16 Temmuz 2024

Muvakkit'in muvazenesi

"Vakti kaybettin mi?" diye sordum ve "Sevdiğimizi kaybedince vakit duygusunu da kaybetmiş gibi oluyoruz ya"...

On gün mü oldu yoksa on yıl mı sevdiğimden ayrılalı, bilemiyorum, kaybettim vakti, vakitsiz kalmak tuhaf, turfa, turşî bir durum. Acayip, ekşi. Bir manası, bir telmihi, bir işareti de yok sözlerimin. Gayb ile aramdaki perde kapalı, bir şey göremiyorum. Görsem, hakikate ersem, hakikat de muvakkat, değişir az sonra.

Muvakkite ne olduğunu bilemediğim bazı diyeceklerim var. Düşünmeden, düzenlemeden olduğu gibi söylesem, o da beni anlayıp sormayı bilemediğim sorunun cevabını verse. Ben onun cevabından ne sorduğumu anlasam. Muvakkitle, o şefkatli, deryadil aşinayla karşılaşmaya ihtiyacım var. (Bu da değişir, her zaman öyle gelmiyor bana.)

Zamanın Kumları, Liz Whaley

 * * *

Hikmet sahipleri, satırdan ziyade sadırdan gelen bilgiyle hayatın esrarına vakıf bulunanlar, herhalde şu ikisini anlamış olanlardır. Vakit, kimilerine göre yerine konulamayan ve geriye döndürülemeyen tek sarf malzemesi, her duruma ve nesneye bir geçicilik vasfı ilave eder. Geçiciliğin farkına varmak iki yönlü bir duygu uyandırsa gerektir. Bir yandan geçici olan tam da geçici olduğu için kıymet kazanır. Diğer yandan eğer kişinin maddi ya da manevi metaı saman alevi kadar ısıtacak, sabun köpüğü kadar dayanacaksa bunlarda bir kıymet bulmak kolay mıdır? Bu da hikmet sahiplerinin anlamış olacağı ikinci konuya getirir bizi, azlık-çokluk ya da geçicilik-kalıcılık dâhil hangi durum ele alınacak olursa olsun mesele denge meselesidir. Eşyanın mahiyet ve hakikatini bilmek demek bir tür muvazene bilgisine, hissine, sezgisine sahip olmak demektir. Ama bu dışarıdan alması zor denge bilgisine nasıl erişmeli? Denge denilen durum da hem konudan konuya hem de her bir konunun kendi içinde sürekli değişmekte değil midir?

Muvakkit dengeyi nasıl sağlıyordu acaba ya da öyle bir derdi var mıydı hiç?

 * * *

"Hangi hâl içindeysem dengenin o halde olduğunu kabul ediyorum" diyen sesini duyunca içimde bir ferahlık, gönlümde bir genişleme hissettim. Ne dediğine bağlı değildi bu inşirah; bir şey dediği, geldiği, konuştuğu içindi. Ama feylesofça bir cevap vermiş sayılabilirdi de. "Keyfin mi yok?" diye sordu ki, pek böyle şeyler sormazdı. "Boş ver," diye geçiştirdim, "kötü değilim, karışıklık desek yeter."

"Senin karıştığın, dengenin bulunduğun yerde olduğunu hissedemediğin olmadı mı hiç?" diye ben ona sordum bu kez. Sustu, ama öyle bir susmaydı ki, üstelemezsem bir şey söylemeyecek, bir daha sorarsam anlatacaktı. "Hadi," diye hafifçe ısrar ettim.

"Birine meftundum" dedi, "perestişkârane seviyordum".

"Ee," diye merakımı gösterdim, "ölçüsüz, dengesiz bir durum yani".

"Evet ama karışık, muaşıkın, muaşakanın dengesi olur mu? Bunda denge aramak dengesizlik değil mi?"

"Bilmem belki aramak dengesizlik değildir de, bulmak öyledir," diyecek oldum ki daha cümlem bitmeden zihnim tersini işaret etti, "Yoksa tersi mi daha doğru? Bulmak değil de aramaya kalkışmak mı dengesizlik?"

"Bir denge başka bir dengeyi bozuyor galiba" dedi. Şimdi o gelmeden önce hikmet sahibi olmakla ilgili düşündüklerim de bana anlamsız gelmeye başlamıştı. Her şey karıştı ve iç içe geçti gibi hissediyordum.

"Devamı var mı, dengeni buldun mu, ne yaptın perestiden ile?"

"Şiddetli bir münakaşa edip ayrılmıştık. Kendi kendime bu aşıktaşlığın, bu muaşakanın böyle kötü bir şaka gibi bitmesine kahrediyordum. Nerde dursam olmuyordu, hangi tarafa yönelsem öbür tarafın muvazenesi bozuluyordu, yani az önce söylediğimin aksi: Hangi hâl içindeysem o halde dengem bozukmuş gibiydi".

"Vakti kaybettin mi?" diye sordum ve "Sevdiğimizi kaybedince vakit duygusunu da kaybetmiş gibi oluyoruz ya", diye ekledim mütebessim bir edayla.

"Bilmem, o daha çok senin duygun galiba, ben aklımı, dengemi, umudumu kaybetsem bile vakti kaybedemem herhalde".

"Sonrası var mı?" diye son bir soru sordum.

"Hem var hem yok. Anlatacağımdan ötesini sorma."

"Tamam" diye söz verdim.

"Muvakkithanede arifandan bir büyüğüm vardı. Halime bakıp bana ne olduğunu sordu. Olanı anlatırken bir yerde dilim sürçtü. Şiddetli bir münakaşa yaptık diyeceğime münaşaka yaptık deyiverdim. Büyüğüm de 'Pek güzel,’ dedi hiç beni bozmadan, 'münakaşadan münaşakaya geçtiğinize göre oradan muaşakaya varmanız kolay olur'. O söyledikten sonra dilimin sürçtüğünü fark ettim. Bana göstermek istediği yolu anladım. Ama biliyorsun, dil sürçmesi gönül sürçmesi anlamına da gelebilir."

• Muvakkit’le karşılaşmalar

Muvakkit'le karşılaşmalar

• Muvakkit'le hasbihâl

• Muvakkit'in peşinde

• Muvakkit’in sorusu

• Ben bıktım Muvakkit, ya sen?

• Muvakkit'in vecizesi

• "Hiç" oldum Muvakkit

 

Türkay Demir kimdir?

Psikanalist ve Çocuk ve Ergen Psikiyatrıdır. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olmuş, uzmanlık eğitimini de aynı yerde tamamlamıştır. Uzman olarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde çalışmış, daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalında öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yapmıştır. Fakülteden 2017 yılında ayrılmıştır ve halen kendi ofisinde çalışmaktadır.

Yeni Olgu, Birikim, Virgül, Artimento, Psikeart, Başka, Psikanaliz Yazıları, Psikanaliz Defterleri, Psikanalizin Dili gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Aşk ve Öbür Duygular (2004), Canavar ve Kurbanı (2006), Ruhsallığın Merkezine Seyahat (2013) adlı kitapları vardır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sorgulamalar, itiraflar, Guildford Dörtlüsü ve marzipan

Dörtlünün üyeleri işlemedikleri bir suçtan dolayı on beş yıldan uzun bir süre hapiste kaldıktan sonra 1989 Ekim'inde polisin aleyhteki bazı kanıtları uydurduğu, öte yandan lehteki bazı kanıtları da gizlediği anlaşılınca davanın düşmesiyle salıverilmişlerdi

Muhalif seçmen depresyonda mı yasta mı?

Depresyon bir ruhsal bozukluğa işaret ederken, yas kaybın ardından gelişen normal bir reaksiyon olarak kabul edilir. Ortada kayıp varsa, kaybı inkâr etmek ve yastan kaçınmak sağlıklı değildir

On altı

Seninle yan yana yürürken istesem de istemesem de çokluk senin hakkında, ikimiz hakkında düşünürüm. Türlü şeyler anlatırım sana, bazen sesli olarak, bazen içimden. Gözüne güzel manzaralar ilişsin, kulağına hoş-avaz kuşların nağmeleri dolsun isterim. Dünyayı beğendirmeye çalışır, sanki sana "bak bu da var!" der gibi ilginç şeyleri işaret ederim

"
"