22 Mart 2024

Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak 

Ahlakını yitirmiş siyaset ve onun kadroları aşılmadıkça toplumdaki çürümenin önüne geçmek mümkün değil...

23 Mart Cumartesi günü İstanbul'da bir Vicdan Mahkemesi kuruluyor. Dünyanın vicdanını yitirmekte olduğunun son olarak İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırımla bir kez daha ayan beyan ortaya çıktığı şu günlerde, Filistin'e Özgürlük Platformunun düzenlediği Vicdan Mahkemesi'nde İsrail (halklar değil yönetim, özellikle kanlı Netanyahu iktidarı) yargılanacak. Sadece İsrail değil, Gazze soykırımı için İsrail'e doğrudan veya dolaylı destek veren bütün ülkeler, dünyanın vicdanını yitirmesine, muktedirlerden kaynaklanan vicdan erozyonuna uğramış kitlelerin de vahşileşmesine, kirlenmesine, vicdansızlaşmasına zemin hazırlayan bütün iktidarlar, bütün liderler, bunların yönetimindeki yalan makineleri, güdümlerindeki medya, çevrelerindeki çıkar çemberi… Ve bütün savaşların, soykırımların, yıkımların hem tetikçisi hem de kışkırtıcısı olan dev savaş sanayii, dünyayı güden ve kana bulayan sermaye…

Dünyayı, Sodom ve Gomora misali yok olmaya sürükleyen bu şer güçlerine karşı, dört bir yanda, bütün ülkelerde mücadele veren, direnen insanlar var. Evet, azınlıklar ve bir avuçlar. Evet, azınlığız. Ama azınlıkta olmak her zaman güçsüz olmak anlamına gelmez. 

Biliyorum, soruyorlar: Yeryüzünü ele geçirmiş bu koskoca şer aparatına karşı ne yapabilirler? İstanbul'da kurulacak Vicdan Mahkemesi'nin ne gücü var ki? Verilecek mahkûmiyet kararlarının hükmü nedir?

Benzer durumlarda, çaresizlikten, yılgınlıktan, umutsuzluktan kaynaklanan benzer sorular sorulur. Böylece cesaretsizliğin, ilgisizliğin, konforunu bozmama kaygısının, beni sokmayan yılana dokunmayım tırsıklığının, dünyayı ben mi kurtaracağım kaçaklığının yüklediği sorumluluktan kurtulmuş olunur.

Oysa bin yıllar içinde düşünüldüğünde, tarih "Gerçekçi ol, imkânsızı iste" diyebilen, insanlık onurunu savunmayı cesaretle üstlenen azınlıkların izinden gelişmiştir. Uzun vadede onların eseridir.

Vicdan Mahkemeleri, dünyanın vicdanını yitirmesine, insanlık onurunun unutulmasına karşı mücadele edenlerin simgesel yargı merciileridir. 1967'de, çağrısıyla girişimi başlatan filozof Bertrand Russell'ın adıyla anılan mahkeme, Vietnam'da işlenen savaş suçlarını yargılamıştı. 2003-2005 arasında son karar oturumunu İstanbul'da yapan, katkı vermekten onur duyduğum Irak Dünya Mahkemesi, Irak'ın işgaline yol açan saldırganları ve saldırganlığı yargıladı, mahkûm etti. 

Şimdi ise İstanbul'da İsrail iktidarının Gazze soykırımı yargılanacak. Sadece İsrail değil başta en büyük destekçi ABD ve diğerleriyle birlikte.

Yargılanacak, mahkûm edilecek de ne olacak? 

Olaylar ve tanıklıklar, tarihin insan tükenmedikçe kapanmayacak kitabında silinmeyecek yazıyla yer alırken, çok daha önemlisi; insan onurunun yitirilmediği, insanlığın vicdanının susmadığı belgelenecek.

Çürüyen toplumun ahlakını yitiren siyaseti

Ülkemize gelirsek; şimdilerde pek çok kişinin tekrarladığı acı ve ürkütücü gerçeği yani toplumsal dokunun çürüdüğünü, insanımızın benzeri görülmemiş bir kötücüllük, değer yitimi, ahlaksızlık girdabında çırpınmakta olduğunu uzun süredir yazıyorum.

Bu çürümenin kendini en açık şekilde ortaya koyduğu alan; siyaset. Kirlenmeye en müsait alan olan siyaset hiçbir zaman mis kokulu gül bahçesi değildi ama böylesine kirlendiğine de şahit olmamıştık. İktidar kanadından başlayarak (balık baştan kokar) siyasete hakim olan yalancılık, dolandırıcılık, sahtekârlık, kuralsızlık, kanunsuzluk, adaletsizlik… Örnekleri saymak bile gerekmiyor çünkü herkes biliyor, her şey büyük bir pervasızlıkla alenen yapılıyor. İktidar mensuplarının gözümüze baka baka ar haya tanımadan söyledikleri yalanlar, rakiplerine kurdukları kumpaslar, (sahte videolar, fotomontaj görüntüler, vb.), seçimleri kazanmak için her şey mubahtır zihniyeti, iktidar gücünü kullanarak seçim yasalarının ve yasaklarının ihlali, siyasî etik tanımazlık… Öte yandan; muhalefetin bir bölümünde izlediğimiz iktidarla rekabet eden ilkesizlik, dünkü ortaklarına bugün kurdukları tuzaklar, seçim kazanmak için "ahlaksız teklifler", kendi seçmenlerini hiçe sayan ittifaklar, siyasî etik zaafı… 

Geçmiş dönemlerde görülmemiş oranda seviyesizlik, vasat bile değil, vasat altı kadrolar,  dinlemeye izlemeye dayanamadığım kayıkçı dövüşü tartışmalar, belden aşağı vurma alışkanlığı: Türkiye'de siyaset ortamının halihazır görünümü bu. 

Bu görünüm, günümüzü kararttığı gibi ülkenin yarınlarına güvenmeyi, umut beslemeyi engelliyor. İmkân bulanların, özellikle gençlerin ülkeden kaçmaya, başka ülkelerde yeni bir hayat kurmaya çalışmalarının nedeni bu güvensizlik ve umutsuzluk. Yitik ahlak, yitik vicdan, yitik ülke, yitik vatan…

Ahlakını yitirmiş siyaset ve onun kadroları aşılmadıkça toplumdaki çürümenin önüne geçmek mümkün değil. 

Vicdanını yitirmiş dünyaya karşı, bütün ülkelerde onur ve vicdan mücadelesi verenler, "Bütün ülkelerin vicdanlı, barışçı, iyi insanları! Dünyayı ve insanlık onurunu korumak için birleşin!" belgisi altında buluştuklarında, azınlıklar çoğunluk olacaktır.

Bunun gibi ahlakını ve düzeyini yitirmiş siyasete, siyasetçilere, iktidarlara karşı, ülkenin temiz kalmayı başarmış vicdanlı, hakkaniyetli, iyi insanları aralarındaki ideolojik, etnik, inançsal, kültürel sınırları aşıp buluştuklarında, umut yeniden doğacaktır.

Hayal kuruyorum, değil mi? Evet ama dayanabilmek için imkânsızı istemekten başka çarem yok. Yoksa, ört ki ölem.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

"
"