13 Aralık 2024

Nerede o eski savaş muhabirleri!

Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor. Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Mesleğe ilk başladığım yıllarda savaş muhabirleriyle bazı uluslararası basın toplantılarında denk gelir ve onları hayranlıkla izlerdim. Hâlleri, tavırları adeta yaşadıkları zorlukların, kotardıkları işlerin etkisiyle bizlerden çok daha rahat ve öz güvenli gelirdi bana.

Ben Nevin Sungur ve Kaya Heyse’ciydim. Olaylı bölgeleri, savaşları, kritik anları onlardan takip ederdim. Onların haberlerini doğru ve güvenilir bulurdum.

Elbette Coşkun Aral ve Mithat Bereket’in de takipçisi çoktu.

Şimdi bakınca o yıllar sanki başka bir gerçeklikte, bambaşka bir ülkede yaşanmış gibi.

O günlerde de mesleğe, koşullara, haklarımıza yönelik eleştirdiğimiz, memnun olmadığımız pek çok şey vardı tabii ama şimdi bakınca nitelikli ve gerekli özellikleri içinde önemli ölçüde barındıran bir medyamız varmış.

İnsan bunları düşününce hüzünleniyor, inanın.

Türkiye konumu itibarıyla bir ateş hattının içinde.

Orta Doğu’da yapılan her hamle bizi de geleceğimizi de bundan sonraki yaşamlarımızın seyrini de etkiliyor, etkileyecektir.

En basitinden, Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor.

Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Güvenerek takip edebileceğimiz, işini bildiğimiz, inandığımız bir tek kişi yok!

Her önemli dönemeçte işi asla bu olmayan birtakım meslektaşların olay yerine gönderildiğini görüyoruz.

Ne savaş bilirler ne Suriye bilirler, aktif olan örgütlerin adını tam olarak öğrenmeleri bile beş günlük bir geçmişi barındırıyor.

Hâliyle ortaya çıkan sonuç, gazetecilikten biraz daha farklı olarak, ‘bu iş Türkiye’ye istendiği gibi yansıtılacak şekilde ele alınıyor’ gibi bir algı oluyor.

Bu algıyı oradan yapılan yayınlar ve yorumlar da destekliyor elbette.

Hatta bölgeye gönderilen bazı isimlerin ta kendisi de bu algıya tuz biber ekiyor.

Asla yanlış anlaşılmak istemem, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkına inanan biriyim.

Suriye halkı Esad’ın devrilmesini istiyordu, BAAS rejiminin sona ermesini diliyordu.

Kimileri gibi, Esad rejimini salt ‘Orta Doğu’nun son seküler devleti’ olarak adlandıracak kadar şuursuz olmadığım gibi halka yönelik de “seviniyorsunuz ama aslında bundan sonra bittiniz siz” gibi üstten bir yerden yorum yapmayı da kendime yakıştıramam.

Aslında benim derdim, kendi mesleğimin düştüğü bu acınası hâlin net bir fotoğrafını çekmektir.

Türkiye’de de bir rejim değişikliği yaşandığını kabul etmekte zorlanıyoruz ama sadece gazetecilik mesleğine baktığınızda, icra ediliş biçimini sorguladığınızda nasıl bir fanusun içine kıstırılmış olduğumuzu da çok daha net görebiliyoruz.

Bırakın gazeteci olmayı, seyirci olarak, haber alma hakkı olan vatandaşlar olarak Suriye’de yaşananları başka ülkelerin muhabirleri veya alternatif medya üzerinden takip ediyoruz.

Neden?

Çünkü orada bulunan çok sayıda ‘isim’ bize güven vermiyor, oraya hangi fikri desteklemek amacıyla gönderildiklerine ilişkin olarak içimizi kemiren düşünceleri susturamıyoruz, zaten bazıları ortaya attıkları iddialarla kafa karıştırıp iç tartışmalara neden de oluyor, kimse saf değil herkes aslında olan biteni anlıyor! Ve en önemlisi Suriye’ye gidip oradan yayın yapan ‘isimlerin’ çoğunun uzmanlıkları da bu değil!

Neden ve nasıl tercih edildikleri tartışmalı!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Huysuz Virjin'i yaşatmak neden önemli?

Armağan Çağlayan’ın ‘Seyfi Bey’ adlı tek kişilik biyografik oyununu izlerken hem politik hem magazinel hem de toplumsal meselelerin kısa tarihini izlemiş gibi oldum… ‘Huysuz Virjin’ Seyfi Dursunoğlu’nun Türkiye sanat dünyasına devrim yaparak girişi ve yasaklanarak çıkışı arasında izlediğiniz, hüzünlü yakın geçmişimiz de oluyor aslında

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

Yoksa sen de bir kadın düşmanı mısın?

Kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı. Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı… Soruna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun, onu derhal yaptığı kadın düşmanlığıyla yüzleştirmeniz gerekir

"
"