10 Mayıs 2021

Radyo Mecmuası: Aralık 1941, dış dünyada savaş, ya içeride? (1)

Başvekâlet Umum Müdürlüğü tarafından yayımlanan Radyo Mecmuası'nın 1941 ve 1942 yıllarındaki sayılarını karıştırdığımızda sadece devrin savaş havasını koklamıyor, içeride de işlerin bayağı bir farklı yöne doğru evrildiğini, radyo program içeriklerinde ciddi değişiklikler yapıldığını fark ediyoruz

1941 yılının sonunda, Aralık'ta bizzat devlet eliyle yayımlanmaya başlayan bir dergi Radyo Mecmuası, 1949 tılına kadar da yayınlanmaya devam edecektir.

Dışarıda İkinci Dünya Savaşı iyice alevlendiği, Hitler ordularının zaferden zafer koştuğu, Almanya ve müttefiklerinin Türkiye'nin etrafını üç yönden sardığı bir dönem. Savaşa girmemişiz ama savaşın en önemli araçlarından biri olan ve artık bir "propaganda makinası" olarak tescil edilmiş olan radyo yayınlarının önemini iyice kavramışız. Türkiye dinleyicisine anadilinde yayın yaparak yönelen, savaştaki diğer taraf ülkelerin (her iki kanattan da) propagandalarını yapan birçok yabancı istasyon var. Bunlara mukabil biz de, çok ciddi mali sıkıntılar içinde olmamıza rağmen, Ankara Radyosunun yanı sıra yabancı dillerde yayın yapmaya, kendi "barış içinde kalma" politika ve misyonunu anlatmaya çabalıyoruz. İşte böyle bir zamanda, İçişleri Bakanlığı Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan bir derginin çıkışı önemli ve içeriği bakımından analizi hak ediyor. Zaten içeriğini de incelediğimizde, "resmî" dünyamızda birçok şeyin ciddi anlamda değiştiğini anlıyoruz. İçeriğe girmeden önce, derginin önemini anlama bakımında abone sayısına bakmak yararlı olabilir.

Tirajını bilmek pek mümkün olmasa da derginin çok yüksek abone sayısından birçok resmî kuruma (parti teşkilatları, valilikler, halkevleri ve halkodaları gibi) gönderildiğini varsaymak pek de yanlış sayılmaz. Bu arada, kâğıt ve baskı kalitesinin çok yüksek olması, satışından kâr beklenmediğine, bir propaganda metni olarak tasarlandığına dair ipuçlarını veriyor. Yine de içeriği zengin, çok da "resmî" bir havası yok, hatta magazinel metinler de içermesi nedeniyle kolayca okunabiliyor. Radyo isminden ötürü, radyo cihazlarına ve yayıncılığına dair teknik çizimler, soru ve cevaplar da var.

Radyo milletin emrindedir!

Ama bence asıl "fikir yazılarıyla" (başyazılar, köşe yazıları) öne çıkan, söylenenlerin önemsenmesi gereken bir yayın. Bu yazıda çok fazla değil ama bundan sonraki yazılarda bu fikirleri anlamaya odaklanacağız. Yine de, "tadımlık" olarak bu başyazılardan birine (3. sayıda Selim Sarper tarafından yazılan) bakalım.

Başvekilin ağzından aktarılan "acı tatlı hakikatleri anlatma" görevini, anlıyoruz ki, Ankara Radyosu da üstlenmeye karar vermiş. Buna örnek olarak Zonguldak'ta yaşayan bir vatandaşın çiçek bahçesinin nasıl yok edilip bir tarlaya dönüştürüldüğüne dair bölümü işaret edebiliriz. Evet, bu bahçe "bozulmuştur" ama şu anda bir "iktisadî savaş" içinde olduğumuz, bu gibi "acıların" evladını askere gönderen annenin manevî savaşının yanında hafif kaldığından dem vuruluyor.

Sarper'in hesaplamalarına göre en azından üç milyon vatandaşın dinleyebildiği radyo vasıtasıyla birçok propaganda ve telkin "tehdidi" altında kalan vatandaşlarımıza neyin aslında ne olduğu ve yalansız, dolansız "hakikatlerin" anlatılacağı müjdesi veriliyor. Dikkat edilirse sadece Ankara Radyosu'ndan (uzun dalgadan yayın yapan, oldukça güçlü bir vericisi olmasına rağmen bütün Türkiye'den kolayca dinlenemeyen, arızalandığında yedek parça sorunları nedeniyle çoğu zaman tam randımanlı olarak çalıştırılamayan) söz ediliyor, çünkü eldeki tek istasyon o.

Yurttaş dikkat!

Merak edenler olabilir: İstanbul Radyosu'nun yayınlarına 1938 yılında ara verilmiş, yeni vericilerin yapımına da başlanmış ama bütçe kısıtları nedeniyle ne zaman biteceği öngörülemiyor. Nitekim, İstanbul Radyosu savaştan çok daha sonra, ancak 1949 Yılında yayına başlayacaktır. Bu arada, Türkiye dinleyicisine yönelik birçok Türkçe yayın, yabancı devletlerin sahip olduğu istasyonlar tarafından başlatılmış vaziyette ve evlerinde ya da kullandıkları kamusal mekânlarda (halkevleri, kahvehaneler, okullar, fabrikalar vs.) radyoya erişimi olanlar için bu istasyonların çok daha kolay dinlenebilir bir duruma gelmiş. Bu istasyonlar çok yaygın olarak dinlenildiğini, derginin içindeki bir bilgilendirmeden de anlıyoruz. Okuyalım:

Bir iki şey hemen göze çarpıyor. Bunlardan ilki, çok iyi planlanmış zaman çizelgeleriyle yabancı istasyonlar Türkiye'ye yönelik "Türkçe neşriyat" yapabilmekte. İkincisi, bu yayınlar savaşta birbirine düşman devletler tarafından yapılıyor, demek ki savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü böyle bir dönemde, birbirine tamamıyla zıt bilgi ve haber içerikleri kafaları kolayca karıştırabilir. Üçüncüsü, elindeki teknolojik imkânlarla devlet bu yayınları kesecek teknolojiye sahip değil. O nedenle, bu yayınları dinleyecek olanlara sadece "uyarıda" bulunabiliyor. Peki, bizim yayınlarımız, istasyon kapasitemiz ne durumda? Daha önce de yazdığım gibi, o esnada Türkiye'nin uzun dalgadan yayın yapan vericisiyle tek bir istasyonumuz var, Ankara Radyosu. Bunun yanı sıra kısa dalga bandından farklı dillerde yayın iki ayrı verici de var. Bu istasyonlara dair bilgiler ise şöyle:

Biraz da program içeriklerine bakalım. Aslında, uzun yıllardır uygulanan sabit bir "yayın kalıbı" var. Programlara yakından bakıldığında esas içerik kolayca anlaşılabiliyor. Bu konularla ilgilenenlerin işine yarayabileceği düşüncesiyle, bu kalıbı bir bütün hâlinde yayımlanın doğru olacağını düşündüm. Yakından inceleyelim:

Görüldüğü üzere, bol miktarda yorum, sohbet, özetle sözlü içerik programları ve yine, birçok müzik yayını (çoğu plaktan) yayın kalıbının esasını oluşturuyor. Tabii ki, haber programları da var ama süreler uzun değil. Yayınlar, pazar hariç sabah 7.30'da başlıyor, 14.00'den sonra dört saat ara veriliyor ve son yayın dilimi 18.00- 23.00 arasında.

"Tutum ve bakım" işleri

Sözlü program kuşaklarında bir yenilenme oluyor. 3 Mayıs 1942 tarihinden sonra devreye girecek olan yeni sözlü program içerikleriyle ana kalıp güncelleniyor. O güne kadar kesintisiz süren ziraat, sağlık, iktisat, hukuk gibi programlara ilaveten, savaş günlerinin zorluklarına yardımcı olabilecek, örneğin pratik çözümler de öneren bir iki yeni program "ilave" ediliyor: "zamanımızın emrettiği yaşama zaruretlerine uyarak" diye başlayan bu programlar şöyle duyuruluyor:

Temelde iki program öne çıkıyor, bunlardan ilki "tutum ve bakım", isminden anlaşılacağı üzere, "eldekilerle yetinme" yönünde tavsiyeler veren bir program. Şanslıyız ki, bu programların bazılarında anlatılanlar, yazıya geçmiş hâliyle dergide yer alabiliyor. Örneğin, Seher Kuntay tarafından moda konusunda verilen sohbetler oldukça aydınlatıcı. Kuntay'ın konuşmasına dair yazının girişi ve içindekilerden bölümü şöyle:

Tabii ki işin bir de erkek kısmı, onun kılığı, kıyafeti meselesi var. Konuşmacımız bu kez Rebia İren. Rebia Hanım'ın konuşmasını okuyalım:

Üç gömlekten eskiyince iki gömlek çıkarmak gibi yararlı tavsiyeler var. Fötr şapkalı erkeğin de işi oldukça zor, fötrde oluşabilecek ter izlerine yaratıcı çözüm önerileri var. Özetle; eldeki kıyafetlerin yıpranmasını azaltarak mümkün olduğunca uzun kullanılması yönünde öneriler. Ama hayat sadece tasarruf yapılarak geçecek değil ya, biraz da eğlence ve komedi lâzım. Bu iş de, o dönem için kesinlikle bir yenilik olan, devletin radyosunda pek karşılaşmadığımız cinsten bir radyofonik şovun (Radyo Temsil Kolu olarak bilinen ve aralarında "radyo" ve çocuk" tiyatrolarının da olduğu birçok şovu hazırlayan "radyofonik tiyatro" kadrosu) dinleyiciye sunulmasıyla olacak.

Kimgil ailesi ve Vahi Öz

Bu radyofonik şov "Kimgil ailesi". Aslında, çok uzun olmayan bir süre önce radyolarda "oynanmış" ve çok sevilmesine rağmen nedendir bilinmez (biraz "sulu" mu bulundu acaba?) bir ara verilmiş. Dönemin gazetelerinden şovun çok sevildiğini biliyoruz ama içeriğine, içinde neler konuşulduğuna dair somut bir bilgiye ulaşamadım. Dergide de sadece başlayacağı yazıyor, diyaloglardan örnekler yok. İşin önemli kısmı ise şu. Bu şovda yer alan bir oyuncu, burada çok sevilip ünlenen ve daha sonra Yeşilçam Sinemasında onlarca kez karşımıza çıkacak biri var. Ama önce şovun genel tanıtımını ve konusunu dergiden okuyalım, oyuncularla tanışalım:

Tanıdığınız değil mi? Evet, Vahi Öz, bu şov sayesinde en azından sesiyle tüm Türkiye tarafından tanınıyor. Vahi Öz'ün kanlı canlı hâlini, o çarpıcı konuşma tarzını bir Yeşilçam komedisinde görüp de unutabilen olabilir mi? "Vahyi Öz" (bir başka nüfus memuru "kazası" olabilir) diye yazılan ismi daha sonra "Vahi Öz" olarak bilinecek olan bu büyük oyuncunun derginin bir başka sayısındaki tanıtımı ise şöyle:

Burada soluklanıp duralım ve bundan sonraki yazılarda Radyo Mecmuası'nın diğer aktüalite ve fikir yazılarına bakmaya, savaş dönemindeki radyo yayıncılığımızı tanımaya devam edelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadıköyü'n sokakları, edebî şahsiyetleri

Aslında, Edebiyatın Kadıköyü’nü okurken, bir daha asla yaşanmayacağını bilerek içimizde uyanan, o buruk “nostalji” hissinin nedeni tam da bu. Bu şehrin baş döndüren dinamiğinde insanlar sadece birer “iz”

Bir Hipster’ın izinde: Mehmet Ali Sanlıkol’dan Erkin Koray’a

Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.

Hatırladıkça artan ya da eksilen: Bir Maffy Falay belgeseli

“Maffy’nin Cazı” neredeyse bir “doküdrama” gibi çekilmiş, müzisyenle iyice yakınlaşmış, onun son yıllardaki mahremini aralayan, belki de bu nedenle, insanın içini acıtan bir yaşam belgeseli, bir hayat dersi. Ve sadece bu nedenle bile üstüne düşünmeyi, konuşmayı hak ediyor