Açık Radyo’nun karasal yayın lisansı RTÜK tarafından iptal edildi
Açık Radyo, eski bir uluslararası hukukçu olan ve gazeteci Ömer Madra’nın kurduğu, benim de özellikle dünyadan farklı ve nadir bulunan ezgiler çaldığı için işe giderken veya yolculuk yaparken dinlediğim bir radyoydu. “Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık radyo” sloganıyla eskiden 94,9 frekansında yayın yapıyordu sonra tam 95’e kaymış. Ben frekansı kaydırmadığım için olsa gerek uzun zamandır dinlememiştim.
Geçen hafta basında, bu radyonun yayın lisansının Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından iptal edildiğini okudum. Merak ettim RTÜK kararını buldum. Kararda, bir Açık Radyo yayınında “Ermeni Soykırımı” ifadesi geçmesinin gerekçe olduğu görülüyor. İfade şöyle bir bağlamda geçmiş:
“AÇIK RD çağrı işaretiyle yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 24.04.2024 tarihinde saat 08:00’da yayınladığı, Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Cengiz Aktar’ın ülke gündemine ilişkin gelişmelerin değerlendirdiği ‘Açık Gazete’ adlı programda geçen diyaloglarda; ‘Günaydın Cengiz, merhabalar.- Evet günaydın Ömer, günaydın Özdeş, günaydın Andre. 24 Nisan 2024. Evet, Ermeni, yani Osmanlı topraklarında gerçekleşen tehcir ve katliamların, soykırım olarak adlandırılan katliamların 109. yıldönümü, sene-i devriyesi. Bu yıl da anma yasaklandı biliyorsunuz.- Biraz önce birazcık değinmeye çalıştık. İlk yasaklanmalardan falan açılışta birazcık bahsettik.- Evet, Sultanahmet’te, Haydarpaşa’da, Taksim’de ve Kadıköy’de cereyan ediyordu. Yani her sene farklı yerlerde oluyordu. Daha ziyade, ilk önce 2010'da, Taksim’de idrak edilmişti. Evet ama artık orada yapmak mümkün değil yani, Ermeni soykırımı anması ve ama buna rağmen hükümet bir taziye yayınlıyor, gene yayınladılar biliyorsunuz, tam ne yaptıkları da belli değil yani evet...” şeklinde ifadelere yer verildiği tespit edilmiştir.”
Bu alıntıya bakılırsa Cengiz Aktar, doğrudan “Ermeni soykırımı olmuştur” vb. bir şey söylemiyor.
Evet, yaşananların bir “katliam” olduğunu söylüyor ama kendisi “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanmıyor, bunu aktarıyor.
Program konuğunun sözlerinin programı yönetenlere ve genel olarak yayıncı kuruluşa ne ölçüde atfedilebilir bu da ayrı mesele.* Bu nüans dahi ayrı bir inceleme gerektirirdi aslında. Ama teferruata girmeyeceğim.
Bu kararı, Sayın Aktar’ın gerçekten de 1915’te bir “Ermeni soykırımı” olduğunu söylediğini varsayarak bir değerlendirme yapmak istiyorum.
“Soykırım” kavramı ve etrafındaki hassas dengeler
Soykırım fazlasıyla yüklü ve ağır bir sözcük. Bu minvalde değil pozisyon almak, tartışmaya girmek dahi çok riskli. Bunu bizzat kendi deneyimimden biliyorum. Ucundan bir şeyler söyleyecek olsam bir taraftan “kripto Ermeni”, “batı yalakası” kabilinden, diğer taraftan “devletçi”, “gizli ırkçı” gibi asılsız ithamlarla karşılaştım, karşılaşıyorum. Konunun fanatikleri fena hâlde agresif.
Daha önce farklı biçimlerde ortaya koymuştum. Hazır konu açılmışken bir daha netleştireyim: Ben kişisel olarak 1915’te yaşananların, “büyük bir trajedi”, hastalık ve soğuk gibi faktörlerle ölüm anlamıyla “kırım”, “mukatele” (karşılıklı olarak birbirini katletme) gibi farklı biçimlerde nitelendirilebileceği ama eldeki verilere göre bir hukuki terim olarak “soykırım” ifadesinin kesinlikle uygun olmadığı düşüncesindeyim.
Soykırım, hukuki ve çok özel bir kavramdır. Bu suçun maddi ve manevi ögeleri ve bu ögelerin ortaya konulması için gerekli ispat kuralları ile kanunların geriye yürüme koşulları ortadadır. Böyle bir tanımlamanın sabit hâle getirilebilmesi için de adil bir muhakeme sonucunda bir mahkeme kararı gerekir.
Şu da var: Yaygın söylemin aksine böyle bir tanımı bağlayıcı biçimde yapmak, gazetecilerin, tarihçilerin veya parlamentoların işi değildir. Bu kişiler ve organlar tabii ki özgürce görüş bildirebilirler. Hatta özellikle tarih incelemeleri, bu bağlamda lehe veya aleyhe kanıtların ortaya konulması için önem arz eder ama daha fazlasını sağlamaz. Olguyu nesnel olarak saptamak, bizzat yargı organlarının işidir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Yahudi Soykırımı
Dedim ya mesele evvela bir hukuk meselesidir. Şu hâlde mahkemelerin ne dediğine bakmamız gerekiyor. Bu konuda en verimli kaynak, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin kararlarıdır.
Mahkemenin “soykırım” kavramına ilişkin içtihadı epeyce zengindir. İçtihat, Yahudi Soykırımı yani Holokost özelinde geliştirilmiştir. İHAM’a göre Holokost “açıkça sabit bir tarihsel gerçek”tir. İnsanlığa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamında sonuçlara ulaşılan Nürnberg yargılamalarında bu gerçek saptanmıştır. Nazi rejiminin Yahudilere, Romanlara, siyasi muhaliflere, engellilere ve diğer gruplara karşı sistematik bir imha politikası yürüttüğünü hukuken kabul etti. Bu gerçeğin inkârının sadece bir görüş açıklaması değil; insanlık tarihinin en büyük ve yargısal olarak saptanmış kıyımlarından birini haklı çıkaran, yani ırkçı bir tutumdur. Dolayısıyla “Yahudi Soykırımı yoktur!” diyen bir kişinin söylemi, Yahudilere karşı nefreti körükleme biçimlerinden biri sayılır. Holokost inkârı, tarafsız bir tarihi araştırma gibi gösterilse bile, değişmez biçimde demokrasi ve Yahudi karşıtı bir ideoloji olarak kodlanmıştır.
Bu konudaki içtihat yerleşik.
Gelelim 1915 meselesine.
Avrupa hukuk çevrelerinde, Holokost inkârına ilişkin bu içtihadın, 1915 olayları için de geçerli olup olamayacağı uzun yıllar tartışıldı. Buradan hareketle “Ermeni Soykırımının inkârı suç sayılmalıdır” görüşleri ileri sürüldü. Hatta bazı devletlerin parlamentoları bu görüşü benimsedi.
Bu ülkelerden biri İsviçre’ydi.
Doğu Perinçek bu ülkede böyle bir görüşü ileri sürmenin suç sayılmasına tepki gösterdi. 7 Mayıs 2005’te Lozan’da “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır!” temalı bir basın açıklaması yaptı.
Bu bir sivil itaatsizlik eylemiydi. İsviçre makamları Sayın Perinçek’e hapis cezasına ikame para ceza kesti ve konu İHAM’a taşındı. Dolayısıyla yıllardır tartışılagelen “Holokost ile 1915 aynı mıdır” sorusuna ilk kez yanıt verilme olanağı doğmuş oldu.
Perinçek/İsviçre kararı: Holokost başka, 1915 başka!
İnsan Hakları Mahkemesi bu vakada söz konusu beyanı Holokost inkârından açıkça ayırdı. Burada ayrıntılarına girmek mümkün değil ama özetleyelim:
Mahkeme, bu sözlerin iğneleyici olduğunu kabul etti ama Perinçek’in Türklerin ve Ermenilerin yüzyıllarca barış içinde birlikte yaşadığına dair göndermelerini, olayların mağdurlarını küçümseyici sözler etmediğini, hatta katliamlar ve toplu sınır dışı işlemlerinin varlığını reddetmediğini ve fakat asıl hedefinin “emperyalistler” olduğunu kaydetti. Bu bakımdan Perinçek’in sözlerinin Ermenilere karşı nefret ve hoşgörüsüzlüğü tahrik eden bir niteliği olmadığı sonucuna ulaşıldı.
Soykırım konusundaki her tartışmanın kaçınılmaz olarak belli bir millet, etnik, ırksal veya dini grubu odağına alacağını, bunun tek başına “ırkçılık” anlamına gelemeyeceğini söyleyen Mahkeme, söz konusu sözlerin İsviçre’de veya Türkiye’de Türkler ile Ermeniler arasında ciddi sürtüşmelere yol açabileceğine veya Ermeni düşmanlığının beslendiğine dair hiçbir delilin bulunmadığı sonucuna vardı.
Mahkeme ayrıca bu olaylardan doksan yıldan fazla zaman geçtiği ve sağ kalan çok az sayıda insan bulunduğu ve bu konuda Avrupa ülkelerinde de tam bir mutabakata bulunmadığı faktörlerini hesaba kattı ve ekledi: Ermeni diasporasının bu konuya büyük önem atfetmesi ve bir ölçüde anlaşılabilir olan hassasiyeti, bu bağlamda ifade özgürlüğünün sınırlarını esaslı biçimde belirleyemez.
Sonuç itibarıyla Doğu Perinçek’in ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varıldı.
Kararı oldukça güçlü ve bence kesinlikle tutarlı.
Perinçek kararı, “Açık Radyo” vakasına da uygulanır
Perinçek kararının -atıf yapılan diğer içtihatlarla birlikte okunduğunda- bize söylediği iki önemli şey var.
Birincisi; 1915 olayları ile Holokost bir değildir. Yani “Ermeni soykırımı inkârı”, kategorik olarak ırkçı değildir.
İkincisi ve daha da önemlisi “Ermeni soykırımı yalandır” demek de “Ermeni soykırımı gerçektir” demek de ifade özgürlüğü kapsamındadır. Irkçı bir saik ve dezavantajlı gruplara şiddet teşviki saptanmadıkça bu özgürlüğe müdahale haksız olacaktır.
Somut olayı incelediğimizde “Ermeni soykırımı” ve “katliam” ifadelerinin bizzat Türklere, Türk milletine dönük ırkçı amaçlarla değil, Osmanlı Devleti’ne ve bu çizgideki güncel politik hatta dönük bir söylem olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Politik görüşümüze göre bu söyleme katılabiliriz veya katılmayabiliriz ama külliyen Türklere karşı nefreti körükleme amacı ve kitlelerin tahriki konusunda açık ve yakın bir tehdit ortaya konmadıkça bu sözlere yaptırım uygulanması ifade özgürlüğüne aykırı bulunacağı açıktır.
Üstelik yaptırımın sözü söyleyen durumunda bile olmayan yayıncı kuruluşa uygulanması, sorunu iyice katmerleştirecektir.
* * *
Tam yeri gelmişken burada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanken dile getirdiği ve resmî kaynaklarda hâlâ yayında duran şu konuşmasını aktarmak anlamı olabilir:
“Türkiye'de 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir. Türkiye’deki bu özgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hatta bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir. Ne var ki, tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir.”
* * *
Konuyu şöyle toparlayayım: Türkiye’de güvenliği özgürlüklerin fazlasıyla önünde tutanların uydusuna takılan adeta bir “anahtar sözcükler” listesi var. “Katliam” bu sözcüklerden biri. Devlete katliamcı dendiği an, yaptırım yapıştırılıveriyor.
Örnek mi? Saymakla bitmez.
İHAM’ın Özgür Radyo-Ses Radyo/Türkiye, Karkın/Türkiye, Karakoç/Türkiye, Emir/Türkiye, Ulusoy/Türkiye, Mehmet Hatip Dicle/Türkiye, Özer/Türkiye (No. 3), Ceylan/Türkiye, Sürek ve Özdemir/Türkiye, Kerestecioğlu Demir/Türkiye, Ünsal Öztürk/Türkiye, Yüksekdağ Şenoğlu ve diğerleri/Türkiye kararlarını buraya linkleriyle sıralayabiliriz.
Anayasa Mahkemesinin kararlarını da şuraya bırakıyorum.
Bu kararlar gösteriyor ki devlete “katliamcı” demek de ifade özgürlüğü güvencesinden yararlanır.
Yanlış anlaşılma olmasın: Böyle ifadelere ceza vermemek, devleti gerçekten veya otomatikman “katliamcı” kılmaz. Gerçekten kendine güvenen devlet, sert eleştirileri baskıyla değil, daha fazla özgürlükle karşılar ve en güzel yanıtı böyle verir.
Şunu da eklemeden yapamayacağım: Böyle sorumsuzca uygulanan yaptırımların politik de bir yönü var. Böyle cezaların verilmesi ifade özgürlüğünü zedelediği ve meselenin sağlıklı tartışılmasına izin vermediği gibi, tarihsel açıdan yanlış ithamlarda bulunanların ekmeğine yağ sürüyor.
Yani aslında sonuçları itibarıyla hiç de yurtsever bir pozisyona denk düşmüyor…
* Meraklıları için bu konularda açıklama getiren bir ilke kararını şuraya bırakıyorum.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|