Erzincan İliç’te altın madenindeki faciayla ilgili savcılıkça hazırlanan iddianame geçen hafta tamamlandı.
Ülkenin yoğun gündeminde arada kaynamaması amacıyla bir kez de Büyüteç’e konu ettim, facia sürecini.
Anagold Madencilik adlı firmaya ait altın madeni ocağında geçen şubatta yaşanan faciada liç yığınından oluşan toprağın altında kalan 9 işçi yaşamını yitirdi, iki işçi sağ kurtarıldı.
Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma, on ayın sonunda iddianameye dönüştürüldü ve dava açıldı.
Savcılık, 69 sayfalık iddianamesinde yaşananları tek tek anlatmasına karşılık, “sanıklar hakkında istenilen cezanın yetersiz kaldığı” görüşü ortaya çıktı.
İddianamenin kamuoyuna duyurulmasıyla birlikte süreci başından itibaren takip eden mağdur avukatlarından Mürsel Önder’le görüştüm.
Önder’in ilk sözü, sanıklar hakkında istenilen cezanın yetersizliği oldu.
İddianamede, sanıklara yönelik istenilen hapis cezası “taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek” hükmünden. Oysa Avukat Önder, sanıkların işlediği suçun karşılığının “olası kastla ölüme sebebiyet vermek” olduğu görüşünde.
Önder; bu görüşüne, aynı zamanda iddianamenin esasında yer alan bilirkişi raporlarını kanıt gösterdi:
“Savcılığın en temel yanlışlarından birisi, sistemin ‘olay günü uyarı verdiği’ yönündeki değerlendirmesidir. Oysa Mayıs 2024 tarihli bilirkişi raporunda; 8 Şubat 2024’ten itibaren liçteki çatlaklara ait hareket hız grafiğinin olması gereken değerlerin üstünde olduğu, turuncu uyarı verdiği, olay günü sabah saatlerinden itibaren ise çatlakların gözle görülür büyüklüğe ulaştığı görülmektedir.
Sadece bu veri dahi olayın öngörülmez olmadığını, uzun sürelere yayılan sistematik yanlışların, umursamaz bir şekilde, sadece fazla üretime odaklı, insan ve çevre sağlığının hiç dikkate alınmayarak hareket edildiğinin kanıtıdır; bu nedenle sanıkların taksir değil, olası kastla cezalandırılmasının talep edilmesi gerekir.”
“‘Bütçe yok’ umursamazlığı”
Önder’in dikkat çektiği diğer bir konu ise, madende yapılan kazı sonrasında elde edilen liçin yüzeyde depolanması süreci.
Anagold firmasının işlettiği madene ait liç sahasının doğu kısmında radar sisteminin yetersiz olduğuna dikkati çeken Önder, “Şirket yöneticilerinin en az iki yıldır radar sistemiyle ilgili üst yönetimden talepte bulunmasına rağmen üst yönetimin ‘bütçe yok’ gerekçesiyle bu eksikliği gidermemiş olması, yöneticilerin bunu 2024 bütçesine aldıklarına dair savunmaları bir arada değerlendirildiğinde liç sahasındaki yüksek riski umursamamış olmaları taksir değil olası kasttan yargılanmalarını gerektiren başka bir delil” değerlendirmesini yaptı.
“Liçteki yarılmayı anlayan personel yok!”
Avukat Önder, telefon görüşmesi sırasında firma yöneticilerini ifadelerinde olmasına karşın iddianamede yer verilmeyen bir detaya dikkat çekti.
“Liç sahasındaki yarılmanın nedenini anlayan tesiste bir tane dahi personel yok” diyerek vahameti anlatan Önder, şunları söyledi:
“Bu sebeple, yarılmanın nedenini ve alınacak önlemleri öğrenebilmek için Amerika’daki tasarımcı şirketi aranmış. Ancak aradaki saat farkı nedeniyle olduğu iddia edilerek saatlerce hiçbir şey yapılmamış.
Liç sahasındaki sorunun ne olduğunu tespit etmek için çalışanlar liç yığının üstüne çıkarılmış ve bu nedenle yığın üstüne çıkan beş kişiden üç kişinin ölümüne, iki kişinin yaralanmasına sebebiyet verildi.
Bununla bağlantılı olarak ‘Jeoteknik ekipte personel eksikliği’ konusunda şüpheli konumda yargılanan yöneticilerin dahi beyanları olmasına rağmen iddianamede, bu konunun hiçbir şekilde değerlendirilmemesi de çok büyük bir yanlış. Bu durum, yapısal sorunun savcılık tarafından görmezden gelindiğini gösteriyor.”
“Şirkette acil durum eylem planı yok”
Önder, savcılıkça hazırlanan iddianamede yer almayan diğer konuyu, “Anagold firmasında acil durum eylem planı olmaması” şeklinde açıkladı.
“Şirkette acil durum eylem planının olmaması ve acil durumlarda ne yapılması gerektiği, kimlerin ne görevi olduğunun bilinmemesi iddianamede hiçbir şekilde değerlendirilmedi. Liçin kayması halinde sonuçlarının ne olabileceği konusunda hiçbir planlama olmaması, yaşanan olayı taksir sınırlarından çıkarıp olası kasta yaklaştıran verilerdendir.
Bu nedenle işçiler, paydos ettirilmemiş ve konteyner içinde saatlerce bekletildi. Risk doğru analiz edilip acil durum planı olsaydı, işçilerin paydos ettirileceği ve olay anında konteynerin içinde bulunan beş kişi hayatını kaybetmeyecekti.”
“Güvenli alan tanımlaması doğru yapılmadı”
Şirkette “güvenli alan” tanımlaması doğru yapılmadığını vurgulayan Önder, “bu nedenle güvenli alan olarak tanımlanan yere konan konteynerdeki beş kişi hayatını kaybetti. Bu tanımla doğru yapılsaydı; güvenli alan olarak tanımlanan yola kamyonlar girmeyecek ve kamyon şoförü hayatını kaybetmeyecekti” dedi.
Görüşmede, Önder’in son cümlesi, “Yıllara yayılan yapısal sorunlara karşı şirketin kayıtsızlığı, sadece kâr ve üretim odaklı çalışma sistemi, olayı taksir suçlamasından çıkarıp olası kasta götüren çok önemli deliller. İddianamenin gönderildiği Erzincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameyi iade etmesi gerekir” oldu.
İddianamenin mahkeme tarafından iade edilmemesi halinde yargılama başlayacak.
Süreci ve sonuçları itibarıyla önemli bir yargılama olacak.
Mustafa Çalışkan kimi / kimleri hedef aldı?
Mustafa Çalışkan
Büyüteç’in bugünkü ikinci konusu, bir süredir emniyet teşkilatı içinde yaşananlardan bir kesit…
Takipçilerin bildiği üzere, zaman zaman emniyet teşkilatında yaşananları - her ne kadar muhataplarının hoşuna gitmese de – gündeme taşıyorum.
Bu çerçevede, geçen hafta ilginç gelişme yaşandı.
AKP iktidarının, henüz FETÖ olarak adlandırılmadığı dönemdeki adıyla Fetullah Gülen cemaatiyle yol ayrımına girdiği 17-25 Aralık 2013’ün yıldönümü kapsamında dikkat çekici bir haber yayımlandı.
Hükümete yakın Sabah gazetesine konuşan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan, 17 – 25 Aralık 2013 sürecinde görev yaptığı İstanbul Emniyeti’nde FETÖ’nün sosyal medyadaki hesaplarından Fuat Avni’ye giden bilgilerin nasıl ortaya çıkarıldığını aktardı.
Gazeteden Muhammed Uzun’un haberinde Fuat Avni’ye emniyet içinden ulaştırılan bilgilerin ortaya çıkarılması sırasında kendi teşkilat mensuplarına “yemleme” taktiği yapıldığını “ilk kez” açıkladı Çalışkan.
Haberin devamında Çalışkan, “Bu tür hain hareketlerin olmaması için biz, devletin denetim mekanizmasının bir parçası olarak görevimizi devletin bekasının devamlılığı esasını hedef edinerek, gerek 17-25 gerekse 15 Temmuz hain darbe girişiminde canla başla ve sadakatle yerine getirmenin vicdani huzuru ile sonuna kadar görevimizin başında olacağız” değerlendirmesini yaptı.
Kanımca, Çalışkan bu cümleleriyle yine teşkilat içinde birisi / birilerine açıktan mesaj verdi.
Kısa süre önce Emniyet’teki son tayinlerin perde arkasını yazarken, İstanbul’a atanan Selami Yıldız’ın önceki görevi Emniyet İstihbarat Başkanı olduğu dönemde aynı zamanda mevkidaşı ve meslektaşı Mustafa Çalışkan’la ilgili özel dosya hazırlayıp İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya götürdüğünü açıkladım.
Aynı yazıda, Yıldız hakkında FETÖ’nün “DA”, yani “daha önce örgüt derslerine gelip gitmiş olanlardan küsüp ayrılarak FETÖ aleyhinde konuşan, zarar vermek için konuşan kişileri” ifade ettiğini aktardım.
Bu iki bilgiyi, gerek haberin metni gerekse Çalışkan’ın açıklamasıyla örtüştürüldüğünde ortaya çıkan tablonun taşıdığı anlamı okura bırakıyorum.
Çalışkan’ın ortaya koymak istediği tablodan bağımsız olarak “köstebek” konusunda bir ekleme yapayım.
Şöyle ki; Çalışkan’ın başında bulunduğu Terörle Mücadele Şubesi, Fuat Avni’ye giden bilgilerin bir bölümünün İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi’nden ulaştırıldığı bilgisini elde etti.
Çalışkan bu bilgi üzerine kadro değişikliği yapılması yönünde hamle yaptı. Ancak, atamalardan gayri resmi sorumlu olan polis müdürünün direnci nedeniyle kadro düzenlemesi gerçekleşemedi. Bu dönemde İstihbarat Şubesi, Terörle Mücadele Şubesi’ne bilgi aktarımı da yapmadı.
Sonuçta, sonrasında İstanbul Emniyet Müdürü olan Çalışkan, Fuat Avni’yle bağı olduğu gerekçesiyle personelin tayinlerini çıkardı.
Yeri gelmişken, yine 17 – 25 Aralık süreci günlerinden bir anekdotla yazıyı tamamlayım.
Gülen grubuyla bağı olan personelin İstanbul Emniyeti’nden tasfiye edildiği, boşalan kadrolara ise, cemaatle bağı olmadığı bilinen isimlerin görev başı yaptığı günler…
İstanbul Emniyet Müdür yardımcılarının değişimi sonrasında, bir emniyet müdür yardımcısının makam odasında başka emniyet müdür yardımcılarının katılımıyla cemaatle mücadelede durum değerlendirmesi yapıldığı sırada, hâlen aktif görevde olan bir polis müdürü, “Bu, Tayyip’le cemaat arasındaki kavga. Ben karışmam” cümlesini kurdu.
Gülen grubuyla mücadele başlatan dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı kasteden cümleyi kuran polis müdürünün kim olduğunu meslektaşları gayet iyi biliyor.
Ve işin ilginci, o polis müdürü zaman içinde altında Erdoğan’ın imzasının yer aldığı kararnamelerle hep “güzel görevlere” getirildi. FETÖ’yle de ne kadar mücadele etti, o da tartışılır kayıtlara bakıldığında.
Bu yaşanmışlık da anekdot olarak kalsın…
Tolga Şardan kimdir?
Tolga Şardan, 1988'de yerel olarak yayınlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği , Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı.
Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberler Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık görüldü.
Ayrıca Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu.
Şardan, 2019'da Doğan Kitap'ta yayımlanan " Komonist Masası'nda Nazım Hikmet " adlı araştırma sürecindeki kitabını kaleme aldı.
2019'dan bu yana T24'te en çok güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor .
|