10 Mart 2024

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Dönem dönem yaptığım konuşmalar esnasında yaşam felsefeme dair sorularla karşılaşıyorum.

Ben de yaşadıklarımdan yola çıkarak hayat ve spor serüvenimi anlatıyor, anlayışlarımı ifade ediyorum. "Yaşadıklarım" derken; geçmişime baktığımda, gerilerde kalan onca yılı düşündüğümde nerelere gitmişim, neler yapmışım, nerelerde kalmışım, başımdan ne zorlu süreçler gelmiş ve geçmiş diyerek duygulanıyor ve şaşırıyorum. Bir çırpıda anlatması güç, dile gelmesi zor, farklı bir hâl bu, kolayca tanımlanamayan duygular, bazen öznesi olmakla birlikte bana bile hayret veren ve hayal miydi, gerçek miydi dedirten bir yaşam öyküsü. Özetle, hemen herkesin olduğu gibi benim yaşamım da bir roman. Ancak romanlar okumasını bilenlerin elinde değer kazanıyorlar. Bu sebeple iletişimde olduğum ortamlara ve dinleyenlerin profiline göre ben de yaşam romanımdan bölümler seçiyor ve anlatıyorum.

Yaşam öykümün beni şaşırttığından söz ettim. Ancak yaşadıklarıma ve olup bitenlere benden çok şaşıracağını düşündüğüm bir kişi daha var! 

Direnişin Fotoğrafı (Renan Öztürk Mont Blanc 2019)

"Çocuğun hayatı bitmiş"

Körlüğümün ilk aylarıydı. Resmî bir kurumda kapalı bir mekândaydık. Elektrikler kesikti. İçinde olduğumuz küçük oda mumlar ile aydınlatılıyordu. Hepimiz ayakta 9-10 kişiydik. Sırası gelen resmî işlemleri için çağrılıyordu. Körlüğümün ilk günlerindeki masumiyetle, dikkatim kulaklarımda, başım hafifçe öne eğik, sırtımı bir duvara vermiş öylece duruyordum. Tesadüf bu ya, üzerimdeki çıkıntıya konulmuş bir mum vardı ve yandıkça elbiseme damlıyordu.

Beni getiren arkadaş da o an yanımda değil. Gruptan bir vatandaş hırkama düşen mum damlalarını fark ederek beni bileğimden tutmuş, "Gel buraya" diyerek, beni mumun elbiseme damlamayacağı bir yöne hızlıca çekmişti. O anda bir diğer kişi, "Vay be çocuğun hayatı bitmiş!" diyerek bana acımıştı. Ses tonundaki acıma hissi o kadar içten, kelimeleri o kadar vurgulu ve yoğundu ki anlatılır gibi değil. Körlüğümden ve o anki çaresizliğimden yola çıkılarak "bitmiş" denilen bir hayat. Oysa tam tersine "daha enteresan, daha güzel, yepyeni bir hayat" başlıyormuş benim için. Bunu ben de bilmiyordum. Yaşadım ve gördüm. Umuda dair şiirlerin tesellisiyle geçen zor günlerim oldu. Fakat sonrasında hayatım daha renkli ve daha güzel hale geldi. İlk etap zorlu günler gerilerde kalmıştı. Körlüğümü zaten kabullenmiştim, ancak Ankara'daki Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde aldığım özel eğitim sonrası yaşamım daha da kolaylaştı. ODTÜ'ye girdim. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde okudum. 1994'te "Şeref Öğrencisi" olarak tamamladığım üniversite yıllarım oldukça güzeldi. Spora o zaman başladım. ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu onur üyeleri arasına katıldım. Dağlara gittim… Maratonlar koştum… Yeni ülkeler gördüm… Farklı kültürler tanıdım… Türkiye'nin görme engelli ilk millî atleti ve dağcısı onuruyla 15 yıl 5 kıtada dolaştım. Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve projemi tamamladım. Oralardan unutamadığım anılarla döndüm. Aklımdan geçiremeyeceğim güzel yaşanmışlıklarım oldu.

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim.

Zor günlerdeki sığınak

O arkadaş ilk şaşkınlığı ardından "Umut nedir? Mutluluk nedir? Direnmek ve kendini bırakmamak nedir?" diye sorsa; önce yaşadıklarıma sonra da yüreğime bakar ve derdim ki; "Direnmek en zor günlerinde dahi güzeli hayal etmek ve katlanmayı, zor koşullara uyum sağlayabilmeyi bilmektir. Herkesin güzele dair hayalleri olmalı. Umut varlığımızı ateşler, bedenimizi, ruhumuzu canlı tutar, zor günlerde bizlere sığınak olur. Böyle bir sığınaktan kendimizi niye mahrum bırakalım ki? Tersi bir durum, hastalık getirir. Bedenimiz, zihnimiz, ruhumuz hastalanır. Kendimize zarar verir, yaşamımızı yönetemez hale gelebiliriz. Söylemeye çalıştıklarımın özeti şu: "DİRENMEYİ ve umut etmeyi bilenler, umuda dair şiirler söyleyenler er ya da geç güzel günlere ulaşırlar. Örneğin, A. Kadir bir şiirinde acılarla sarmaş dolaş olmaktan söz eder. Onun "Olduk acımızla sarmaş dolaş." dizesi derinden etkilemiştir beni. Yaşar Kemal'in "Karanlığın sonu bir ulu şafak / Sarp kayadan geçen yola merhaba." dizelerinin de yüreğimde hep müstesna bir yeri olmuştur. Kaçınılmaz olduklarında acıları kabullenmek, onlarla sarmaş dolaş olabilmek, ama sarp kayadan geçen yolun nihayetinde bir ulu şafak olduğunu da bilmek gerekiyor bence. Zaten acılarla sarmaş dolaş olan A. Kadir de umudu besler yüreğinde. Onun şiirinde çocuklar umudun çiçekleridirler.

Diploma töreni, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu yönetimi Bölüm Başkanı Raşit Kaya Necdet Turhan. (Devrim Stadyumu 1994)

Yaşamı sevmek ve emek vermek

Ayrıca; yaşamı sevmenin ve emek vermenin çok önemli olduğunu da söylemeliyim. Yaşamı sadece sevmek yetmiyor, akılcı yaklaşımlarla emek de vermek gerekiyor. Böyle bir bakışla ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu Antrenörü Nevzat Öntaş ile gittiğim dağlara, tırmandığım zirvelere pankartlar götürdüm. Bunlardan birisinde "Yaşamı sevmek için yürek, başarmak için emek gerek" yazıyordu. Yaşamı seviyor ve emek veriyor, direnmeyi, umut etmeyi biliyor, yapacaklarınıza inanıyor ve inanmanın enerjisiyle kendinizi kuşatabiliyorsanız pek çok ama pek çok şeyi başarabiliyorsunuz ya da başkalarına hiç rasyonel gözükmeyen şeyleri gerçekleştirebiliyorsunuz. 

Mutluluk sonradan geliyor

Naçizane ben bunları yapabilme çabası içinde oldum. Yapmaya çalıştıklarım esnasında, sorunlarla, engellerle karşılaştım. Açık sözlülükle belirtmeliyim ki; benim de bazen hatalarım oldu. İlişkilerime, program ve hedeflerime zarar verecek öfke, alınganlık gibi negatif duygularımı yönetemedim. Sonuçta oluşan engellerden, sorunlardan kaynaklı hayal kırıklıklarım, üzüntülerim, kendimi iyi hissetmediğim an ve süreçler ile göğüsleştim. Ancak tüm olup bitenlere rağmen emek vermeye, yüreğimi sıcak ve direngen tutmaya gayret ettim. 

Duruşumu şöyle kavramlaştırayım dilerseniz. Örneğin koşuyordum, engellendim, sendeledim, yere düştüm. Fakat kulvarımı terk etmedim, ayağa kalkıp kendimi toparlamaya çalıştım. Programım yönünde bu kez sakince yürümeye karar verdim ve tekrar yola koyuldum. Bir süre sonra da gördüm ki yine koşabiliyorum. Bu da benim mutluluğum oldu ve mutluluğun sonradan geldiğini öğrendim.

Necdet Turhan 10. yıl madalyasıyla. (2006 mezunlar günü)

"Odun kırmak da zen'miş"

Umuttan, dirençten söz etmişken Renan Öztürk tarafından 2019 yılında çekilen ve "Direnişin Fotoğrafı" tanımlaması ile sayfada yer alan fotoğrafın öyküsünü de anlatmak istiyorum. Yazım etiği açısından objektif olmayı önemsediğim için... Fotoğrafın çekildiği gün yanımda olan ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu Antrenörü Nevzat Öntaş'ı arıyor, olup bitenleri ondan da dinliyorum. Şu an Kırklareli'nde bir doğa kampında çalışan Öntaş telefonu nefes sesleriyle açıyor, odun kırmakta olduğunu söylüyor. "Hocam giderek gençleşiyorsun ve bu gidişle de hep genç kalacaksın. Biliyor musun odun kırmak da Zen'miş." sözlerimin ardından karşılıklı gülüyoruz ve Mont Blanc'ta bir kaya bloğunda alabildiğince direndiğim o günün öyküsünü Nevzat Hocamdan da dinliyor, belleğimde olanların sağlamasını yapıyorum.

Mont Blanc'ta THY zirve reklam filmi

2019'da yayınlanan THY Zirve Reklam Filmi'nin çekimleri için Mont Blanc'ın İtalya tarafındayız. Çekimleri dünyaca ünlü dağcı, kameraman ve kaya tırmanıcısı Renan Öztürk yapıyor. O günkü çalışma, iki etap olarak planlanmış. İlk etapta diğer dağlarda yaptığımız klasik yürüyüş tekniğimizi uyguluyor, Nevzat'ın çantasına taktığı büyük boy pirinç çanın yüksek volümlü sesini izleyerek kısa bir rotayı geçiyorum. Renan Öztürk değişik açılardan bizi görüntülüyor. Ancak hava hem soğuk hem de çok sert rüzgârlı. Diz boyu kar var. Rüzgârın savurduğu kar tanecikleri saçmalar misali yüzümüze çarpıyor. Renan Öztürk'ün bazen önümüzde, bazen arkamızda, bazen de yerde yuvarlanarak aldığı görüntüler ardından mola veriliyor ve çekim sahası civarındaki teleferik istasyonuna gidiliyor.

"Wonderful hero"

Mola sonrası çekimlerin devam edeceği söyleniyor ve yediklerimi hazmedemeden çekim ortamında buluyorum kendimi. Görüntü planlaması, kaya tırmanışı yapmamı gerektiriyor. Yeni yağmış tozak karla ve buzla kaplı bir kaya bloğunun yanına götürüyorlar beni ve başlıyorum tırmanmaya. Aslında negatif eğim içermeyen, zorluk derecesi fazla olmayan bir kaya bloğundayım. Fakat buz ve kar, çıkış yapacağım rotayı büyük oranda doldurmuş, tesfiye etmiş. Asıl zorluk, sağ elimle vurduğum kazmanın çoğunlukla buza rastlıyor ve tutmuyor oluşu. Güzel bir çekim olsun istiyorum. İsteğim direncimi ve heyecanımı körüklüyor. Elimdeki kazmayı, ayaklarımdaki kramponları vurarak yükselmek için ciddi mücadele veriyorum, fakat olmuyor. Sol elimle yoklayarak bulmaya çalıştığım tutamaklardan yeni yağmış kar üzerime dökülüyor. Zaman zaman aşağıya kayıyor, canımı dişime takarak tekrar yükseliyorum. Renan Öztürk, sol üst tarafımdan bağırıyor, "Wonderful, wonderful, hero, hero!.." Uzakta, kadraj alanı dışında olan Nevzat da heyecanlı. O da bana sesleniyor, fakat onu duymuyorum. Ajanstan bir arkadaş, Nevzat'ın bana "Kazmayı biraz daha aşağıdan tutsun, kayaya vurması, tırmanması kolaylaşacak..." dediğini iletiyor. Öyle yapıyor ve kazmayı tutuşumu değiştiriyorum. Kendimi maksimum zorlamam ve alabildiğince direnmem vücut kimyamı bozuyor, tükendiğimi, fenalaşmaya başladığımı hissediyorum. Zor çıkan bir sesle, "Stop, stop! Pick me up!" diyorum. Projeye lojistik destek veren Fransa Chamonix'den dağcı bir ekip var. Hepsi zıpkın gibi, dinamik, bröveli genç dağcılar. Onlar gelip beni kayadan alıyorlar. Bayıldım, bayılacağım. Kollarıma giriyorlar, teleferik binasına doğru yürüyoruz. Renan Öztürk arkadan sesleniyor, geri dönüp ona bakmamı istiyor. Bakıyorum. Deklanşöre basıyor ve Güneş Davenport Hocamın "Muhteşem bir an ve anı!" dediği "Direnişin Fotoğrafı" böylece ortaya çıkıyor.

Renan öztürk, Nevzat öntaş, Necdet turhan (Mont Blanc zirve 2019)

Yürümeye devam ediyoruz. Kar rüzgârda savrularak hiç durmaksızın lapa lapa yağıyor. Kalın giysilerime rağmen bedenimde, yüzümde, yanaklarımda, dudaklarımda hissediyorum yağan karı. Kar şimdi yumuşak, sevecen, yanaklarımdan öpüyor adeta beni. Bir süre sonra kapalı bir yerdeyiz. Teleferik binasının içi olmalı. Böyle zor durumlarda hep yaptığım gibi, "Beni yere yatırın." diyor ve zemine boylu boyunca sırt üstü uzanıyorum. Fransız dağcıların lideri bilinç kaybı yaşayıp yaşamadığımı anlamak için burnuma dokunuyor ve elinin nerede olduğunu soruyor. Nevzat da başımda bana sesleniyor. "Hocam iyiyim, merak etme!" diyorum. Kayadan indikten sonra yanıma gelen ajans temsilcisinin sözleri kulaklarımda tekrarlanıyor, "Çekimler çok güzel oldu!" Giderek rahatlıyorum, kaslarım iyice gevşiyor, yanaklarımdan öpen karın sıcaklığında beyazlıklara bırakıyorum kendimi… 

Herkese direnç ve umut dolu günler dileğiyle, sevgiler.

Yazarın Diğer Yazıları

Kestane hasadı

Bana da büyük bir kestane ağacının altına yapılmış oturma yeri gösteriliyor. Sükûnetle oturuyor ve çevremi dinliyorum. Hep o sesler, hep o ferahlık, hep o görkem… Yıllardan, yollardan sonra yine oralarda olmanın mutluluğunda kaybolup gidiyorum

"Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım!"

Sydney'deki o güzel günler üzerinden yıllar yıllar geçti. Akıp giden yıllar içinde Beş Kıta hayalimin önüne çıkan engeller ve sorunlarla göğüsleştim. Fakat her şeye karşın kulvarımı terk etmedim. Nihayetinde engeller aşıldı, sorunlar çözüldü. Ve 2017 yılında Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve projemin görkemli finaline ulaştım

O muhteşem kanyon, o muhteşem gün!

Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı...

"
"