16 Ekim 2021

Sanatla hafızaya yolculuk, “Mahal Aura”

Kültür için Alan tarafından desteklenen Mahal Aura adlı proje, farklı malzemelerle çalışan 9 sanatçıyı bu iki mekânda bir araya getiriyor. Sanatçılar birer hafıza mekanına dönüşmüş atölyelerde yer alan nesnelere, aletlere dokunuyorlar, onlarla kurdukları bağla mekânda saklı hafızayı ortaya çıkarıyorlar ve bu mekânları kullanarak kendi tarzlarında sanatsal üretimler gerçekleştiriyorlar.

Biri İzmir’in Güzelyalı semtinde, diğeri Manisa’nın Kavaklıdere kasabasında iki mekân, iki üretim atölyesi. Birbirinden habersiz iki insanın, birbirinden uzak diyarlarda on yıllarca üretim yaptıkları iki yer. İzmir Güzelyalı’daki atölye dört yıl önce hayata veda etmiş mimar Ahmet Bilgin’e ait. Ailesi tarafından halen korunmakta olan atölye, Bilgin’in çok yönlü ilgi alanları sayesinde her köşesi, yaptığı resimler, heykeller, ürettiği türlü türlü nesneler, araç gereçler, bunları üretmek için bizzat imal ettiği mekanik aletlerle dolu. Manisa, Kavaklıdere kasabasında Tokdil Ersoy’un atölyesi ise neredeyse 50 yıldır ahşap ağırlıklı üretim yapmaya devam ediyor. Çocuklarına ahşaptan oyuncaklar yapmayla işe başlayan Ersoy, atölyesinde bağlama yapımından ev eşyalarına kadar her türlü ahşap ürün imalatını 83. yaşında sürdürmeye devam ediyor. On yılların yaşanmışlıklarıyla dolu iki üretim merkezi, iki farklı mekân.

İnsan kendisini dışarıdan ayıran, içinde fiziksel ve düşünsel gereksinimlerini karşılayabileceği, mekânlar üretir. Mekân, insanı çepeçevre saran, içinde eyleyebileceği, maddi ya da düşünsel üretim yapabileceği bir alandır. İnsan, eylemleriyle hem içinde yer aldığı mekânı hem de kendini yeniden üretir; bu anlamda mekânlar, içindeki insan, nesneler, bunların birbirlerine göre konumlanışları, birbirleriyle ilişkileri ile belirlenen canlı yapılardır. Mekânın hafızası kendini oluşturan tek tek ögelerin hafızasından ayrı düşünülemez. “Bacaklarımız ve kollarımız, uyuşuk hatıralarla dolu”(1) olması gibi, mekânı oluşturan nesneler de hatıralarla doludur. Bu nesneler içlerinde sakladıkları hatıraları, ancak onlarla karşılaşma, ilişki kurma durumunda açığa çıkarırlar.

Uyuşuk hatıralarla dolu iki farklı hafıza mekânı.

Kültür için Alan tarafından desteklenen Mahal Aura adlı proje, farklı malzemelerle çalışan 9 sanatçıyı bu iki mekânda bir araya getiriyor. Sanatçılar birer hafıza mekanına dönüşmüş atölyelerde yer alan nesnelere, aletlere dokunuyorlar, onlarla kurdukları bağla mekânda saklı hafızayı ortaya çıkarıyorlar ve bu mekânları kullanarak kendi tarzlarında sanatsal üretimler gerçekleştiriyorlar. Proje danışmanı ve sergi küratörü Rahmi Öğdül, Mahal Aura’yı, zamanın yıkıcı etkisine rağmen kuytu köşelerde varlığını sürdüren, kişisel olan ile toplumsal olanı, geçmiş ile şimdiyi birbirine bağlayan, kültürel üretimlerin, bedensel izlerin, nesnelerin, anıların barındığı hafıza mekânlarının izini süren, sanatçıları bu tür mikro-kültürel üretim mekânlarıyla buluşturarak nesnelere hapsolmuş geçmiş ile temas kurmalarını ve geçmiş deneyimlerle ilişkiye geçerek kendi tarzlarında ürünler yaratmalarını teşvik eden bir üretim ve sergileme platformu” olarak tanımlıyor. Marcel Proust için “istemdışı bellek” aracılığıyla yakalanan  geçmiş zaman, ender yaşanan mutluluk anlarıdır. Bir nesne, damağa yayılan bir tat, bir koku veya bir rengin etkisiyle hatırlanan geçmiş, şimdiki zamana taşınarak onun önüne geçer ve geçmişteki duygu ve izlenimlerin yeniden yaşanmasını sağlar. Bu anlar, geçmişin yeniden hayat bularak şimdiye dönüştüğü, yaşanan zamanın dışına çıkıldığı, zamanın sonsuz genişlediği mutluluk anlarıdır. “Bu sefer bana mutluluk veren çeşitli izlenimleri birbiriyle karşılaştırarak bu mutluluğun sebebini tahmin etmeye başlamıştım; hepsinin ortak özelliği, tabağa çarpan kaşık sesini, döşeme taşları arasındaki yükseklik farkını, madlenin tadını, hem şimdiki anda, hem de uzak bir geçmişte hissetmemdi; o kadar ki, geçmiş, şimdiki zamana el koyuyor, hangisini yaşamakta olduğum konusunda beni tereddüte düşürüyordu; aslında, bu izlenimlerden haz duyan benliğim, izlenimin hem geçmişteki bir günde, hem de şimdi sahip olduğu ortak özellikten, zaman-dışı oluşundan haz duyuyordu; bu benlik, sadece şimdiki zamanla geçmiş arasındaki bu özdeşlikler sayesinde, yaşayabileceği yegâne ortamda bulunabileceği ve nesnelerin özünü tadabileceği zaman, yani zamanın dışında ortaya çıkıyordu… Bu benlik sadece nesnelerin özüyle besleniyordu…” (2) Bu mutluluk anlarını yakalayan insan, takvimlerle, geçmiş, şimdi ve gelecek diye belirlenmiş zamanın dışına çıkar. Akış artık kesintisiz bir sonsuzluk kazanmıştır. Gelecekle ilgili bütün kaygılar, ölüm korkusu dağılıp gider, çünkü zaman-dışı benlik gelecekteki değişimlere kayıtsız kalır.

Projeye katılan sanatçılar, Adem Toprak, Berna Dolmacı, Hanife Buğurcu, İlyas Hayta, Kemal Begtaş, Tamer Ersoy, Tayfun Bilgin, Volkan İncüvez ve Zekiye Buğurcu, bu iki farklı mekânda on gün süren çalışmaları sırasında “nesnelerin özüyle besleniyor”, bu nesnelere hapsolmuş ve çıkarılmayı bekleyen geçmiş ile bağ kurup onu şimdiye taşıyor ve sanatsal ürünlere dönüştürüyorlar. Tokdil Ersoy’un atölyesinde bulunan atık bir vantilatör kapağı bir müzik aletine, aynı atölyenin bıçkı makinasında doğranan ham ağaçlar “kuyu” adlı bir esere dönüşüyor.  Mermer heykellerle yapılan yerleştirme, mekânı oluşturan ögelerin ilişkiselliğine gönderme yapıyor. Ahmet Bilgin’in kendi ürettiği pantograf yeniden çalışıp ahşap parçalar üzerine çevreden kulağa çalınan kavramları işliyor, her iki atölyeden ve çevresinden toplanan malzemeler yine aynı malzemelerle üretilmiş renklerle boyanıp buluntu çerçevelerde yerini alıyor, kapalı iki kutuda yaratılmış mikro-mekânlar bizi dışarıdan içeriyi dikizlemeye davet ediyor, ahşap ve metal çubuklar, bitki sapları, tüyler yeniden biçimlendirilip dairesel formlar kazanıyorlar. Kamera her iki atölyede nesnelere, aletlere, bedenlere dönüp onlar üzerinde derinleşiyor, birbirlerine eklemleyip kaydediyor. Mekanlardan toplanan oraya özgü ritimler ve sesler üzerine yapılan doğaçlamalar birer müzik eserine dönüşüyor. Sanatçıların yaratıcı dokunuşları, sıcak nefesleri nesnelerdeki hatıraları uyandırıyor, “şimdi”de olmanın zamanda açtığı yarık, geçmişin kesintisiz sürekliliğiyle perdeleniyor; korku ve kaygı içinde geleceğe bakmaya koşullandırılmış bedenlerimiz hatıralarla sarmalanıp, zaman dışına çıkmanın hazzını yaşıyor.

Mahal Aura Projesi kapsamında sanatçıların ürettikleri işler, 13 -23 Ekim tarihleri arasında İzmir, Konak’taki Galeri A’da sergileniyor. Proje, serginin son günü olan 23 Ekim saat 19.00’da projeye katılan müzisyenlerin, Aziz Vukolos Kilisesi’nde, bu iki mekânın geçmişinin ve şimdisinin üzerine kendi ürettikleri sesleri ekleyerek oluşturdukları parçaları seslendirecekleri bir konser ile sona erecek. Müzisyenlerin ürettikleri eserler sergi alanında ve projenin web sayfasından da dinlenebiliyor.


Marcel Proust, Yakalanan Zaman, Yapı Kredi Yay. 2008 g.e

Mahal Aura web sayfası: https://mahalaura.com

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti