15 Mayıs 2022

Avrupa'nın güvenliği ve Türkiye'nin güveni

Putin'in yanlış işleri yüzünden Batı'nın, Avrupa'nın bütünleşme ihtiyaç ve arzusunun arttığı bir dönem yaşıyoruz. Finlandiya'yı bırakın, 19'uncı yüzyılın başından beri tarafsız İsveç'in bile NATO'ya katılması tartışılıyor

Avrupa'nın güvenliği konusunda "to be or not to be" misali soru şudur: Avrupa'nın güvenliğini Rusya ile birlikte mi sağlayacağız, yoksa Rusya'ya karşı mı sağlayacağız?

Elbette, Avrupa'nın güvenliğini Rusya ile birlikte sağlamak doğrusudur. Ancak genel olarak koşulların buna el verdiği dönemler sayılıdır. Bunların sonuncu 1975 ile 2014 arasında yaşanmıştır. 1975 yılında Helsinki Nihai Senedi Doğu ile Batı'yı ortak bir değerler ve ilkeler zemininde buluşturmuştu. Bundan sonraki yıllarda, SSCB döneminde ve sonrasında, Rusya ile Batı arasında yakınlaşma yaşandı. Silahsızlanma ve silahların kontrolu anlaşmaları, G7'nin Rusya'nın katılımıyla G8'e dönüştürülmesi, Rusya'nın Dünya Ticaret Örgütü'ne üye yapılması, Rusya'nın Avrupa Konseyi'ni üye yapılması, Ukrayna'nın nükleer silahlardan arındırılması, NATO ve AB'nin Rusya ile ayrı ayrı işbirliği anlaşmaları imzalamaları barışçıl bir Avrupa düzeninin kurulması açısından önemli adımlardı. 

Ne yazık ki, Rusya ile birlikte güvenlik sağlama arayışı 2014'de Rusya'nın Kırım'ı istila, işgal ve ilhak etmesiyle sona erdi. Rusya'nın 2015 yılında Avrupa Konvansiyel Kuvvetler Antlaşması'dan (AKKA) çekilmesi de Avrupa'nın güvenlik açısından yeniden bölünmesini kesinledi. Aslında Rusya birlikte güvenlik sağlama açısından olumsuz işaretleri çoktandır görülüyordu. SSCB çöktükten sonra Rusların ilân ettikleri Yakın Çevre (near abroad) doktrini Hitler'in yaşam alanı (lebensraum) doktrininin bir kopyasıydı. Daha 1990'da Moldova'da Transdinyester sorununu yarattılar. (Çok kısa bir süre önce de, Ukrayna'nın Güneyini tümüyle ele geçirip Rusya'dan Transdinyester'e doğru toprak devamlılığı sağlamaya çalıştıklarını kendileri açıkladılar.) Grozni'yi yakıp yıktılar. 2007 yılında AKKA'yı askıya aldılar. Dolayısıyla Rusya özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin hiç birinde güven yaratmadı. Bu ülkeler Rusya'yı tehdit olarak görmeye devam ettiler, Avrupa Konseyi ve AB'ne yöneldikleri gibi haliyle NATO'ya yöneldiler. 

Rusya ve Putinciler olumsuz gelişmelerin hep Batı yüzünden meydana geldiğini ileri sürebilirler. Uzun uzun tartışılabilir. Ancak şu kesindir: Eğer Rusya sadece askeri açıdan bir süper güç olarak kalmaya çalışmayıp ekonomik açıdan bir dünya devi olabilseydi ve demokratik bir ülkeye dönüşebilseydi bugünkü saldırgan dış politikası olmazdı. Bugün Rusya siyasal açıdan diktatörlük denebilecek ölçüde otoriter, ekonomik açıdan da adeta mafya kapitalizminin sürdüğü bir ülkedir. Çarlık Rusya'sında ve SSCB döneminde görülmemiş ölçüde tek adam rejimiyle yönetilmektedir. Dolayısıyla Rusya'nın asıl korkusu Batı değil, demokrasidir, insan haklarıdır, hukuk devletidir, halkın demokratik bilinçlenmesi, uyanmasıdır. 

Rusya'nın Ukrayna'ya tecavüzünün hiçbir meşru, hukuki gerekçesi yoktur. Rusya'yı aklama çabalarını gördükçe "Kız şöyle ya böyle yapmasaydı adam saldırmazdı" diyebilenler aklıma geliyor. Putin'in Ukrayna'ya saldırmakla Batı'yı korkutabileceğini, bölebileceğini düşünmüş olduğu anlaşılıyor. Ne ki, gelişmeler tam ters yönde. Avrupa Birliği daha sıkı bir birlik olma güdüsüyle hareket ediyor. Avrupa güvenliğinin temel direği olarak NATO yeniden sahnede, üstelik daha da genişlemeye yöneliyor. Avrupa'nın bölünmesi herkes için zararlı. Umarız, Ukrayna krizi biter ve Avrupa'nın güvenliğini yeniden Rusya ile birlikte sağlama arayışlarının başlayacağı bir döneme geçeriz. Ancak böyle bir dönemde henüz ufukta görünmüyor.

Kısacası, Putin'in yanlış işleri yüzünden Batı'nın, Avrupa'nın bütünleşme ihtiyaç ve arzusunun arttığı bir dönem yaşıyoruz. Finlandiya'yı bırakın, 19'uncı yüzyılın başından beri tarafsız İsveç'in bile NATO'ya katılması tartışılıyor.

Batı'daki Rusya'ya karşı bütünleşme ihtiyaç ve arzunun bu kadar yoğun olarak yaşandığı bir dönemde oyun bozan gibi görülmeyi seçmek doğru bir politika değildir.

Zaten yıllardır, NATO dahil Batı kurumlarındaki yerimiz tartışılıyor. Tam Ukrayna konusunda Batı ile görece bir uyum sağlamış ve Rusya ile diyalogumuz dahil olumlu karşılanan bir çizgi tutturmuşken, Batı bütünleşmesine taş koyan ülke konumuna geçmek yanlıştır. Böyle bir tavrın getirisi olmaz, götürüsü ekonomi dahil olmak üzere her alanda çok olur. 

Üstelik, Finlandiya ile İsveç'in NATO'ya olası katılımları, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüyle karşılaştırılamayacak bir konudur. Eğer bir karşılaştırılma yapılacaksa Danimarkalı Rasmussen'in NATO Genel Sekreteri olmasına karşı çıkmamızla yapılabilir. Danimarka'nın terörle mücadele alanındaki tavrını beğenmediğimiz için Rasmussen'in genel sekreter olmasını önlemeye çalışmıştık. Sonunda bir genel sekreter yardımcılığının Türkiye'ye verilmesine razı olmakla kaldık. Bugün nerdeyiz? Danimarka'nın o politikası değişti mi? NATO'da Türk genel sekreter yardımcısı var mı?

Özellikle İsveç'in hedef alındığı anlaşılıyor. İsveç bir ara bizim AB üyeliğimizi en çok destekleyen birkaç ülkeden biriydi. İsveç'in suikast kurbanı eski Dışişleri Bakanı Anna Lindh ile 2000 yılından önce yapılan bir görüşme aklıma geliyor. Anna Lindh bizim AB üyeliğimizi destekliyordu, ama Kürt konusundaki iddiaları nedeniyle çekinceliydi. Kürtçenin yasak olduğunu da düşünüyordu. Görüşmede Kürt konusu kendisine ayrıntılıca anlatıldı ve Tükiye'de Kürtçe basılmış kitaplar verildi. O günden sonra Anna Lindh'in bize bakışı değişime uğradı. Bu kıssadan çıkarılacak hisse, Kürt konusunu biz ülke içinde ne kadar çözüme kavuşturursak, terörle mücadele konusunda Batı ülkelerinin işbirliğini sağlamak olanaklarımız o kadar artar.

İsveç'in Kürt konusuna bakışını, neler yaptığını kamuoyu olarak tam bilmiyoruz. Elbette, İsveç'in genel olarak NATO'nun terörle mücadele politikasına katılması istenecektir, zaten İsveç bunu yapmaya zorunlu olacaktır. Ancak konunun ikili yönünü, üstelik türlü diplomatik yöntem varken, bu dönemde, bu şekilde gündeme getirmek hoş karşılanmaz. Türkiye'nin NATO'daki yerinin daha yüksek sesle tartışılmasına yol açar. Türkiye'den bu dönemde beklenen Batı'nın bütünleşmesine katkı yapması ve katılmasıdır. Daha ustaca bir diplomasiyle yön bile verebiliriz. Ukrayna politikamız fena gitmezken yanlış yola sapmayalım. 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!