01 Mayıs 2022

1 Mayıs 1977: Bir tanığın gözünden...

Kırk beş yıl geçse de dehşet ve acı taptaze. O gün meydandaki herkes hedefti, o kurşunlar herkese atılmıştı

Bireysel tanıklığın ve deneyimin aktarılması, iktidar ilişkilerine odaklı hiyerarşiyi kırıp "aşağıdan yukarı"ya inşa edilen ve hakikati bulmaya odaklanan gayriresmi bir tarihyazımını mümkün kılarak, muktedirin dayattığı ezberi bozar. 

Felâketin dille kopuk bir ilişkisi var hiç şüphesiz. İnsan başından geçeni billur bir zihinle hatırlamakta zorluk çekiyor başta. Duyguların felç olduğu donmuş bir zaman dilimi bu. Anlama ve anlamlandırma süreci kopuk parçaları birleştirerek başlıyor. Binlerce kişinin tanıklığıyla tamamlanıyor büyük resim. 1 Mayıs 1977 için de böyle bu. Uzaktan bakmakla içinde olmak arasındaki fark büyük.

Hakikat algısı kişinin adalet kavramıyla ilişkisine göre değişiyor. Ölen kişi sayısı önemsizleştirilmeye çalışılmıştı bir ara. 34 kişi çok büyük bir kayıp değildi kimilerine göre. Bir canın hayatı söz konusu olunca 1 de çoktur halbuki. Yaşananların abartıldığına dair mesnetsiz savlarla katliamın dehşeti basite indirgenmeye de çalışıldı. Böyle böyle hafızadan silmek istediler aslında o kanlı pazarı. Geçmişle bugün arasındaki canlı bağın kopmaması unutmamakla, hakikati inatla bir kez daha anlatmakla mümkün. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda bir katliam yaşandı. Sol hareketin muhalif birliğini kırmak, ortak bir yaşam tahayyülünü bozmak istediler. 

O gün orada bulunan biriyle görüştüm ve sözü ona bırakıyorum şimdi: 

"1977'de ilk görev yerim olan Kütahya Kız Öğretmen Lisesi'nde iki yıldır çalışan genç bir öğretmendim. Kütahya TÖB-DER Şubesi'nin kurucuları arasındaydım ve yönetimde çalışıyordum. 1 Mayıs'a katılmak için annem babamla birlikte cuma günü Kütahya'dan yola çıkıp İstanbul'a abimlere geldik. Bulutsuz gökyüzünde güneşin pırıl pırıl parladığı bir bahar günüydü. Cumartesi Aksaray Şubesi'ne giderek hazırlıklara katıldım. 1 Mayıs Pazar günü sabah erkenden şubeye gittim, aralarında benim de olduğum yirmi beş otuz kadar üye grev önlüğü giydik. TÖB-DER İstanbul Şubesi olarak çok kalabalık bir kortej halinde yola koyulup yürüyerek Beşiktaş'a vardık. Türkiye'nin dört bir yanından gelenlerin İstanbullu üyelerle birlikte katıldığı birçok dernek ve sendikal grup da oradaydı. Gümüşsuyu'ndan zar zor Taksim'e çıktık. DİSK pazubantlı gençler yokuşun iki tarafında el ele güvenlik bariyeri oluşturmuştu. Jandarmalar da gruplar halinde diziliydi. Onların önünden geçerken hep birlikte Rahmi Saltuk'un Jandarma şarkısını söylemiştik. 'Jandarma biz sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana/ Kurtuluşun bizimledir elini uzatsana.'

Taksim Meydanı'na girdiğimizde her yer hıncahınç doluydu. Tam bir dayanışma ve bayram havası hakimdi. Önce gelen gruplar diğerlerini sloganlar ve alkışlarla karşılıyordu. Her örgüt kendine ayrılan yere geçip yeni gelenleri bekliyordu. Hepimiz neşe ve coşku içindeydik. Halaylar çekiliyor, hep bir ağızdan marşlar ve şarkılar söyleniyordu. Hayatım boyunca katıldığım mitinglerin en görkemlisi, en kalabalığı, en büyüğü idi. Şişli istikametinden gelenler bayram havasına bürünmüş alanı seyrediyordu. Annem, babam ve dokuz aylık hamile yengem de onların arasındaydı. Abim ise kendi arkadaşlarıyla birlikte alandaydı. Ben dernek ve sendika başkanlarının konuşma yaptığı kürsüye daha yakın bir taraftaydım, konuşmaları yumruğumuz havada barışçıl sloganlar eşliğinde dinlemiştik. 1 Mayıs İşçi Bayramı hiçbir taşkınlık olmadan dayanışma içinde yapılmıştı. Törenin sonuna gelinmişti, alandan ayrılmaya hazırlanıyorduk. Grev önlüklerini toplama görevi bende olduğundan meydanda dolaşıyordum. Sular İdaresi tarafına yönelmiştim ki peş peşe kurşun sesleri duydum, nereden geldiğini anlamak için şaşkın şakın etrafa bakınırken biri beni yere itti. Herkes hedef olmamak için yere kapaklanmıştı bir anda. Ben yüzükoyun yattığım yerden, tanıdık birinin yanına gitmek için kafamı kaldırıp sağa sola bakınmıştım ki, yanımda yatan hiç tanımadığım biri kafamı bastırıp 'Başını kaldırma, sürün' dedi. Bazıları bizim gibi yerde sürünüyor, bazıları koşarak kaçmaya çalışıyordu. Her yönden gelen kurşunlar havada uçuşuyordu. Sevinç ve coşku yerini panik ve korkuya bırakmıştı. Bağırış çağırışlar yüksek bir uğultu oluşturmuştu. Başımı kaldırmadan etrafımdakilerle birlikte sürüne sürüne epey ilerledim, ne yöne gittiğimi bilmeden. Alandan sağ salim çıkamayacağımı zannettim. Başımı kaldırdığımda AKM'nin önüne geldiğimizi anladım. Orada ayağa kalkınca meydanın kaos içinde olduğunu gördüm. Apartmanların pencerelerinden sarkan insanlar merak ve korkuyla meydana bakıyordu. Hızlı adımlarla kaçarcasına Kurtuluş'a abimin evine gittim. Kapıyı yengem açtı, annem ve babamın evde olduğunu, abimin ise henüz gelmediğini söyledi. 'Aksaray şubeye git, abini ara' diyerek kapıdan gönderdi beni.

Saat akşam yedi buçuk civarıydı. Kurtuluş'tan Pangaltı'ya kadar yürüdüm, ancak otobüs bulabildim. Tarlabaşı'nda polisler otobüsü durdurup yolcuları indirdiler. O semti bilmiyordum, yanımdakilere Aksaray'a nasıl gideceğimi sordum. Caddeyi takip etmemi söylediler. Hava kararmıştı, sokak lambalarının ışığı azdı. Bir müddet sonra polisler önümden giden üç genci durdurdu. Gençlere bağırmaya başladılar. Sesleri duyuyordum ama tam algılayamıyordum. Polisler küfrederek bir şeyler soruyor, gençler inkâr ediyordu. Polis o sırada bana dönüp 'Siz bayan?' diye sordu. Otobüs bileti elimdeymiş, gösterip 'Eve gidiyordum, arabadan indirildik,' dedim. Bana devam etmemi, fazla dışarıda kalmamamı söyledi. O esnada başka bir polis o üç gençten birini copladı, gencin burnundan kan geldi. Hepsini polis arabasına bindirip götürdüler. Zaman kavramım kaybolmuştu. Yürüyerek Aksaray şubeye vardığımda kapıyı yumrukladım, kimse açmadı. Sokakta nöbetçi varmış, kimsenin olmadığını, eve gitmemi söyledi. Otobüse binerek eve döndüm. Taksim'den geçerken dehşetin boyutunu o zaman anladım. Eve ulaştığımda abim gelmişti. Meğer yengemin beni Aksaray'a göndermesinden hemen sonra dönmüş eve. Bana 'İyi ki bu halinle polis seni almamış,' dedi. Üstüme başıma bir baktım ki, dizlerim ve avuçlarım kan içindeydi. Karanlıkta görmemişler demek ki." 

Kendisine teşekkür ediyorum. 

Kırk beş yıl geçse de dehşet ve acı taptaze. O gün meydandaki herkes hedefti, o kurşunlar herkese atılmıştı. 

Her katliamın hesabı sorulmaya devam edecek, karanlıklarıyla boğamayacaklar bizi. Kötülüğün azına bile razı olmayacağız, dibinin olmadığını ise hiç unutmayacağız. 

Her zaman umut ve dayanışmayla...

Yaşasın 1 Mayıs!

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"