Hali hazırda kırılgan olan ekonomi üzerinde çok ciddi olumsuz etkiler yaratacağı bilinmesine rağmen bu sabaha karşı İBB Başkanı E. İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarına operasyon yapıldı. Ardından, beklendiği gibi, BİST çökerken (yüzde 5,5 düşüş), dolar gün içinde 40 TL’ye yaklaştı (yüzde 7,1 artış), Euro 43 TL’yi aştı (yüzde 7,1 artış) ve gram altın 3,780’i buldu (yüzde 5,5 artış).
2018’den daha kötü olabilir
2018 yılında Rahip Brunson Krizi sırasındakine benzer ya da daha ağır bir döviz krizi ile karşı karşıya olabiliriz. Üstelik bugün Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon ve işsizlik altında debeleniyor, bütçe açığı artarak sürüyor, dış borç stoku çok daha yüksek, politika faizi yüksek ve döviz rezervleri daha zayıf. Yani 7 yıl öncesine göre ekonomi çok daha kırılgan bir konumda. Umarız bu kırılganlık ülkeden hızlıca sermaye çıkışlarına neden olmaz. Eğer böyle olursa felaket büyüyecek demektir. Bu yüzden de bu tür yüksek gerilimli işlerden kaçınmak gerekiyor.
Ancak meseleyi sadece iktisada indirgeyip anlamaya kalktığımızda işimiz zorlaşır. Meseleye iktidar blokunun uzun vadeli siyasal niyetinin ne olduğunu sorgulayarak yaklaşmak daha doğru olabilir.
Stratejinin bir parçası mı?
Bir süredir ülkede siyasal rejimin, “Yeni Faşizm”, “21. Yüzyıl Faşizmi” ya da “Günümüz Faşizmi” olarak adlandırılabilecek bir faşizme dönüşmekte olduğu tespitleri yapılıyor. “Kımıldayan her şeyi”, “her türden muhalefeti” yok etmek anlamına gelen böyle bir rejimin kurulabilmesi için ise atılacak adımların toplum nezdinde meşrulaştırılması gerekiyor.
Bu bakış açısıyla bakıldığında, ekonomiyi ayağa kaldırmaktan ziyade, ekonomiyi iyice zora sokmak yönetenler için çok daha işlevsel olabilir. Eğer İktidar Blokunun aklından geçen de buysa, bu sabah yapılan operasyonun otoriter rejimi kalıcı hale getirmek için yapıldığı ileri sürülebilir.
İktidar Blokunun ekonomiyi çökertmekten kaçınmaması teorik olarak, “Faşist-Otoriter Strateji” çerçevesine uyuyor. Çünkü tarihsel olarak, ekonomik krizlerin çoğu zaman otoriter yönetimlere ve faşizme zemin hazırladığı biliniyor. Dolayısıyla, bir süredir muhalefete dönük olarak yapılan operasyonların ardından, bu sabahki operasyon salt bir “öngörüsüz intikamcılık” ya da “yönetememe” veya “ön kesme” durumu olarak ele alınmamalı. Aksine önceden hesaplanmış bir hamle olduğundan şüphelenmek için çok sayıda neden vardır.
Ekonomik yıkımın arkasındaki strateji ne olabilir?
İktidar 22 yıldır neo-liberalizmin tüm gereklerini yerine getiriyor. Özelleştirmeler neredeyse tamamlandı. Düzensizleştirme/kuralsızlaştırma (de-regülasyon) tam gaz sürüyor. Kamu ise giderek küçültülüyor. Yani bir tür, “devletin yapısını ve kurumları yapı söküme uğratma" hedefi hayata geçiriliyor. Ancak bu yapılanlar devleti işlemez hale getirmek için değil, yeni bir devlet düzeni oluşturmak için yapılıyor.
Bir başka deyimle, bu sadece de-regülasyon ya da küçük devlet ile ilgili değil; “devletin ve yerel yönetimlerin işleyişini sekteye uğratarak yerine yeni bir rejimin dayatılmasıyla” ilgili bir durum. Bu politikalar sadece süper zenginlere ve yandaş sermaye gruplarına daha fazla çıkar sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda siyasi olarak istismar edilebilecek ciddi bir ekonomik kaos da yaratıyor.
Otoriter bir rejim neden ekonomik yıkıma ihtiyaç duyar?
Öncelikle, teorik olarak, ekonomi çöktüğünde insanlar devlet kurumlarına olan inançlarını kaybederler ve “düzeni yeniden tesis edecek” diktatörler ararlar. Nitekim 1929-1933 Büyük Buhranı Avrupa’da faşist hareketlerin başlamasına yardımcı oldu. Otoriter liderler kontrolü ele geçirmeden önce Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler büyük bir ekonomik çöküş yaşadılar. Keza Rusya'da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşanan ekonomik çöküş, oligarkların ve V. Putin’in istikrarı yeniden sağlama kisvesi altında güçlerini pekiştirmelerine olanak sağladı.
Şoklara uğratılmış çaresiz bir toplumu kontrol etmek daha kolay
Kısaca, ekonomik krizler mevcut rejimin meşruiyetinin de sorgulanmasına neden olur. Günümüzde bu düzene alternatif bir sol/sosyalist hareket, güçlü bir işçi sınıfı hareketi olmadığından bu boşluk ancak faşizm ile doldurulabilir. Daha önce deprem vesilesiyle ele aldığımız “felaket kapitalizmi” işlemeye başlar. Seçkinler ekonomik krizleri, normalde karşı çıkılacak politikaları topluma dayatmak için istismar ederler. Yani ekonomi çökerse, bu durum İktidar Blokunun acımasız ekonomi politikalarını uygulamasını, genişletilmiş yürütme yetkilerini ve düzenleyici ve demokratik güvenceleri ortadan kaldırmasını haklı çıkarabilir. Kısaca ekonomik çöküş “acil durum önlemlerini” meşrulaştırır.
Yerli ve milli korporatizm!
Örneğin iktidar devletin yağmalanmasının ardından, sanayiler/sektörler üzerinde kontrolü ele geçirmek, işçi hareketlerini ezmek ve “yerli ve milli” bir ekonomik model uygulamak için acil durum yetkilerini kullanarak “kumanda” ekonomisine dönebilir. Bu, devletin büyük sermaye şirketleriyle iş birliği içinde kilit sanayileri kontrol ettiği ve işçi haklarını bastırdığı Mussolini’nin “korporatizmine” benzeyen bir modeldir.
Koşullar daha da kötüleştikçe, iktidar halkın öfkesini sosyal demokratlara, sosyalistlere, işçi sendikalarına, farklı kimliklere, ekolojistlere ve aktivistlere yöneltebilir ve ekonomik sıkıntılardan bunların sorumlu olduğunu iddia edebilir. Halk, bu tür muhalif hareketlerin “sorunun” bir parçası olduğuna ikna edildiğinde muhalefete yönelik baskılar daha da kolaylaşır, meşrulaşır.
Ekonomik yıkım yasaklamalar, kısıtlamalar, protestoculara karşı kolluk güçlerinin konuşlandırılması ve kitlesel gözetimin başlatılması için mükemmel bir bahanedir. “Kanun ve nizam” söylemi, insanlar korktuklarında ve istikrar için çaresiz olduklarında her zaman en güçlü silahtır. Kısaca, günah keçileri bulunur ve muhalefet askeri yöntemlerle bastırılır.
Ne yapılabilir?
Öncelikle, kayyumlarla ya da bugün olduğu gibi kriminalize edilerek iktidarca ele geçirilen yerel yönetimleri savunmak ve bunları seçilmiş temsilcilerine iade etmek gerekiyor. Ayrıca ekonomik yıkımın tesadüfen gerçekleşmediğini, bunun politik bir silah olarak tasarlandığını açıkça ortaya koymak yani bu stratejiyi ifşa etmek de lazım.
Ekonomik yıkım en çok da işçileri ve tüketicileri vuracağından, genel grevler, iş bırakmalar ve tüketici boykotları, sivil itaatsizlik eylemleri gibi şiddetsiz kitlesel direnişler örgütlenebilir.
Toplumu ekonomik yıkıma karşı daha dirençli bir hale getirmek için karşılıklı yardım ağları geliştirilmeli, işçi kooperatifleri kurulmalı ve merkezi olmayan yerel ekonomiler büyütülmelidir. Sermaye ve devlet kontrolündeki ekonomiler ne kadar bypass edilebilirse, otoriterlerin ekonomik baskı yoluyla insanları kontrol etmesi o kadar zorlaşır. Kısaca en geniş bir demokrasi cephesinin kurulması gerekir.
Sonuç olarak
İktidar Bloku ekonominin çökmesine izin vermekle kalmıyor, kalıcı otoriter yönetim vizyonlarını pekiştirmek için de bu yıkıma ihtiyaç duyuyor. Bu stratejiyi ifşa ederek, işçileri harekete geçirerek ve tam kontrolü ele geçirmelerini zorlaştıracak alternatif ekonomik ve siyasi yapılar inşa ederek buna karşı çıkılması gerekiyor.
Kısa vadede, bu yönetimin neden olduğu acı ve ıstırabı göstermeye ve anlatmaya devam edilmelidir. Ancak şok ve dehşet kampanyasının daha yeni başladığının ve muhtemelen çok daha kötüleşeceğinin bilincinde olmak da gerekiyor. Şimdi harekete geçilirse, yaşamakta oldukları kriz onlara karşı kitlesel demokratik bir direniş örgütlemek için fırsata dönüştürülebilir.
Mustafa Durmuş kimdir?
Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).
TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı.
Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.
Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.
|