AKP iktidarı ekonomide yaşanan sarsıntının ve Türkiye’nin karşı karşıya geldiği birçok önemli sorunun, yapısal nedenlerden ve yanlış politikalardan değil, “dış güçlerin” başlattığı “kuşatmadan” ve tertipledikleri “büyük oyundan” kaynaklandığını iddia etmektedir. Siyasi iktidar sıkıştığını hissettiği her durumda bu söylemi yeniden ısıtıp sofraya koyarak işin içinden çıkmaya ve kendisini hesap vermekten kurtarmaya çalışmaktadır. Asıl önemlisi, iktidar medyası tarafından da iki yıldır sürekli gündemde tutulan “dış güçler” söyleminin toplumda önemli bir karşılık bulmuş olmasıdır.
Dış güçler ve güvenlik tehditleri
Tarihte ve çağımızda devletler diplomatik manipülasyonlardan tehditlere, ambargolardan toprak işgallerine, birbirlerine karşı müdahalelerde bulunmuştur, bulunmaktadır. Kuşkusuz, günümüzde de devletlerin, büyük şirketlerin, illegal örgütlerin vb. başka ülkelerin çıkarları aleyhine faaliyetler yürüttüğü bilinmekte, görülmektedir. İçinde bulunduğu coğrafya, geçmişten gelen sorunlar, jeopolitik çıkarlar ve değişen konjonktürler yakın geçmişte de Türkiye’yi önemli ve tehlikeli dış müdahalelerle karşı karşıya bırakmıştır. Anadolu toprakları işgal edilmiştir. II. Dünya Savaşı ve Kıbrıs Türkiye’ye bugünkü ile mukayese edilmeyecek düzeyde ağır koşullar dayatmıştır. Ne var ki, geçmişte hiç bir hükümet, bugün yapıldığı gibi tüm sorunların, hatta yanlışların faturasını “dış güçlere” yükleyerek işin içinden çıkmaya çalışmamıştır.
Dış güçler söylemi
AKP’nin dış güçler söylemi birkaç cümleyle şöyle özetlenebilir:
Dış güçler Türkiye’nin “herkesi kıskandıran ilerlemesini” durdurma ve ülkeyi parçalama amacıyla tertipledikleri komploları, operasyonları (Cumhuriyet Mitingleri, Gezi, yolsuzluk iddiaları, darbe girişimi, terör, kredi notu düşürülmesi vb.) birbiri ardı sıra devreye sokmaktadır. Hâl böyleyken, siyasi ve toplumsal muhalefet dış güçlerin kuşatması ve komploları karşısında ya sessiz kalmakta ya da onların sözcülüğünü yapmaktadır.
Siyasi iktidar nasıl yararlanıyor?
AKP iktidarı dış güçler ve büyük oyun kurgusundan çok yönlü olarak yararlanmaktadır.
Geçim sıkıntısı ve güvenlik endişesi aynı nedene bağlanıyor
Dış güçler söylemi siyasi iktidara geçim sıkıntısı ile terör korkusu birleştirerek, her ikisinin aynı yerden kaynaklandığını gösterme imkanı vermektedir. Diğer bir deyişle ekonomik güvenlik ve can güvenliği gibi iki yaşamsal sorunun kaynağı Türkiye aleyhine girişilen oyunlar ve komplolar olarak adlandırılmaktadır. Böylece, büyük ölçüde siyasi iktidarın başarısızlıklarından kaynaklanan tüm karmaşık sorunlar basite indirgenmekte ve kamuoyunu tatmin edici açıklamalar yapmak daha kolay hale getirilmektedir.
Yeni mağduriyetler yaratılıyor
Söylem, AKP’nin geçmişten getirdiği ve günümüzde inandırıcılığını yitiren mağduriyet iddiasını güncellemektedir. Yani mağduriyetin kaynağı içeriden (elitler, darbeler, tek parti iktidarı vb.) dışarıya (Batı, terör örgütleri) dışarıya kaydırılmaktadır. Sonuçta, 16 yıllık iktidarına ve oluşturduğu parti-devletten sağladığı mutlak güce rağmen AKP kendisini hâlâ mağdur ve mağdurların partisi olarak gösterebilmektedir.
Otoriterleşmeye bahane bulunuyor
Dış kuşatmanın yarattığı güvenlik tehditleri bahane edilerek anti-demokratik yasalar ve uygulamalar olağanlaştırılmakta ve rejimin otoriterleşmesinin gerekli olduğu algısı yaratılmaktadır.
Lider kültü güçlendiriliyor
Lider, Müslümanların ve tüm mazlum halkların son umudu ve büyük oyunu bozacak eşsiz kahraman haline getirilmektedir. Bu yoldan lider kültünün daha geniş bir tabana yayılması sağlanmaktadır.
Milli ve gayr-ı milli kutuplaşması yaratılıyor
Söylem siyasi iktidarın karşıtlarını düşmanlaştırmasına ve kendi tabanını konsolide etmesine yaramaktadır. Nitekim tüm demokratik muhalefet; FETÖ, PKK ve Türkiye’yi kuşatan dış güçlerle işbirliği yapmakla suçlanmaktadır. Bu iddianın tabii bir uzantısı olarak toplum milli ve gayr-ı milli cepheler şeklinde ayrıştırılmaktadır.
“Dini” ile “milli” aynı tasta toplanıyor
Dış güçler söylemi “milliyetçi” söylem ile “dini söylemi” birleştirmektedir. Örneğin dış mihrakların saldırısına maruz kalan hem Türk milleti hem Müslüman ümmetidir. Saldıranlar hem Batı’nın büyük güçleri hem Haçlılardır. Dolayısıyla hem milliyetçi hem dindar-muhafazakâr tabana aynı anda ve aynı dille seslenmek mümkün olmaktadır.
İktidara tarihi misyonlar biçiliyor
Söylemin dini içeriği (Hilâl ve Haç çatışması) sayesinde yurt içindeki kutuplaşma bölge hatta dünya ölçeğine taşınarak, AKP iktidarına tarihi, dini ve milli bir misyon biçilmektedir.
Yanlışlar, yanıltmalar, çarpıtmalar
Dış güçler ve kuşatma söylemi bazı önemli konulara dikkat çekiyor olmakla birlikte özü itibarıyla bir iç politika malzemesi, bir propaganda kurgusudur. Bu nedenle “dış güçler söyleminin” ne ölçüde gerçekleri yansıttığı, ne ölçüde propaganda malzemesi olduğu sorusu enine boyuna tartışılmalıdır.
Türkiye’ye ve AKP’ye mi özgü?
Dış güçler ve kuşatma söylemi ana çerçevesi itibarıyla AKP’ye özgü değildir. Tam tersine otoriter rejimlerin ve sağ popülist hareketlerin görüşleri ve söylemleri ile önemli paralellikler göstermektedir. Bu yönetimler ve akımlar tarafından demokrasi ve hukuk tahribatı dış tehditlere karşı alınmış ya da alınması gereken zorunlu tedbirler olarak gösterilmektedir. Sorunların çözümü güçlü lider ve otoriter rejimde aranmaktadır. Karşıtlar, muhalifler çoğu durumda gayr-ı milli, vatan haini ilan edilmektedir. Ama karşıtların ve dış düşmanların kimler olduğu ülkeden ülkeye değişmektedir. Putin’e göre ülkesi Batı dünyasının kuşatması altındadır. Otoriter sağcı Kuzey Ligi’ne göre, İtalya için en büyük tehdit göçmenler ve bizzat üyesi olduğu AB’dir. Müslüman ülkelerle komşu olmamasına ve ülkede önemli bir Müslüman azınlık bulunmamasına rağmen Orban için Macaristan’a yönelik en büyük tehdit İslam kuşatmasıdır.
“Millilik mi” kutuplaştırma mı?
Siyasi iktidarın karar ve uygulamalarını sorgulamadan kabul eden herkes milli, eleştiren herkes gayr-ı milli addedilmektedir. Hiçbir siyasi, kültürel, toplumsal ve hatta ideolojik temele dayandırılmadan yapılan bu ayırım dış güçler söyleminin en yanlış ve en tehlikeli unsurudur. Bu iddia Türkiye’de seçmenlerin yarısını temsil eden siyasi partileri ya da toplumun onlara oy veren yarısını diğer yarısının nazarında gayr-ı milli olarak yaftalamaktadır.
Ulusal çıkarların savunulması mı?
Siyaset bilimciler ulusal çıkarların ancak uzun erimli ve tutarlı bir diplomasi anlayışı ve politikalarla savunulabileceği konusunda hemfikirdir. Oysa AKP’nin dış politikası, kah din ve mezhep; kah birinden kaçıp bir başkasına sığınma; kah iç politikada gösteriş yapma; kah yurt dışından borç bulma vb. gibi amaçlarla bir o yana bir bu yana savrulmuştur. AKP iktidarı boyunca, her defasında bir başka yöne olmak üzere “eksen kaymaları” tartışmaları gündemden hiç eksik olmamıştır.
İkincisi, önemli bir diplomasi kuralı dış politika konularının iç politika malzemesi yapılmamasıdır. Yapılmasının dış politika hedeflerine zarar vereceği görüşü geçmişte önde gelen devlet adamları sık sık tekrarlanmıştır. Oysa AKP hükümetleri dış politikayı sürekli iç politika malzemesi yapmaktan tereddüt dahi duymamaktadır.
Üçüncüsü, AKP iktidarı dış politikada muhalefet partilerinin ve farklı toplum kesimlerinin desteğini aramak yerine toplumu kamplara ayırarak bir tarafı daima karşısına almaktadır. Sonuçta, kendi içinde sürekli ayrıştırılan bir siyasi topluluğun dış politikaları ortak akılla belirleyebilmesi ve kararlılıkla savunabilmesi çok zor hale getirilmiş olmaktadır.
Bağımsızlık mı?
Siyasi iktidara yakın yazarlar dış güçlerin Türkiye’ye asırlardır süren boyun eğdirme çabalarına karşı ilk “dik duruşun” AKP iktidarı tarafından ortaya konulduğunu iddia etmektedir. Oysa AKP döneminde Türkiye’nin dış ekonomik kaynaklara bağımlılığı (ithalatın kompozisyonu, aşırı borçlanma, faiz yükü, vb.) rekor düzeylere ulaşmıştır. Üstelik ekonomide yapısal dönüşümlerin (eğitim, Ar-Ge, yaratıcılık, yenilik, vasıflı işgücü yetiştirilmesi, yüksek katma değer üretimi) ihmal edilmesi sonucu Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasındaki teknolojik uçurum büsbütün açılmıştır. Aşırı borç yükü ve teknolojik geri kalmışlık Türkiye’yi dünyanın en kırılgan ve başkalarına en muhtaç ülkelerinden birisi haline getirmiştir.
AKP’nin sözde “dik duruş” anlayışı, çoğu durumda, iç politika hesaplarıyla yapılan söylenmelerden ileri gitmemiştir. Ne var siyasi iktidar başı sıkıştıkça karşılıksız meydan okumaları bir yana bırakıp, duruma göre, Avrupa’ya, ya Rusya’ya, ya ABD’ye sığınmaya çalışmıştır.
Esneklik mi savrulmamı?
AKP sözcüleri ve bazı iktidara yakın yazarlar AKP döneminin dış politikasını değişen ortama ve koşullara uyum sağlama amaçlı “esneklik” kavramı kapsamında açıklamaya çalışmaktadır. Siyasi iktidarın dış politikasına damgasını vuran özellik esas itibarıyla hangisidir; tutarlı ilkelere oturtulmuş diplomatik manevralar mı yoksa temel referanslardan yoksun bir o yana bir bu yana savrulmalar mı? Bazı örneklerin kısaca altını çizmek dahi AKP dönemi dış politikalarının “ilkeli esneklik” kavramı ile açıklanamayacağını göstermek için yeterli olabilir.
AKP iktidarı Şii karşıtlığı güden Sünni-Arap ülkeleri ile yola çıkmış, gelinen noktada örneğin İran’la yakınlaşarak çok sayıda Sünni-Arap ülkesini karşısına almıştır. İslam dünyasını birleştirme iddiasıyla başlamış, zaman içinde en yakın komşuları ile diplomatik ilişkilerini asgariye indirmiş, hatta bazıları ile tamamen kopartmıştır. AB ile bütünleşme girişimlerinden Şanghay İşbirliği arayışlarına yönelmiştir. Rusya ile bir barışmış, bir çatışmış, sonra neredeyse stratejik işbirliğine doğru yelken açmıştır. ABD ile ilişkilerde Irak teskeresine verilen destek, Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanlığı, stratejik ortaklık vurgusunun yerini Haçlı kuşatması suçlaması almıştır. Ama her önemli darboğazla karşı karşıya kaldığında yüzünü yeniden Batı dünyasına çevirmekten geri durmamıştır. Dünyaya kendini özgürlük ve demokrasi misyonu ile tanıtmış, dünya kamuoyunda demokrasiden uzaklaşan ülke simgesi olmuştur. Koşullar ne kadar ağır olursa olsun böylesine savrulan bir dış politika serüvenini “esneklik” kavramıyla açıklamak mümkün değildir. Siyasi iktidarın yaptığı ve Türkiye’ye ağır külfetler getiren hataları “dik duruş”, “büyük oyunu bozma”, “yerli ve milli” politika koyma gibi klişelerle geçiştirmek mümkün değildir.
Sonuç
Dış güçler söylemi dar anlamda bir dış politika sorunu değildir. Önümüzdeki seçimlerinin başlıca gündem maddelerinden birisi ekonomik kriz olacaktır. Krizin sorumlusu dış güçler mi yoksa ülkeyi on altı yıldır yöneten siyasi iktidar mı? Kuşatma mı yoksa tek adam-başkanlık sistemi mi? Büyük oyun mu yoksa bir türlü gerçekleştirilmeyen yapısal reformlar mı? Kısacası, siyasi iktidarın en üst düzey yetkilileri tarafından da kabul edilen çözülmemiş sorunlar mı yoksa yabancıların müdahaleleri mi?
Bu tartışmalar yapılırken dış politika, ekonomi politikaları ya da eğitim politikaları yanlışlarını ortaya koymak yeterli olmayacaktır. Siyasi iktidar arkasına aldığı kütleye de dayanarak sorunlar ağır bastığı ölçüde dış güçleri sorumlu tutacak, kısmi de olsa düzelmeler sağlandığı ölçüde başarıyı dış güçlerin yaptığı atakların kendisi tarafından denetim altına alınmış olmasına bağlayacaktır.
Dış güçler, büyük kuşatma ve büyük oyun söylemi sağlam verilerle, tutarlı karşı iddialarla ve rahat anlaşılabilir biçimde eleştirilmeden seçmenlerin önemli bir bölümünün dikkatini siyasi iktidarın sorumluluklarına çekmek kolay olmayacaktır.