21 Kasım 2024

Taşın altında ne var?

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

#Çayırhan madenleri özelleştirilmesin diye seslerini duyuramayınca dün kendilerini yeraltına kapatan 500 işçi haksız mı? #Soma’yı unuttuk mu? Tam on yıl önce kaybettiğimiz 301 madenciyi? Unuttuysak TMMOB raporuna bakalım, orada açıklanıyor: Sebep “kamu madenciliğinin yok edilmesi”dir.

Savaşlar yüzünden halkların zihni zaten ölümler ve öldürümlerle yüklü. Zihinler beyaz kâğıt olmaktan çoktan çıktı. Yenidoğan olaylarıyla birlikte faş oldu ki sağlıktaki özelleştirmeler yüzünden artık doğumlar bile ölüm yüklü.

Bir yanda en temel kamu hizmetleri haraç mezat. Madenler, ormanlar, dereler, sağlık ve eğitim haraç mezat. Öte yanda tepeden indirilen kayyum politikaları yürürlükte. Hepsinin tepesinde ise ne dediği anlaşılmayan iktidar sinekleri. Vızır vızır sinekler.

Kayyum politikasının sahibi kim?

“Belirli koşullar oluşursa Öcalan Meclis’e gelsin DEM grubuna konuşsun” sözünün sahibi biliniyor: Adıyla sanıyla Devlet Bahçeli. Peki ya uygulanmakta olan kayyum politikasının sahibi kim, hangi siyasi lider, onu biliyor muyuz?

Neden kimse sahip çıkmıyor bu politikaya? #Adalet Bakanı sahip çıkıyor demeyiniz, onun bu bağlamda dolaysız siyasi irade olarak gösterilemeyeceğini biliyoruz. Kayyumlar siyasi davalardır ve siyasi davaların arkasında siyasi irade yatar. Bu biliniyor ve konu demagojiye de elvermediği için sahip çıkanı olmuyor. Başta hedefe konulan ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet, hatta iktidar bloğuna yakın bazı kimseler, kayyum politikasına karşı.

Kayyum aynı zamanda Kürt sorununda kendini gösteren iki siyaset kanalından biri. Sahipsiz kanal. Diğerinin ise, yukarıda belirttiğim gibi, sahibi var: İktidarın sorumluluk dışı ortağı Devlet Bahçeli.

Bahçeli, Abdullah Öcalan konusunda tam anlamıyla damdan düşercesine konuştu. Öyle ki, hemen ardından gelen kayyum kararları olmasa, Bahçeli’nin Aristoteles’teki anlamıyla bir “aydınlanma ânı” yaşadığına hükmedebilirdik, çünkü siyasi akla uygun bir gerekçesi de vardı Bahçeli’nin: Bölgemiz tehlikeli bir biçimde yayılan bir savaşlar dönemine girmiştir ve her ülke gibi bizim de “iç barış”ımızı gözetmesinin zamanıdır.

Gerçi Bahçeli’ye bu aydınlanma ânı için “günaydın” desek yeridir, çünkü nereden bakarsanız bakın onyıllardır ihtiyaç duyduğumuz toplumsal barıştan söz etmiş oluyor. Ancak hemen ardından, “Kürt sorunu yoktur” klişesini yineleyerek devekuşu politikasına ricat etti.

Bütün bu kaotik söylemde göze çarpan başlıca genel özellik, gündemi belirleme yarışıdır. Tekadam rejiminde “siyaset”, gündemi belirleme yarışına dönüşüyor. Adına az çok yaraşır denebilecek basın-yayın organları çoktan el değiştirerek sahibinin sesi’ne dahil edildiğinden, gündemi belirlemek de borazanlardan oluşan bir orkestraya düşüyor. “Yankı odaları” kavramının tutunması boşuna değil.

Özgür Özel’in “normalleşme” çıkışı tam da bu gündem belirleme yarışında her şeye rağmen öne geçmiş gibiydi ki, Bahçeli’nin çıkışları onun yerini alıverdi.

--Bu arada kayda geçsin, RTE, Özel’in ısrarla “normalleşme” olarak dile getirdiği mükemmel ilkeyi “yumuşama”ya dönüştürme manevrasını devreye soktu. Durumu fark etmiş görünmeyen Demokrasi İttifakı ise bir olanağı daha heba edeceğe benziyor.--

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler.

Bir önceki Çözüm Süreci’nde RTE bizzat kendisi için kullanmıştı bu “taşın altı” metaforunu. O zaman, 1.4.2010 tarihli Radikal gazetesinde, “Taşın altı boş” diye yazmıştım.

Devlet daha sonra da 16 Temmuz 2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6551 sayılı yasaçıkararak, çözüm için resmen görevli kimseleri koruma altına almıştı. Bu yasa hâlâ yürürlükteyse, eskimiş olabilecek ifadeleri gözden geçirilerek güncellenmesi beklenir. Böyle bir jest, zayıf da olsa çözüm konusunda bir iradenin varlığına işaret sayılabilir, belki.

Şimdilik görünen o ki iktidar bloğunun iki ana bileşeninin ikisi de diğerinin edimlerini tam olarak üstlenmek zorunda kalmamak için, net bir sonuç çıkarılmasını engelleyecek sözler sarf etmektedir. Başka bir deyişle, el sıkma olayından bu yana geçen elli günde gündem belirleme işini kaotizm üstlenmiş durumda.

Başlangıçta ben dahil pek çok kimse, eğer varsa İmralı görüşmelerine ilişkin ilk aşamanın işaretini verme görevi Bahçeli’ye verilmiş olabilir diye düşünmüştük. Ne de olsa iktidar kendi bekası ve anayasa girişimi için “Kürt oyları”na muhtaçtı. Ancak, günler geçtikçe her şey daha çok mantık dışı olmaya başladı. Kabaca birbiriyle çelişen iki ayrı politika izleniyor gibi. Bunlardan biri iç barış çabalarına olan ihtiyacı bir tür şok tedavisi yoluyla karşılamaya çalışıyor, diğeri ise tam da bu izlenimi yok etmeye kararlı gibi, kayyum politikalarını genişletmek ve hukuku hiçe saymak peşinde. O eski, modern öncesinden kalma “havuç ve sopa” kurnazlığı mı? Olabilir. Eskimemiş olan “böl ve yönet”le birlikte, hepsi devrede.

Taşın altı mı? Orada galiba asıl bizler varız, toplumsal barışın mevcut ve olası özneleri. Gerçekten #barış isteyenler: Demokratik muhalefet, kadınlar, meslek odaları, maden işçileri, sözün asıl sahipleri.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güncel çağrışımlar, palimpsest projeler

Merkez’in Merkez’i olmak! Uçum, eşbaşkanlığı ya da Osmanlı’yı anmaksızın, büyük harfli “Merkez Ülke”den söz etmektedir. Ne bileyim, bir bilimkurgu senaryosu ya da bugünlerde arada bir kulağımıza çalınan CENTCOM gibi bir şey!

Emperyal eğilim, sosyal eğilim

Devrimler yenilenmedikçe sosyalliğini kaybedip emperyalizme yem oluyor. Hem dışarıdan içeriye, hem de –artık- içeriden dışarıya yönelen emperyal eğilimlere yem... olmaya, sosyalliğimizi bozuk para gibi harcamaya yazgılı mıyız?

IŞİD’in D’si, SMO’nun M’si    

Suriye’de Halep-Hama-Humus-Şam hattı boyunca güle oynaya ilerleyen 2017 doğumlu HTŞ’nin “mücadele”si de bir “tuhaf savaş” değil mi sizce de? 

"
"