Dünyanın en prestijli rock gruplarından Jethro Tull, 23 Kasım’da Volkswagen Arena’da unutulmaz bir konser vermeye hazırlanıyor. 55 yıllı aşkın geçmişinde rekabet halinde olduğu Led Zeppelin, Rolling Stones gibi gruplar arasında kendine özgü bir yer edinen; progresif rock, folk rock ve hard rock türlerinde çığır açan Jethro Tull, Grammy ödüllü müziği ve 60 milyondan fazla albüm satışıyla dünya çapında milyonlarca hayrana sahip. 40’tan fazla ülkede 3 binden fazla konser veren ve buna her yıl dünya çapında 100 yeni konser ekleyen grup, Kod Müzik organizasyonu ve Pozitif deneyimiyle İstanbul’a geliyor.
Jethro Tull’ın, flütü rock müziğe tanıtan adam olarak tarihe geçen solistleri Ian Anderson ile İstanbul konseri öncesi kısa bir soru cevap gerçekleştirdik.
- Müzik bu hayatta ilk tercihiniz miydi? Genç Anderson’ın ilk planı neydi?
Açıkçası, müzik benim ilk tercih ettiğim bir yol değildi. İlk olarak polis veya asker olmayı düşünmüştüm ama beni o yoldan uzaklaştırdılar. "Tamam," dedim, "belki gazeteci olurum." Yerel bir gazeteye gittim, çay taşımaktan başka yapacak bir iş vermezler diye düşündüm. Ama orada da yer bulamadım. Eh, o zaman dedim ki: "Dünya çapında bir rock yıldızı olayım bari." Ve işte buradayız! Plan C işe yaradı, ki bu başlı başına bir mucize olabilir.
- Müziğe ilginizi ilk ne zaman keşfettiniz? Ailenizden gelen bir ilgi miydi?
Babam fazla konuşmazdı ve hiçbir zaman onu müzik dinlerken yakaladığımı hatırlamam. Ancak bir gramofonu vardı, 78 devirlik eski bir cihaz, pirinç iğneleriyle çalışan. Çok geniş olmasa da savaş döneminin büyük caz orkestralarına ait küçük bir plak koleksiyonu bulunuyordu. Count Basie, Duke Ellington gibi isimlerin kayıtları… Bu plakları büyük bir özenle dinlememe izin verilirdi. O dönem kilise müziği ve biraz da İskoç halk müziği dışında pek bir şey duymamıştım, ama bu caz müziğinde beni içine çeken, açıklayamadığım bir şey vardı. Yıllar sonra bunun senkop ve blues gamından kaynaklandığını fark ettim. Bu duyguyu, dokuz yaşındayken Elvis Presley’nin ilk birkaç plağını dinlediğimde yeniden hissettim. Ve 15 yaşıma geldiğimde Muddy Waters gibi isimlerin müziğiyle tanıştım. Bu, müzikle olan bağımın gerçek anlamda başladığı dönemdi.
Ian Anderson
- Tüm bunların yanında klasik müziğe de ilginiz var değil mi?
Klasik müziğe olan ilgim zamanla gelişti. Örneğin Handel'in eserlerini ara sıra duyardım, ama özel bir ilgim yoktu. Ancak bir noktada onun operatik çalışmaları ve parçalarının inceliği beni etkiledi. Handel, Bach ve Beethoven gibi büyük ustalar, herkes gibi benim için de klasik müziğin zirvesini temsil ediyor. Beethoven’in Beşinci ve Dokuzuncu senfonileri, özellikle de Beşinci'nin açılış notaları, bana müziğin özündeki gücü hatırlatıyor. Bu, rock dünyasında "Smoke on the Water" gibi rifflerin taşıdığı etkiyle eşdeğer. Birkaç nota ile zamansız bir his yaratabilmek… Bu çok büyük bir başarı!
- Siz de flütü rock müziğine dahil ederek isminizi tarihe kazıdınız. Müziğinizi dinlerken Fareli Köyün Kavalcısı masalındaki çocuklardan biri gibi peşinizden sürüklendiğimi hissediyorum. Bu flüt süreci anlatır mısınız?
Başlangıçta gitar çalıyordum, ama Eric Clapton veya Jimi Hendrix seviyesine ulaşamayacağımı fark ettim. Bu yüzden kendime farklı bir yol seçmek zorunda kaldım. Flütle tanışmam ise tamamen rastlantısaldı. İlk başta bir notayı bile çıkaramıyordum; dört ay boyunca mücadele ettim. Birisi, "Boş bir bira şişesine üflemek gibi düşün," dediğinde işler değişti.
Flütü sahnede kullanmaya başladığımda, birçok kişi bunun bir blues grubuna uygun olmadığını düşündü. Ancak bu enstrümana kendime özgü bir yaklaşım getirdim, vokal tarzında, agresif ve güçlü bir ifadeyle çalarak onu rock müziğine entegre ettim. Geleneksel yöntemlerden sapmak, flütün rock dünyasında bir yer edinmesini sağladı.
- Jimi Hendrix’in adı geçmişken siz onunla ve onun gibi büyük isimlerle çalıştınız. Bu size nasıl bir iz bıraktı?
Hendrix ile tanıştığımda, 1969 yılıydı. Birkaç festivalde aynı sahneyi paylaştık. İnanılmaz yetenekli biriydi, ama maalesef çok erken aramızdan ayrıldı. Aynı şekilde Graham Bond gibi isimlerle de yollarımız kesişti. Graham’ı tanıdıktan birkaç hafta sonra trajik bir şekilde kaybettik. Bu kayıplar bana hayatın ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Ancak onların müzikle bıraktığı iz, her zaman hissediliyor.
Ian Anderson
- Herkes müzik dünyasına kendinden bir iz bırakıyor ve bu müzikal miras gün geçtikçe büyüyor. Son yıllarda müzik endüstrisinin evrimiyle bu oldukça hızlandı. Siz bu endüstrinin değişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle büyük bir değişim oldu. Analog kayıtların nostaljik sıcaklığından, dijital dünyaya geldik. Bu hem yeni fırsatlar hem de farklı zorluklar yarattı. Ancak müzik yapmanın temelinde hâlâ aynı şey var: İnsanlara hikayeler anlatmak ve duygularını paylaşmak. Bu dönüşümler karşısında, müziğin ruhunu korumak en önemli mesele. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, özü kaybetmemek gerekiyor. Ve belki de asıl mesele bu; eski rifflerden, melodilerden tükenen dünyamızda, yeniyi yaratmaya devam edebilmek.
- Bu hızlı evrimde genç müzisyenlere tavsiyeniz nedir?
Bugünlerde müzik dünyasına girmek kesinlikle çok daha zor. Heveslerini kırmak istemem ama ben gençken, belki yüz kişiden biri başarılı olurdu; şimdi bu oran on binde bire düştü diyebilirim. Bu yüzden her zaman bir B planları olmalı. Müzik dışında onları heyecanlandıran bir başka şeyi daha keşfetmeliler. Ama şunu da unutmasınlar: Eğer sahiden içten bir şeyler yapıyorsanız, orijinallik her zaman fark yaratır. Bu yüzden onlara sözüm: “Kalbinizi ortaya koymaktan çekinmeyin.”
- Sizin müzikten öğrendiğiniz en büyük ders ne oldu?
Hayatın bana öğrettiği en önemli şey, yolumuza çıkan zorlukları kabul etmek ve onlarla dans etmeyi öğrenmek. Hepimiz hayatta bir denge arıyoruz. Müzik ise benim için bu dengeyi korumanın yolu oldu. Bir yandan parti hayatından uzak durup sakin bir şekilde üretmeye odaklandım. Ama yine de sahnedeki her performansın özel olduğunu bilmek ve bunun tadını çıkarmak büyük bir motivasyon kaynağı.
Ian Anderson
- O halde sahne sizin için terapi alanı olmalı.
Konser sahnesi benim için bir tiyatro sahnesi gibi. Orada hikâye anlatıyorum. Müziğin ritmiyle bir oyun oynuyorum. Her performans bir meydan okuma gibi. Dengeyi, enerjiyi ve izleyiciyle olan o özel bağlantıyı korumak gerekiyor. Bu dengeyi bir kez yakaladığınızda ise her şey anlam kazanıyor.
- Son olarak siz sosyal projelerde de yer alan dünya meselelerine karşı söz söyleyen birisiniz. Bu konu iki cümle ile özetlenecek bir şey değil elbet ama neler söylersiniz?
Müzik, topluma hizmet etmek için güçlü bir araç. Pandemi sırasında birçok yardım projesinde yer aldım çünkü sanatın iyileştirici gücüne inanıyorum. Müzik sadece eğlence değil, aynı zamanda bir bağ kurma biçimi. İnsanların hayatlarına bir nebze de olsa dokunabiliyorsam, bu benim için büyük bir anlam ifade ediyor.
Aynı zamanda müzik, farklılıklarımızı aşmak için de bir araç. Dinler, politikalar, sınırlar insanları bölse de müzik her zaman birleştirici bir güç olmuştur. Dünya her geçen gün karmaşıklaşıyor. Ama bu karmaşa içinde müziğin evrensel bir dil olduğunu hatırlamak önemli. Hepimizin bir araya gelmeye ihtiyacı var ve belki de bunu başlatacak şey bir melodi olabilir.
Jethro Tull:
İngiliz rock grubu Jethro Tull, 1967’de Ian Anderson tarafından kuruldu. Progresif rock, folk rock ve hard rock türlerinde eserler vererek Led Zeppelin, Elton John, Rolling Stones gibi gruplarla rekabet halinde olan grup müzik dünyasında kendine özgü bir yer edindi. 1968 yılında çıkardıkları ilk albümleri "This Was" ile başlayan müzikal yolculukları, 1971'de yayınlanan ve büyük beğeni toplayan "Aqualung" albümü ile devam etti.
55 yılı aşkın kariyeri boyunca 23 stüdyo albümü çıkaran Jethro Tull, dünya çapında 60 milyondan fazla albüm sattı. Ian Anderson’ın kendine özgü vokali ve flüt performanslarıyla tanınan grup 1987’de "Crest of a Knave" isimli albümle Grammy ödülü kazandı. 40'tan fazla ülkede 3000'den fazla konser veren ve buna her yıl 100 konser ekleyen Jethro Tull, müziğin sınırlarını zorlamaya ve yenilikçi çalışmalara imza atmaya devam ediyor.
Grubun köklerine sadık kalarak modern bir dokunuşla 2023’te yayınladıkları son albümleri "RökFlöte" hayranları tarafından büyük beğeni topladı ve grubun müzikal ruhunu bir kez daha gözler önüne serdi.
|
Sümeyra Gümrah kimdir?
Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.
Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.
2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.
Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.
|