Ülkenin doğusunda halkın iradesi yıllardır kayyımlarla, tutuklamalarla, baskılarla, şiddetle, yok sayılıyor. Eğer bu hukuksuzluğa hep beraber karşı konulmazsa, birlikte ses çıkarılmazsa, bir gün muhakkak aynı karanlığın İstanbul’a da çökeceğini ilk tecrübe edenler söylemişti. Ve şimdi, İstanbul’da seçilmişler de, öğrenciler de, direnenler de ya göz altında ya da tutuklu. Şehir öğrencilerin öncülüğünde direnişte…
Şamil Yılmaz’ın tam da böyle bir zamanda sahnelenen 9/8'lik Kıyamet’ini seyrederken, oyunun ‘distopik’ kurgusuyla, bugünün İstanbul sokakları sanki yer yer birleşmiş, gerçekle kurgu arasındaki çizgiler silikleşmiş gibi hissediyorsunuz.
9/8’lik Kıyamet, çok da uzak olmayan, distopik bir İstanbul hikâyesi…
Dünyanın artık iklim krizini taşıyamadığı bir gelecek… Kitapların yazılmadığı, filmlerin artık çekilmediği, geriye sadece hikâye anlatmak ve şarkı söylemenin kaldığı bir zamanda… Diyar, yakın geleceğin İstanbul’unda geçen bu katmanlı hikâyeyi, elinde darbukasıyla göç yollarını adım adım dolaşarak anlatmaya başlıyor.
Heybesinde, her dinleyeni bir yerinden yakalayacak şarkısı mutlaka vardır. Sezen Aksu’dan Emrah’a uzanan geniş bir repertuara sahip; tıpkı diğer sokak şarkıcıları gibi. “Aranızda çekinikler var” diyerek seyircilere seslenip, ardından hep bir ağızdan, “Atma beni zülümlere, atma beni kederlere, götür beni gittiğin yere” şarkısıyla başlatıyor oyunu.
Krizin ilk günlerinden başlayarak, İstanbul’da kıyametin eli kulağındayken, Parazitler adıyla anılan göçebe bir toplulukla birlikte dünyanın sonuna, yollara nasıl düştüğünü anlatıyor. Hikâye içinde hikâye… Bu hikâyenin ‘kâ’sı kalın söylenir!

Hikâyenin yüreği; Leylaaaa!
Mahallede kimsenin nedir necidir bilmediği, yollarda hep bir şeyler arar gibi dolaşan, kara kuru, bataklık gibi herkesi içine çeken, tekinsiz ve karanlık aurası ve bu karanlığı kendine pek yakıştıran bir kızdır Leyla. Tekinsizliği özgür iradesinin ironik bir tezahürü. ‘Beni sizden koruyacak bir tekinsizliğim olsun bari’ der gibi. Öyle bir tekinsizlik.
Diyar, kimsenin hikâyesini bilmediği Leyla’nın gizemine kapılıp aynı evde yaşamaya başlar; salçalı makarna ve gazı kaçmış kolayı paylaşırlar birlikte. Bir de rıhtımda ölmek üzereyken buldukları Kopil girer hayatlarına… Kadıköy’de kilisenin karşısında, büyük kuraklığın daha başlamadığı, İzan’ın henüz ortaya çıkmadığı günlerde, Diyar çalar, Leyla dans eder.
İşte kıyamet de, isyan da şimdi başlar!
Susuzluğun, açlığın, kuraklığın, salgınların yavaş yavaş baş gösterdiği o ara ortaya çıkar İzan. Öyle barları gezip içmeyin diyenlerden değil bunlar, oturup masana seni dinleyenlerden. Pek ‘netameliler!’.
Felaketler artmaya, insanlar çoktan Karadeniz’e doğru göç etmeye başlamıştır bile. Büyük kuraklığın ardından içme suyu neredeyse tükenir; musluklardan su yerine balçık akar, barajlarda kalan su miktarı telefona indirilen uygulamadan takip edilir. Açlık, salgın, yoksulluk… İstanbul’da martılar bile kalmaz. Öyle bir açlıktır! Gıda karneyle alınır. Sıcaklardan asfaltlar yanar, İstanbul’da milyonlarca kişi sokakta yaşamaya başlar.
İlk işsiz kalanlar, sokağa atılanlar, tacize, tecavüze uğrayanlar kadınlar, lubunlar ve göçmenler olur.
Ve kıyamet yaklaştıkça… İzan da tıpkı bir salgın gibi büyüyüp, güçlenip yayılır İstanbul’a; tebliğlerle, yavaş, sessiz ve geri dönülmez biçimde.
Fırsatçı İzan, bir de sarılar giymiş kadınlarla mahallelere iner. Aş çadırları kurup bedava su dağıtırlar… Bu gönlü yücelik büyüyüp göz kamaştırıcı bir hal aldıkça içlerindeki öfke de, nefret de, şiddet de, baskı da o ölçüde artar.
LGBTİ+’lar ve kadınlardan oluşan bir çete, zifiri karanlıkta bile yetişen otlar yetiştirilmeye başlarlar…İnsanlar aç kalmasın diye…Kara ot!
İzan bu kadınlara kafayı takar. Önce kıyafet dayatmaları gelir; sonra yanında erkek olmayan kadınların sokağa çıkması yasaklanır. Ardından sahipli hayvanlar toplanır, gerekçesi hazırdır: ‘ahlaki çürüme’. Ormanlar yandığında İstanbul’un üstüne yanık et kokusu çöker, önce hayvan sanılır, sonra anlaşılır; ölenler feministlerdir, lubunyalardır, göçmenlerdir. İstanbul’a giriş çıkışlar yasaklanır, sosyal medyada ‘İzan kimdir?’ videoları dolaşır. Nefse sabır vaazları eşliğinde açlık kutsallaştırılırken, bar masalarında toplanan “Twitchçi, insel, erko tayfa” hep bir ağızdan konuşur: “Kimlik siyaseti zamanı değil… Ancak erkek boklasınlar…Özgürlük denilerek orospu siyasetine bahane üretiliyor”… İzan fabrikalara, dükkânlara el koyar, ormanlar yanar, şehir yutkunur…
Kıyametin içinde başka bir kıyamet başlar. Ve o an, kadınlar, veganlar, feministler, lubunyalar, susmayanlar ve teslim olmayanlar en önde direnişin kıvılcımını yakar.

Leyla aradığını bulmuştur artık…
5 yaşından beri yani Suriye’deki savaştan kaçıp yollara düştüğünden beri, içi kara, yüzü güneşe dönük Leyla, kadınlarla kalabalıkta, bambaşka, civa olur. Kadınlara, lubunlara, feministlere laf söyleyen karşısında Leyla’yı bulur.
Sokak çatışmaları artarken, Leyla’la da sessizliğe gömülür. Onun suskunluğu çaresizlikten değil, aktif bir direnişten kaynaklanır. Leyla İzan’a baskınlara başlar. Bu direniş Leyla’nın omurgasını dikleştirir. Kadınlarla her bir araya geldiklerinde, kıyametin içinde şenlik gibi dururlar…
Diyar, İzan’ın iyice artan baskısını müziği “Ses hayvani bir şeydir, Allah’ın kelamını uzaklaştırır” diyerek yasakladığında anlar. Çünkü yasakların sınırı artık ona da dayanmıştır.
Diyar, İstanbul’da kan kırmızı bulutlardan futbol topu kadar dolu yağdığında, bütün evler, metrolar, binalar, dükkanlardan lağımlar taştığında, her yerde sürüklenen cesetler dolaştığında, ortalığı çok ağır bir koku sardığında, Leyla’dan geriye kalan Kopil’le yollara düşer. Parazitlere katılır…hiçbir ülkenin istemediği, öldür öldür bitmeyenler…sınırda gezenler…lubunlar, siyasi marjinaller, sakatlar, yaşlılar, kadınlar, savaştan kaçanlar…
Şamil Yılmaz'ın 9/8'lik Kıyamet'i, distopik bir geleceğin İstanbul'unda, iklim krizinin tetiklediği kaos ortamında yükselen totaliter bir zihniyetin gölgesinde filizlenen direnişin çarpıcı bir portresini çiziyor. Katman katman açılan yapısıyla aşkı, iktidar ilişkilerini, toplumsal eşitsizlikleri, göçü, iklim krizini, siyasal İslam’ın yükselişini, kadınların ve LGBTİ+’ların direnişini iç içe dokuyor. Leyla'nın direnişi ve "kara ot" çetesinin karanlığa meydan okuyan çabası, distopyanın ortasında yeşeren insanlık direncini simgeliyor. "Kıyamet koparken siz ne yapıyordunuz, kimin yanında duruyordunuz?" sorusu, sadece oyunun değil, bugünün de yakıcı sorusu olarak yankılanıyor.

Seanslar:
- 12.04.2025 Cumartesi / 20:30 Kadıköy Boa Sahne / İstanbul
- 26.04.2025 Cumartesi / 20:30 (BİLETLER TÜKENMİŞTİR!)
- 03.05.2025 Cumartesi / 20:30 Kadıköy Boa Sahne / İstanbul
- 17.05.2025 Cumartesi / 20:30 Kadıköy Boa Sahne / İstanbul
|