Sabah’tan, Akşam, Hürriyet, Yeni Akit ve Yeni Şafak’a kadar hemen tüm iktidar medyasında yine aynı başlıklar kullanılmıştı: “Organize disiplinsizlik”, “MSB: Mesele disiplinsizlik”, “Disiplinsizliğin ‘ama’sı yok”, “Disiplinsizliğin aması fakatı olmaz”.
Sanıyorsunuz ki, Millî Savunma Bakanlığı resmî bir açıklama yapmış. Ama öyle değil. Hemen tüm haberlerde “MSB kaynaklarından açıklama” deniyor. Bu gerçekten komik bir habercilik. “Açıklama”nın kaynağı “açık” olur; kimin yaptığını bilir, okur ve izleyiciye de öyle aktarırsınız. Ama bu “açıklama”yı bakanlık değil, bakanlıktaki “kaynaklar”ın yaptığı belirtiliyordu. Yani “açıklama”yı yapan gizleniyordu!
Gazetecilikte haber “kaynağının” adının gizlenmesinin koşulları bellidir. Asıl olarak kaynağın korunması amacıyla isim gizlenir ama kaynağı gizli haberlerde düşünce ve demece değil bilgiye yer verilir. Bu haberlerde ise tören sonrasında topluca “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” yemini etmeleri nedeniyle disipline sevk edilen beş teğmen hakkında bilgiden çok kanaat aktarılıyordu; hatta haklarında hüküm ilan ediliyordu.
Üstelik de Anadolu Ajansı’nın haberinin girişinde “MSB kaynakları, bakanlıkta düzenlenen basın bilgilendirme toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı” denilerek, “MSB’deki kaynaklar”ın kim olduğu zaten dolaylı olarak ilan edilmişti. Çünkü aynı gün geçilen “basın bilgilendirme toplantısı” haberinde Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk’ün ismi ve fotoğrafı açıkça yazılmıştı! Bu da ayrı bir komiklikti.
Hem de aynı komiklik, geçen hafta yine tekrarlandı. Basın toplantısının ardından bu kez de “MSB kaynaklarından açıklama: "Teğmenler için disiplin süreci başladı” haberleri yayımlandı.
Belli ki, Tuğamiral Aktürk nasıl isterse gazeteciler de öyle yazıyorlar haberleri. Malum MSB, savunma muhabirlerine gazetecilik öğretiyor, iki dönemdir seminerler düzenliyor; sonuç da bu.
Bu kadar aleni olan kaynağın gizli tutulmak istenmesinin nedeni de malum. Bakanlık, teğmenleri suçlu göstermek için çaba harcıyor ama resmen hukuksuzluk yapmaktan da kaçınıyor. Gazeteciler de haklarında henüz karar verilmemiş teğmenlerin hukukunun çiğnenmesine aracı oluyorlar. Kara propagandanın sorumluluğunu omuzlarına alıyorlar.
Çok değil, dokuz yıl önce Genelkurmay, “Genelkurmay kaynakları" diye kaynağı gizli haber yazılmamasını isteyen açıklama yapmıştı. Şimdi bizzat MSB, bu haberleri organize ediyor.
Parti gazetesinde “ahlâklı gazetecilik”
Saadet Partisi’nin kongre günü, Millî Gazete’nin ilk sayfası da dahil olmak üzere üç sayfası kongreye ayrılmıştı. “Büyük kongre büyük heyecan” başlığının altında Genel Merkez’in, Temel Karamollaoğlu’nun yerine Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan’ı aday gösterdiği belirtiliyordu.
Fakat sayfalar dolusu haberlerde eski Genel Başkan Mustafa Kamalak ve Parti Sözcüsü Birol Aydın’ın da aday olduğundan söz edilmiyordu. Mahmut Arıkan tek adaymış gibi sadece onun fotoğraf ve konuşmalarına yer verilmişti.
Millî Gazete, kongreden sonra da aynı “habercilik” tarzını sürdürdü. Mustafa Kamalak’ın yeterli imza toplayamadığı için aday olamadığı bilgisini okuruna vermedi. Konuşmasından kısa bir bölümü yayımladıkları Birol Aydın’ın “yeterli imza topladığını” yazdılar ama “aday” olduğunu ve kongrede aldığı oyu da aktarmadılar. Ama aday olduğunu gizledikleri Kamalak ve Aydın’ın, Arıkan ve Karamollaoğlu ile birlikte çekilen fotoğrafını “Sahneye birlikte çıktılar” diye koydular gazeteye! O fotoğrafın altında da adaylıklarından söz edilmiyordu!
Ayrıca kongre haberlerinde Karamollaoğlu konuşurken salondan “Katil İsrail, işbirlikçi AKP” sloganları atılması üzerine AKP temsilcilerinin salonu terk ettiğinden de bahsetmediler.
Millî Gazete, Saadet Partisi’nin yayın organı. Partili gazetecilik yapıldığı da belli. Ama bunu ilkeli, nitelikli gazetecilik olarak sunmak siyaset arenasındaki gelişmelere nesnel bir gözle yaklaşan, gerçeği yalın biçimiyle aktaran bağımsız ve eleştirel gazeteciliğe haksızlık.
Millî Gazete’nin Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş geçenlerde bir ödül gecesinde tutarlı ve tavizsiz bir çizgi izlediklerini, “ahlâklı gazetecilik” yaptıklarını söylemiş. Taraf olmalarını anlıyorum ama “Ahlâklı gazetecilik” öncelikle okurlara bilgiyi eksiksiz vermeyi gerektirir. Taraf olmak bilgiyi çarpıtmayı, gerçeği eğip bükmeyi getiriyorsa orada gazetecilikten bahsedilemez.
Sarıklıdan, çarşaflıdan kötü insan olmaz mı?
RTÜK, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin hedef gösterdiği televizyonlara ceza yağdırarak AKP’nin yan kuruluşu işlevi gördüğünü bir kez daha kanıtladı.
RTÜK’ün bu cezalarla televizyonlara verdiği iki mesaj var; Birincisi, dizilerde “sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli” kişiler hep iyi, düzgün, hiç yanlış yapmayan insanlar olarak gösterilecek, onlara hiçbir olumsuzluk atfedilmeyecek! Ama sakalsız, sarıksız, başörtüsüz, çarşafsız, cübbesiz insanlara ilgili her tür melanet yayımlanabilir, onlar serbest!
İktidarın İslamcı yaşam anlayışının dizilerde egemen olmasını istiyorlar kısacası. “Arka Sokaklar” dizisinde “tarikatta küçük yaşta evlilik ve cinayet konusu”nun işlenmesi nedeniyle Kanal D’ye ceza verilmesinin anlamı bu.
İkinci mesaj da iktidar aleyhine en ufak bir eleştiri, itiraz, propaganda yayımlanmayacak! Ama iktidar yanlısı kanallar, AKP lehine diledikleri gibi propaganda yapacaklar; muhalefet aleyhine suçlamalarda bulunabilecekler! Onlara propaganda serbest, iktidar karşıtlarına her şey yasak olacak. Halk TV, Sözcü TV ve Flash Haber’e “tarafsızlık ve doğruluk ilkelerine uymadıkları” gerekçesiyle ceza verilmesinin anlamı da bu.
RTÜK’ün kararını, duyulmasının hemen ardından Halk TV ekranında yorumlayan İsmail Saymaz, “İktidar aleyhine propaganda yapmak haktır. Nasıl suç olabilir ki?” diye itiraz etti:
“TRT başta olmak üzere onlarca kanalda muhalefeti karalamak, iftira etmek, muhalefetin genel başkanına, belediye başkanlarına saldırmak serbest, hak. Bunun karşısında iktidarı eleştirmek, iktidar aleyhine görüş belirtmek suç. Nereden çıkardınız bunu? Başta TRT, AA olmak üzere Sabah, CNN ve diğer kanallar hepsi tarafsız, bir Halk TV taraflı öyle mi? Türkiye’de iktidarı eleştiren yayıncılığı cezalandıran bir karar, gücünü yasadan almıyor.”
Saymaz, sözlerini “Keyfimin kahyası mısın, istersem propaganda yaparım. İstersem eleştiririm, istersem aleyhte konuşurum” diye sürdürdü. Akşamki yayında da propaganda hakkını savunduğunu ama kendisinin bir gazeteci olarak propaganda yapmadığını vurguladı.
Doğrusu da bu. Elbette iktidar aleyhine propaganda yasak olamaz ama etik olarak gazeteci propaganda yapmaz; analizini ve yorumunu aktarır, bilgi verir, eleştirir, sorgular.
Zaten RTÜK’ün cezalandırdığı, Bahçeli’nin de “burunlarından fitil fitil getireceğiz” diye açık açık tehdit etmesine gerekçe yapılan Halk TV programında propaganda yoktu, altın kaçakçılığına karışan üç milletvekilinin MHP’den istifa ettirilmesi konuşuluyordu. Propaganda değil, bilgi veriliyor, eleştiriler dile getiriliyordu.
RTÜK, bu sefer dizilerdeki şiddet sahneleri nedeniyle Star ve Show TV’ye de ceza verdi ama TRT ve öbür iktidar kanallarındaki şiddet sahnelerini yine görmezden geldi. Tabii RTÜK, Now TV ve Tele1’e ceza vermeyi de yine ihmal etmedi.
Öldürülen kadını lekelemek
Servis şoförü Binali Kara, Güllü Özcan adlı kadını öldürmüş, sonra da intihar etmişti aynı servis aracının içinde. Bu cinayet, “Yasak aşk cinayeti” ve “Sevgilisini öldürüp canına kıydı” başlıklarıyla yayımlanmıştı haberlerde.
Şimdi öldürülen kadının küçük kızı, annesinin anısını temizlemeye uğraşıyor. Sosyal medyada annesinin bu adamla ilişkisinin olmadığını, tek kabahatinin adamı reddetmek olduğunu yazıyor. Asıl çabası da annesini “yasak aşk kurbanı” olarak gösteren haberlerin “dilinin” düzeltilmesi. Şöyle demiş bir paylaşımında:
“Böyle bir şey olsaydı da bunu ‘Yasak aşk cinayeti’ adı altında süsleyerek anlatamazsınız. O kadar öfke ve kin doluyum ki kelimeleri toparlayamıyorum. Annemin kaybının açtığı bu derin acı benden asla gitmeyecek. Etiketlediğim haber sayfalarının yazı dillerini düzeltmesini istiyorum annemin böyle anılmasını istemiyorum.”
Babasını dört ay önce kaybetmiş, sonra da annesi öldürülmüş bir genç kızın acısına saygı duymak, onunla empati kurmak gerek. Umarım bu haberleri yayımlayan gazeteci arkadaşlar, bu genç kızın çığlığını duyar, haberlerinin dilini düzeltirler.
Tek cümleyle:
-CNN Türk’te, Suriye’deki gelişmeler tartışılırken Mesut Hakkı Caşın, “Türkiye’nin de buradaki dibinde herhalde gö…. kapatacak hali yok” deyince sunucu Fulya Kalfa “Hocam kullandığınız ifadelere dikkat edebilir misiniz? Bazen ağzınızdan kaçıyor” diye uyardı.
-Hürriyet ve Milliyet, bir gencin TRT World toplantısındaki protestosunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da “Yavrum Siyonistlerin dili ağzı olma" yanıtı vermesini haberlerine koymadılar.
-Anadolu Ajansı’nın “Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan kişi Fethiye’de yakalandı” haberinde o kişinin adı yoktu; Diken, TRTHaber, 24TV gibi siteler de haberi eksik yayımladı.
-Cumhuriyet’in, “Muhtara da kayyum atandı” haberinin kaynağı Barış Yarkadaş’ın sosyal medyadaki paylaşımı olarak gösteriliyordu ama özel haber gibi muhabir imzası konulmuştu.
-Yeni Şafak, bir mobilya şirketinin tanıtım metnini “Geleceğin mobilyasını şekillendiriyoruz” başlığı altında tam sayfa ve habermiş gibi reklam uyarısı da koymadan yayımladı.
-Milliyet, yasalar gösteri yapmak için izin almayı gerektiriyormuş gibi “Beyoğlu ve çevresi yapılması beklenen izinsiz gösteriler nedeniyle kapatıldı” yazarak, polisin kadınları engellemesini ve tüm bölgeyi saatlerce kapatmasını meşrulaştırdı.
-Sabah, “Kadına yönelik şiddetle mücadele günü”nde Edirne, Kars, Yozgat, Uşak, Adana ve Trabzon’daki eylemleri fotoğraflı yayımladı ama İstanbul’daki kadın eylemini hiç yazmadı.
-Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu “affettiğini” yazdı ama “davayı geri çekmek”, “af” değil, vazgeçmek olur.
|
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?
Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.
Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.
Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.
31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.
TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.
19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi.
Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.
Yayımlanan kitapları:
Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021)
|