Foucault’ya göre akıl hastaneleri, hapishane ve okul gibi 18. yüzyılda disiplini sağlamak için örülen kurumsal duvarlardan biridir. Bu kurumların toplum yapısını değiştirdiğini, normali ve normal olmayanı keskin çizgilerle ayırdığını düşünür. Damgalama, stigma yani etiketleme, ötekileştirme ve ardından gelen ayrımcılık, farklıyı toplum dışına itme davranışları tarih boyunca var olsa da, sanayi devrimi ve kentleşmeden sonra daha da yükselir. Akıl hastalığı olanlar toplumda damgalamaya en çok uğrayan kişilerdir ve sıklıkla “deli” olarak damgalanır. Damgalamadan nasibini alan diğer kesimler, eşcinseller, daha yaygın olarak da batıda Afrika kökenliler, Müslümanlar, ülkemizde ise Kürtler, Aleviler ve diğer azınlıklardır. Damgalama sosyolojik bir sorun olmakla birlikte akıl hastalıklarının tedavisi ve rehabilitasyonunda önemli etkileri nedeniyle bir sağlık sorunudur.
Damgalamanın gerekçeleri; bu kişilerin korku uyandırmaları, ne zaman ne yapacaklarının belli olmaması, ruhsal sorunlarının olması, kontrol edilemeyen, başkaldıran kişiler olması, ekonomiye istenen katkıyı yapmamaları, kendilerine bile bakamamaları, toplumun beklentisine göre yaşamamalarıdır. Damgalama davranışlarının temelinde ise kendi gibi olmayana karşı korku, belirsizlikle baş edememe, kendine güvensizlik, yüksek anksiyeteye sahip kişilik gibi özellikler saptanmıştır. Daha önce ruhsal sorun yaşamış biriyle ilişkili kalıplaşmış önyargılar damgalamayı tutuşturur. Bu önyargılardan en sık görüleni ve doğru olmayanı ruhsal sorunu olan kişilerin zarar vereceği düşüncesidir. Toplumda aynı hastalığı yaşayan tüm kişilerin ayrımcılığa uğraması ve dışlanması ile sonuçlanan bu durum, bir kişinin hikayesinin yalan yanlış yayılması ile yuvarlanıp büyüyen bir kartopu gibidir. Bir kez bipolar bozukluk tanısı almış biri, herhangi bir anormal davranış göstermediği halde ruhsal hastalık etiketiyle damgalanabilir maalesef. Bipolar bozuklukta dışarıdan da fark edilen, aşırı coşkulu mani dönemleri oldukça kısa sürer ve kişi yaşamının önemli bir kısmını herhangi bir hastalık dönemi geçirmeden sürdürür. Hastalıkla geçen sürenin önemli kısmını ise, kişinin içe döndüğü, çaresiz, yetersiz hissettiği, uykunun, dikkatin bozulduğu, enerjinin, motivasyonun azaldığı, hatta ölüm ve intihar düşüncelerinin olabildiği depresyon dönemi kaplar. Sadece çok yakın çevrenin fark edebildiği, çoğu kez hastanın tembellikle suçlandığı depresyon dönemleri oldukça ıstıraplıdır. Depresyon döneminde kişiler, psikotik özellikler yoksa topluma zarar vermez. Bipolar bozukluğun doğasında depresyon dönemleri zaten nörobiyolojik olarak şiddetli ve uzun geçerken, yakın çevrenin bile suçlayıcı tutumu ve buna eklenen damgalama ile hasta ve ailesinin yaşamı alt üst olur.
Damgalama ile dışlayıcı, soyutlayıcı, ayrımcı tutumlar, hastaların daha az sosyal destek almalarına, daha az tedavi arayışına ve tedavi uyumunun az olmasına neden olur. Bu süreç tedaviyi sürdürmeme, izolasyon ve destek sistemlerini kullanamama ve içselleştirilmiş damgalanmaya neden olur. İçselleştirilmiş damgalanma, hastalık belirtileri uzun süredir olmasa bile hastalığı yaşayanlarda, utanç, farklılık, dışlanmışlık ve yetersizlik gibi duygulara neden olur. Kendilerini toplumdan geri çekerler, arkadaşlık ilişkileri, okul, iş yaşamı, sosyal ilişkiler zedelenir, depresif belirtiler şiddetlenir. Yani biyolojik olarak hastalık dönemlerinin tedavi edilmesine, iyileşmeye rağmen, damgalamanın yarattığı psikolojik etkiler, hastalıkta yerleşen davranışların devamına neden olur. Her iki tür damgalanma da, bipolar bozukluğun ve depresyonun her aşamasında; tedaviye başlama, karar verme ve sürdürmede bozucu etkiler oluşturacağı için, aşılması gereken önemli bir engel, adeta hastalığın içine gizlenen bir canavardır.
Her hastalığa ait damgalama farklı kültürlerde farklı olabilir. Ruhsal hastalıklar fiziksel hastalıklara göre daha ağır damgaya sahiptir. Utandığı için hipertansiyonunu, şeker hastalığını saklayan pek görülmezken, bipolar bozukluk, depresyon, şizofreni, obsesif kompülsif bozukluk, anoreksiya, alkol madde bağımlılığı gibi sorunlar yaşadığını kişiler dile getiremez, gizler. Oysaki dünyada her dört kişiden biri, yaşam boyu en az bir ruhsal hastalık yaşar. Tanımlamalara göre de, damgalama değişir; akıl hastalığı, ruhsal hastalıktan daha damgalayıcı kabul edilir. Batı’da ve bilim dünyasında, bizde kullanılan tabirle ruhsal hastalıkların, akıl hastalığı (mental illness) mı, beyin bozukluğu (brain disorder) mu olduğu tartışılmaktadır. Bipolar bozukluğun tedavisinde hayati öneme sahip ve tek tedavi olan ilaçları kullanmak daha damgalayıcı iken psikiyatr yerine psikoloğa gitmek, psikoterapi almak daha az damgalayıcı olabilir. Yaşam koçuna gitme, bitkisel, besin destekleri alma, ya da dini inanç sistemi ile ilişkili çare arama da, psikolojik tedavilerden daha az damgalayıcı olabilir. Özellikle son aylarda antidepresan ilaçların depresyon tedavisinde zararlı olduğu ile ilgili gerçek dışı, sorumsuz açıklamalar, ilaç tedavisinin hayati olduğu bipolar bozuklukta damgalamaya büyük bir ekleme yapmıştır. Yaşam boyu ilaç kullanmak, hastaneye yatarak tedavi görmek daha çok damgalayıcıdır. Toplumun hasta kişiye yönelik damgalama eğilimi, eğer kişi sosyal rollerini başararak toplum içinde var olabilirse azalmaktadır. Fakat çalışma hayatının içinde olabilmek, bu önyargıları aşmayı, bir nevi dağları delmeyi gerektirir. Damgalama davranışlarının ortaya çıkmasında, günümüzde motor etki, yazılı ve görsel medyada, en çok da televizyonlardadır. Enteresanlık katsın diye bir dizi film karakterinin bazı psikopatça davranışları, şiddet eğilimi bipolar bozuklukla ilişkilendirilebilir. Gerçeği yansıtmayan spekülatif bir hikaye, ülkemizdeki iki milyona yakın kişinin ve ailelerinin yaşamını mahvedebilir, hastalığı yaşayan tüm bireylerin üzerinde yıllarca çıkmayan leke olarak kalır. Habercilerin, senarist ve yapımcıların damgalamadaki etkileri ve topluma karşı sorumlulukları konusunda bilinçlenmeleri önemlidir.
Bu zorluklara rağmen, bipolar bozukluğu olanlar pek çok alanda sıra dışı, yaratıcı, çalışkan ve kıvrak olabilir. Özellikle yaratıcılık ve bipolar bozukluk arasındaki ilişkiyi inceleyen pek çok araştırma, sanatın pek çok alanında bipolar bozukluğun izlerini, başarılı bipolar sanatçıları, sanatçı olmasa bile kontrol gruplarına göre daha yüksek yaratıcılık puanları alan bipolarları ortaya koyar. Sadece siyasi tarihteki zaferler değil, kültürel ve sanat tarihi de, delilikle damgalanan bipolarların eserleriyle doludur. Bugün dünya, batıdan doğuya, Amerika Birleşik Devletleri’nden Kuzey Kore’ye çılgınca kararlarla yönetilirken, yaratıcılıkları bilinen, çok renkli ve üretken olan ve bipolar bozukluk tanısı alan kişilerin “deli” olarak damgalanması bir ironidir.
Bipolar bozukluğu olduğu bilinen Van Gogh’un doğum günü olan 30 Mart Dünya Bipolar Günü, farkındalığı arttırma ve damgalama ile mücadele günü olarak anılır. Damgalamaya neden olan toplumun yanlış inançlarını değiştirmek kolay değildir ve uzun süreli mücadele gerektirir. Ülkemizdeki bipolar bozukluğu olan hastaların yaklaşık yarısında saptanmış içselleştirilmiş damgalanmanın giderilmesi ile başlamak iyi bir yoldur. Bunun için önce bipolar bozukluğu yaşayanların hastalığı kabul etmesi, yüzleşmesi, bilgilenmesi ve bu durumu dile getirerek çevresini de bilgilendirmesi önemlidir.
2007 yılından beri bipolar bozuklukla ilgili farkındalık ve hasta/hasta yakınları arasında dayanışmayı arttırma, damgalamayı azaltma amacıyla çalışan Bipolar Yaşam Derneği’nin bu 30 Mart’taki kampanyası, bipolar bozukluğu yaşayanların kendilerini daha çok ifade etmeleri üzerine. #Anlatkibilinsin etiketiyle gerçek bipolar yaşamların, ilk ağızdan daha fazla paylaşımına fırsat yaratılmalı. Üç ayda bir yayımlanacak Bipolar Postası ve kısa belgesel film de kampanyanın diğer ögeleri. (Detaylar için: #anlatkibilinsin , www.bipolaryasam.org , twitter: @bipolardernegi , facebook: @BipolarYasamDernegi, instagram: @bipolaryasamdernegi )
Damgalama karşıtı çalışmaları başlatacak ve sürdürecek olanlar, içselleştirilmiş damgalanmadan kurtulan hasta ve hasta yakınlarıdır. Onların hastalığa, tedaviye, iyileşmeye olan inanca, eğitimlerine, iş yaşantısı ve sosyal yaşamdaki anayasal haklarına sahip çıkmaları, birbirlerine destek olmaları ve toplumda bu ışığı yakmaları hedeftir. Bipolar bozukluğu yaşayanların yaşamayanlardan daha çok tehlikeli ve daha az üretken olmadıklarını görmeleri, dile getirmeleri, damgalamanın önemli aracı olan medyanın da, damgalamaya karşı kampanyalarda etkin olup “tehlikeli deli” damgasının leke çıkarıcısı olması mümkün.
Kaynaklar:
1- Johnson SL ve ark., Creativity and bipolar disorder: touched by fire or burning with questions? Clin Psychol Rev. 2012;32(1):1-12. 2.3.4.Aydemir Ö. Bipolar bozukluğa yönelik tutumlar ve damgalama. 3P Dergisi. 2004. 12:61-4.
Üstündag MF ve Kesebir S. İki uçlu bozuklukta içselleştirilmiş damgalanma: Klinik özellikler, yaşam kalitesi ve tedaviye uyum ile ilişkisi. Turk Psikiyatri Derg. 2013. 24:231-39.
Taşkın EO. İçselleştirilmiş damga ve damgalanma algısı. Stigma Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumlar ve Damgalama. 1. Baskı. Taşkın EO (ed). İzmir. 2007.31-40
Prof. Dr. Sibel Çakır
İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi , Psikiyatri A.D, Duygudurum Bozuklukları & Geriatrik Psikiyatri Birimi
Bipolar Yaşam Derneği, Kurucu ve YK Üyesi,
Bipolar Bozukluklar Derneği, YK Üyesi,
Türkiye Psikiyatri Derneği, Duygudurum Bozuklukları Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü