Nevruz kutlamaları
Türkiye’de her yaşamsal olay, durum siyasidir.
Aslında bu sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da böyledir, fakat gelişmişlik ve demokrasi düzeyi azaldıkça bunun gözle görünürlüğü artar diyelim.
Şimdi olası bir barış süreci mevzubahis malumunuz.
Tanınmış gazeteciler, yorumcular, düşünce insanları -artık nasıl tanımlarsanız- bir bir fikir beyan ediyorlar. Gözüme takılanların çoğu Öcalan’ın aracılar eşliğinde ‘dışarıya’ yolladığı müzakere ortamı oluşturmaya yeşil ışık yakan o kısa notları yetersiz bulmaktan, bazısı da demokrasi vurgusunun azlığından ve Erdoğan- Bahçeli isimlerinin ‘sayın’ kelimelendirmesiyle taçlandırılmasından şikâyetçi. Kürtler mevzubahis olduğunda değişmeyen ‘bizi sattılar’ duygusu zaten hep masada.
Birinin birini ‘satması’ için önce oluşmuş bir birlik, birliktelik gerektiğini kimse bu insanlara anlatamıyor bir şekilde.
Anlamak istemiyorlar, çünkü ‘koşullar’ anlamaları için müsait değildi geride bıraktığımız yıllarda.
Şimdi izleyiniz, koşullar oluşursa ve devletin ‘Kürt onayı’ alınırsa o algılar ve söylemler nasıl hızla değişecek.
Ortam nasıl dostluk kokacak. Koksun da nasıl kokarsa koksun diyeceğiz biz de elbette, ne diyelim.
Mevzu barış olunca boynumuz kıldan ince…
Ama fotoğrafları da çekelim.
Meseleleri de gerçekten cereyan ettiği yerden değerlendirelim.
Düşünce işi entelektüellerin namusudur, devlet politikalarıyla belirlenemez.
Ama işte bizde işler nasıl yürüyor, fotoğrafı bir netleştirelim isterim.
Bakınız, Kürt olmaya dahi gerek yok, barış süreci bittiği anda düşünce dünyasından popüler, tanınmış, bilindik kimileri Kürt düşmanlığına varacak bir savrulma yaşadılar. Oysa süreçte birbirlerine ‘heval’ diye hitap ediyorlardı. (Kürtçe ‘yoldaş’ manasına gelen terim)
Biz bunları gördük, yaşadık!
Her sürece sıfırdan başlayanlar var bir de. Öyle hemen kendini yeni ayarlara alıştırmadan bir küçük itiraz dillendirenler şimdi de diyorlar ki, “yahu ‘bebek katili’ dedin, ‘asıcam’ dedin, bunun üzerinden siyaset yaptın, şimdi bu adama kurtarıcı muamelesi yapıyorsun…”
Oysa bunu ilk yapışları bile değil!
Peki sen neredeydin arkadaşım, o süreçlerde ne konuştun, ne yazdın da bugün sıfırdan başlatabildin kendini?
Bunları soran da yok, cevap verebilecek zaten hiç yok!
Bakınız, bu iki grup düşünce insanının birbirinden hiçbir farkı yoktur. Düşünce dünyaları aynıdır ve aynı masada oturmaktan beis duymazlar.
Devlet ne diyorsa düşünceler o yönde belirlenir, belirlenecek de.
Abartma mı diyorsunuz, dikkatle izleyin bakın görün abartı var mı!
Oysa düşüncede çok seslilik ve haksızlıklar karşısında bir bütün olabilmek barışı da getirir, haksızlığı da belli bir ölçüde yok edecek güce sahiptir.
Üstelik bunlar için yarım asır beklemek, yaşananlara göz yummak, bilmem nasıl adlandırılmalıdır.
Özetle şimdi konuşulanları bir kenara not alın.
Eleştirdikleri ne varsa, küçümsedikleri kim varsa bu sürecin ‘devlet ayağı’ olumlu yönde devam ettiği takdirde ve sürece hepimizden önce benimser, newroz alanlarında Öcalan baskılı tişörtler giyip selfiler paylaşırlar.
Mübalağa yok, geçmiş deneyimler var!
Diyeceksiniz ki, barışı desteklemesinler mi?
Elbette desteklesinler. Ama bir insan barış yanlısıysa barış yanlısıdır, Kürtler özelinde düşüncelerini siyasete göre şekillendirmez. Ortalama bir entelektüel ahlakına göre geçen yıllar içinde tutuklanan, sorgulanan, canı sıkılan, dert çektirilen, Kürt meslektaşımıza veya düşünce insanına yaşatılanlar karşısında günlük politikalara göre duruş belirlenemez.
Hani resmini çekelim isterim, bizim birçok entelektüelimiz ne kadar omurgalı ki ülkeden ne bekliyorsun diye bir bakalım istedim.
Kürt meselesine dair düşüncelerimizden ötürü, fikirlerimizden ötürü önce kendi meslektaşlarımızın, sonra da medya kuruluşlarının sansürüne uğramış insanlarız biz. Bu kulaklar neler duydu, inanın yazsam utanırsınız.
Şimdi o sözlerin sahipleri beklemede, devlet nasıl bir tutum alırsa onlar da öyle konuşmaya başlayacaklar.
Tuğçe demişti dersiniz!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|