü.

Biz Köy Enstitüleri’ni de koruyamamıştık. Dünyanın en çağdaş anayasası denilen 1961 Anayasası’nı da… Ozanlarımızı koruyamadık, şairlerimizi yaktılar. Gazetecilerimizi koruyamadık, aydınlarımızı vurdular. Laikliği koruyamadık, adaleti koruyamadık, çağdaşlığı koruyamadık. Sevdiklerimizi hukuksuzca hapislere attılar, hiçbirini oradan çıkartamadık. Çocuklarımızı eğitimsiz bıraktılar, hesabını soramadık. Bir sürü siyasi dolap çevirdiler, hiçbirini layıkıyla deşifre edemedik.

Geldiğimiz şu son noktada, iktidardan hayvanları korumaya çalışıyoruz.

Peki neden kendimizi onlardan korumamız gereken iktidarları başa getirmekten bir türlü yılmıyoruz?

Bu geçen yüzyılda da böyleydi, bu yüzyılda da değişmedi.

Hizmet değil zulmeden iktidarlara bizi ikna eden patolojinin ne olduğunu fark etmeden ne bu dünya değişir ne de bu düzen.

Bugüne dek en kıymetlilerimizi gelmiş geçmiş iktidarların hırslarına öyle kolay feda ettik ki, bugün artık ellerinden kendi canımızı bile kurtaramayacağımızı düşünüyorlar.

Peki biz ne düşünüyoruz?

Üniversitelerin öğrenci şenlikleri, 8 Mart gece yürüyüşleri, Gay pride’lar, Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemleri yasakladı bu ülkede ve kıyamet kopmadı.

Bu eylemlerde inat edenler “marjinal- çapulcu- terörist” olarak kodlandı, kimse gıkını çıkartmadı.

Kimi isterlerse hapse attılar, kimi isterlerse hapisten çıkarttılar. Ne anayasa tanıdılar ne kanun.

Biz de “öteki” için kendi huzurumuzu kaçırmaktan korktuğumuzu saklamadık. Gerçekten istediğimiz düzeni hedefleyemedik, elimizdeki ehven-i şerle yetindik.

Peki bu kendi canını kurtarmak için kılını kıpırdatamayan ülke, bu hayvanların canını kurtarmak için kendi “huzur”unu sizce tehlikeye atar mı?

Yoksa şu anda hukuksuz bir şekilde içeride tutulan onca insanın başına gelenleri seyrederken yaptığı gibi, sadece maaşına yapılacak azıcık zamma, çocuğunun iş bulup bulamayacağına, sosyal medyada yazacağı mesajların başını derde sokup sokmayacağına, gelecek seçimde kendisini hangi liderin daha hoş vaatlerle tavlayacağına … yani sadece işine mi bakar?

Tercihlerimiz bir tek kendi kaderimizi belirlemez, bir yandan dünya tarihini de yazar.

Nihayetinde bu düzenin değişmesi için bugün hiç taviz verilmeden sonuna kadar diretilmesi gereken tek bir doğru var:

İsteyen istediğiyle istediği aşkı, dilediği gibi yaşar ve asla toplanıp öldürülemez sokaklardaki hayvanlar.

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

Yazarın Diğer Yazıları

Suskunluğun dayanılmaz hafifliği

Bir kız çocuğunun varlığıyla yokluğu arasındaki o korkunç boşluğa sığan bunca ifrazatı bu ülke son yüzyılda, elindeki tüm kazanımları suistimal ede ede bizzat ve özenle kendisi biriktirdi. Bu olayın failleri en doğru şekilde tespit edilse ve onlara hukuk çerçevesinde en ağır cezalar verilse bile gerçek suçun ve suçlunun adı asla ağza alınmayacak yine

Ülkesini sevmeyen devlet ve bir ormanı yok etmek için işlenen cinayet

"Suç duyurusunda bulunduk yahu. Gittik insan gibi dilekçe verdik. On tane dilekçe verdik, on tane. On tane! Yaza yaza yaza elimiz yoruldu yahu yaza yaza"

Çocuk mezarlığı

Savaşta öldürülen çocukların korkunç kaderine hep bir ağızdan isyan etmek kolay... Peki hiç düşündünüz mü, aile içlerinde neden bu kadar çok çocuk mezarlığı var ve sulh zamanı yanı başınızda öldürülen bu çocukların kaderini kim yazar?

"
"